İlter Akat Hocamızın ardından...

27 Şubat 2019

Doğduğumuz gün annemizin kokusunu tanıyarak başlıyoruz öğrenmeye. Bir adada Robinson gibi yaşasak bile en azından hayatta kalmayı öğreniyoruz. Kısacası istesek de istemesek de hayat bir şeyler öğretiyor bize. Ama “öğrenme ihtirası” ya da sevgili Şadan Gökovalı Hoca’nın tabiriyle “öğrenme şehveti” diye bir şey daha vardır ki işte o sizi farklı kılar.
Bir mucize gibidir adeta. Merak edersiniz ve ilgilendiğiniz konu neyse hep öğrenmek istersiniz. Öğrenme hırsıyla kazandıklarımızı başarıya ya da hayırlı işlere tahvil edebilmek ayrı bir tartışma konusudur ama beni merak etmeye ve öğrenmeye yönlendiren mucizem Allah ömür versin sevgili ilkokul öğretmenim Zeynep Ünlü idi. Hep hayırla anarım.
Geçtiğimiz hafta o mucizelerden birini sevgili İlter Akat Hocamızı kaybettik. Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde öğretim üyeliğinden, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı’na, Yaşar Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğinden Yaşar Üniversitesi Rektörlüğü’ne kadar akademisyenliğin her kademesinde yaptığı pek çok onurlu göreve rağmen Prof. Dr. İlter Akat Hoca her şeyden çok gerçek bir öğretmendi. Üç yıl kadar önce bir mülakat nedeniyle İlter Hoca ve zarif eşi Nur Hanımefendi’nin

Yazının Devamı

Romanlara konu olan Havra Sokağı

20 Şubat 2019

Çanakkale Cuma Pazarı ve çarşı alışverişlerimiz, çocukluğumun en güzel anılarındandır...

Dedemin aldığı, ağzımı kıpkırmızı boyayan horoz şekeri, Sabetay’ın fırınından aldığımız beyaz pamuk iplikle bağlanmış 5-6 Çanakkale simidi hâlâ gözlerimin önündedir.

Tahtadan yapılmış küçücük zarif tabelaları vardı dükkânların. Kumaşçı Avram, Doktor Moiz, David Kohen, Kuyumcu Alber... Tabelalardaki isimleri hâlâ hatırlarım. Çarşının büyük kısmını Yahudi esnaf oluştururdu. Havraları ve yaşadıkları mahalle de çarşının çok yakınındaydı.

İzmir’e taşındıktan sonra dedemin yerini babam, Çanakkale çarşısının yerini de Kemeraltı aldı. Ben yetişememiştim ama İzmir’de Mezarlıkbaşı ve çevresinde yoğun olarak yaşadıkları 1950’lere kadar, çarşısıyla, havralarıyla ve hele hele alışverişin kalbi Havra Sokağı’yla aynı Çanakkale’deki gibi kendilerine özgü bir yaşam oluşturmuşlar bu bölgede bizim Yahudi dostlarımız.

O dönemin Havra Sokağı’nda tezgâhlar çoğunlukla Yahudilere aitmiş. İzmir’in her rengi orada buluşurmuş. Yahudinin, Türkün, Rumun, Ermeninin, Levantenin kaynaşma yeriymiş Havra Sokağı.

1948’de İsrail’in kuruluşunun ardından yaşanan göçler nedeniyle Havra Sokağı Yahudi esnafını kaybetti, onların yerini

Yazının Devamı

Saat Kulemizin hikayesi

13 Şubat 2019

Öyle anıtsal yapılar vardır ki kentin adını andığınız da aklınıza aynı anda o anıtsal yapı da gelir.
“Paris” ile Eyfel Kulesi, New York ile Özgürlük Anıtı, Atina ile Parthenon, Pisa ile Pisa Kulesi ve Ankara ile Anıtkabir bunlardan birkaç tanesidir.
İzmir’imizin de bir Saat Kulesi vardır ki akıllardaki “İzmir” imajının tamamlayıcı parçasıdır adeta…
Bugün İzmir’imizin mücevheri Saat Kulemiz’den bahsedelim.
1901 yılı Padişah 2. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılıdır ve 25. yıl anısına devletin 30 civarında vilayet ve kazasında anıtsal eserler yapılmasına karar verilmiştir. Bu eserlerden biri de İzmir’de yapılacaktır. Vali Kamil Paşa’nın başkanlığında Belediye Reisi Eşref Paşa’nın da aralarında bulunduğu bir kurul oluşturulur. Kurul ilk toplantısını 1 Ağustos 1900’de yapar ve alınan ilk kararla eserin yapılacağı yer belirlenir. Sıradaki iş eseri kimin yapacağına karar vermektir. Adaylar arasında yapılan değerlendirme neticesinde Frenk Mahallesi’nde bir mimarlık ofisi olan Raymond Charles Péré üzerinde fikir birliğine varılır.
Mimar Péré hemen çalışmalarına başlar ve yaptığı birkaç mimari çizim örneğini kurula sunar. İçlerinden bir tanesi, yani günümüzdeki Saat Kulesi’ni

Yazının Devamı

96 YILLIK ACI

6 Şubat 2019

Malta’ya yapılan dostluk ziyaretinin ardından, Yavuz zırhlısı, Kocatepe ve Zafer muhripleri ile İnönü ve Sakarya denizaltılarından oluşan Türk filosu, 30 Kasım 1936’da Atina Pire Limanı’na halat bağladı. Yunan Kralı Georgios, filoyu karşılamak için oradaydı ama aynı zamanda binlerce kişiden oluşan coşkulu bir kitle de vardı limanda. Türk mürettebatı şaşkınlık içindeydi. Gemilere doğru Türkçe sesleniyorlardı.

İzmirli var mı, Karamanlı var mı, Aydınlı var mı? Sonra gemilere çıktı o insanlar. Aradıklarını bulanlar, hiç tanımadıkları hemşehrilerine sarılıp ağlıyorlar, ortak bir tanıdık bulmaya çalışıyorlardı.

1923 Türk-Yunan mübadelesinin yerlerinden yurtlarından ettiği Anadolu insanlarıydı onlar.

30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ve 1 Mayıs 1923’te başlayan mübadeleyle yaklaşık 2 milyon kişi, yüzlerce hatta binlerce yıldır yaşadıkları yerlerden uzaklaştırılıp hiç tanımadıkları topraklarda yeni bir hayat kurmak zorunda bırakıldı. Kayıtlar pek net olmasa da Türkiye’ye Yunanistan’dan yaklaşık 500 bin mübadil geldi. Ama, Yunanistan’ın yükü çok daha ağırdı. Kimine göre 1,2 milyon, kimine göre de 1,5 milyon mübadil gitmişti Anadolu’dan Yunanistan’a.

Atina’da yaşayan bir

Yazının Devamı

Atatürk’ün emriyle kurutulan göl

30 Ocak 2019

Germencik, eşimin anne memleketidir...
Halen gidip gelsek de aile büyüklerimiz hayattayken daha sık yolumuz düşerdi Germencik’e. Kayınpederimin güzeller güzeli Anadol arabasıyla kısa da olsa bir başka keyifli olurdu yolculuk. Eski Kızlarağası Hanı esnafından rahmetli kayınpederim Cemal Bilgi, Muğlalı olduğu için 1931 yılından bu yana yüzlerce kez kullandığı bu yolu avucunun içi gibi biliyordu. Germencik’e gelip giderken bu yolla ilgili çocukluğundan beri gelen hatıralarını yol boyunca anlatırdı. Trenleri çok severdi.
Belevi’ne yaklaşırken her seferinde “Buralar komple göldü” diye başlardı söze. “Cellat gölüydü adı. Derin değildi. Sivrisinek yüzünden buralarda yaşayanlar hep hasta olurlarmış. Küçücük çocuktum, kara trenle suyu yara yara gölün içinden geçerken seyretmeye doyamazdım” diye anlatırdı hep. “Atatürk kuruttu burayı” diyerek lafını bitirirdi rahmetli.
Değerli dostum Mustafa Üzel’in geçen günlerde ortaya çıkardığı, 1930’lu yıllarda Rüstem Bozbal tarafından çekilmiş bir fotoğraf, anıları yeniden canlandırdı. Tren, kayınpederimin anlattığı gibi, gölün tam ortasından suları yara geçmekteydi fotoğrafta.
Kayıtlar, 1930’lu yıllara kadar bu bölgeden her yıl binlerce sıtma

Yazının Devamı

Dünyanın en küçük kitabı Bornova’da

23 Ocak 2019

8500 yıllık bir tarihi var bu koca kentin.

İzmir, hikâyesi Yeşilova’da başlayıp Bayraklı Tepekule’de ve ardından Kadifekale’de devam eden ve günümüze kadar anlatılacak çok şey biriktiren, kadim bir şehirdir.

İşte bu kadim şehre dair hikâyelerin anlatıcıları gibidir müzeler.

İzmir Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi ve Efes Müzesi gibi yıllardır kente hizmet veren müzelerden bahsetmeye gerek bile yok. Ama özellikle son 15-20 yıl içinde ziyarete açılan çok sayıda temalı müze ve anı evi, İzmir’e başka bir renk kattı. Oyuncak Müzesi, Radyo Müzesi, Karşıyaka Hamza Rüstem Fotoğraf Müzesi, Buca Göç ve Mübadele Anı Evi, Tire Kent Müzesi, Belkahve Ata Anı Evi bunlardan sadece birkaçı...

Bu müzelerden biri de 12 Aralık 2012’de kapılarını ziyarete açan Ege Üniversitesi Kâğıt ve Kitap Sanatları Müzesi. Binası bile tek başına görülmeye değer olan muhteşem bir Levanten Köşkü.

Uluslararası Kâğıt Sanatçıları Federasyonu Başkanı Helene Tschaher, “Dünyada eşi benzeri olmayan bir müze” olarak tanımlamış Bornova’daki müzeyi. Giriş ücreti 10 lira olan müzeyi öğrenciler 5 liraya gezebiliyor.

Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar farklı kültürlerdeki örnekleriyle birlikte, kâğıt ve kitabın ilk halinden günümüze kadar

Yazının Devamı

Duduk ile düdük, cacık ile cacıki

16 Ocak 2019

Anadolu kocaman bir kucak olmuş; inancına, ırkına, soyuna sopuna bakmadan kim kendine onun bağrında yer bulabilmişse herkesi aynı yağmurlarla yıkamış, aynı rüzgârlarla serinletmiş, aynı güneşle ısıtmış...
Gezgin Joseph Michaud, 1830 tarihli ve Gezgin Charles Terry, 1848 tarihli Bornova notlarında bir Türk ve bir Rum düğünündeki gözlemlerini kaleme almışlar. Bu notlarda göreceksiniz ki, gezginlerin yazılarında ‘Türk düğünü’ ya da ‘Rum düğünü’ ibareleri olmasa, hangisinin Türk, hangisinin Rum düğünü olduğunu anlayabilmek zor.

Joseph Michaud (1830)

“Bornova’da sokakları gezerken bir Türk düğününe rastladık. Yüzü kapalı ve zengin kıyafette, ağanın atı üzerine binmiş olan kadın bir gelindi. Kâhya atı dizginlerinden tutmuş çekiyordu. Gelin, kocası olacak kişinin evine götürülürken, kocası müstakbel karısını evinin önünde bekliyordu. Gelenleri görünce atından inip gelini evine davet etti. Nişanlısı durakladı ve kendisine kaç öküz, kaç dönüm bağ veya kaç zeytin ağacı vereceğini sordu. Müstakbel kocası cevap verince kadın kabul etti. Kocası onu kucakladı ve evine, aile kadınlarının bulunduğu bir odaya götürüp bir divana oturttu. Kendisi evden çıktı. Şimdi kadınlar gelini hediyeler,

Yazının Devamı

Bir İzmir mimarı

9 Ocak 2019

Size bir mimarı anlatayım bu yazımda...

Adını bilmeseniz de eserlerinden biri var ki, bilmemeniz imkânsız.

Bir inşaatçının çocuğu olarak Güneybatı Fransa’nın Landes şehrine bağlı Roquefort de Marsan’da 24 Mayıs 1854 tarihinde dünyaya gelen Raymond Charles Pere, çocukluk yıllarının ardından mimarlık okumak için Bordeaux Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydoldu. Mezuniyetinin ardından bir süre Fransa’da çalıştıktan sonra İzmir’deki bir yakınının davetiyle 1880 yılında ya da 1881’in ilk aylarında (Fransa’dan İzmir’deki yakınına yazdığı 19 Temmuz 1881 tarihli mektuptan anlıyoruz) İzmir’e gelen Pere, bir süre sonra yeniden Fransa’ya döndü. Ancak İzmir’de bulunduğu süre içinde evlerinde kiracı olarak kaldığı İzmirli Levanten Russo Ailesi’nin kızları Anais’e âşık olan genç Raymond, kısa süre sonra yeniden İzmir’e döndü. Anais Russo’yla evlendi; bu evlilikten 8’i erkek, 2’si kız olmak üzere toplam 10 çocuğu oldu. Bir mimarlık bürosu açarak İzmir’de iş hayatına başlayan Raymond Pere, 40 yılı aşkın süre boyunca günümüzde de İzmir’in sembol yapıları durumundaki eserlerin altına imza attı.

Birçok eseri var

Raymond Charles Pere’nin İzmir’deki en önemli eseri, tabii ki 1 Eylül 1901 tarihinde törenle

Yazının Devamı