“Asıl kurtuluş mücadelesi şimdi başlıyor.”
Bu sözü Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül 1922 akşamı Belkahve’den İzmir’i seyrederken silah arkadaşlarına hitaben söylemişti. Atatürk’ün sözünü ettiği bu mücadele, ülkenin muasır medeniyetler seviyesine ulaşması yolunda verilecek olan eğitim, sanayi ve iktisat mücadelesiydi.
Daha önceki yıllarda Yahudi Ziraat Okulu olarak kullanılan ve bir süre atıl durumda kaldıktan sonra 9 Eylül 1922’den sonra kuruluş çalışmaları başlayan Bornova Ziraat Mektebi, Mustafa Kemal Atatürk’ün asıl kurtuluş mücadelesine olan inanç ve azminin en büyük göstergesidir.
Kuruluş döneminde ‘İzmir Mıntıka Ziraat Mektebi’ adıyla anılan Bornova Ziraat Mektebi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim konusunda Türkiye’nin gurur vesilesi olan kurumlardan biriydi.
Ziraat Mektebi’nin kuruluş amacı, ”Türk çocuğunu Ziraat Mektebi’nde, hayatını bizzat emeğiyle kazanacak maddi ve manevi malumatla teçhiz etmek, yetiştirmek gayesindedir” sözleriyle belirlenmişti. Asıl amaç, elbette zirai eğitim vermekti, ancak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de donanımlı, milliyetçi ve Cumhuriyet’e sahip çıkacak gençlere ihtiyacı vardı. Bu nedenle Bornova Ziraat Mektebi, halka ve köylüye rehber
Cumhuriyet Bayramı sabahı İsmail Küçükkaya’nın konuğu İlber Ortaylı hocaydı. Bayram kutlamalarını anlattı “İzmir değişik bir yer” dedi. İzmir’deki bayram kutlamalarının güzelliğinden, halkın kutlamalara iştirakinden ve coşkusundan söz etti. İsmail Küçükkaya da bayramdan önceki cuma günü İzmir’deymiş. Bayramın üç gün öncesinden İzmir’de yaşanan heyecanı anlattı.
İlber Hoca’nın dediği doğru… İzmir farklı bir yer. Mesela 28 Ekim akşamı Bornova’yı görmeliydiniz. Binlerce Bornovalı fener alayı için akın akın sokaklara dökülmüştü. Aşık Veysel Rekreasyon Alanı’nda, amfitiyatrodaki Haluk Levent konserinde sadece merdiven boşlukları değil, sahne önü sahanlık bile dopdoluydu. Amfitiyatroya giremeyip konseri dışarıdan dinleyen binlerce Bornovalı vardı. Coşku muhteşemdi.
Daha resmi bayram olarak bile kabul edilmemişti ama Cumhuriyet’in ilanının ilk yılında da İzmir’deki coşku aynıydı.
Sevi Şeneken o günü yüksek lisans tezinde ayrıntılı olarak anlatmış. Gelin bir göz atalım.
28 Ekim 1924 günü İzmir Valisi İhsan Sökmen imzasıyla İzmir gazetelerine gönderilen programda Cumhuriyet’in ilanının birinci yıl dönümünde resmi dairelerin tatil edileceği ilan edilmiş ve yapılacaklar listesi şöyle
"Yaşam size verilmiş boş bir film; her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın."
Çekildi gitti bu dünyadan Ara Güler usta...
Yaşadığı günleri, o günlerin İstanbul’unu fotoğraf kareleriyle kucaklayıp bugünlere, yarınlara taşıdı.
Babası, İstanbul Hacopulo Pasajı’nda eczacılık yapan Şebinkarahisarlı Dacat Bey, annesi de Mısırlı Kirkor Efendi’nin kızı Verjin Hanım’dı. Ortaokul yıllarında babası Dacat Bey ilk fotoğraf makinesini aldı Ara Güler’e.
1950 yılında İstanbul gazetesinde foto muhabirliğiyle başlayan ve değil bir köşe yazısına, kitaplara bile sığamayacak fotoğrafçılık kariyeri bakın nasıl destansı bir serüvene dönüştü: Time-Life, Paris-Match ve Stern gibi dünyanın en ünlü dergilerinde foto muhabirliği yaptı. İngiltere’de yayımlanan Photography Annual antolojisi, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’ne tek Türk üye olarak kabul edildi. Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen Master of Leica unvanını kazandı. İsviçre’de çıkan Camera dergisi, kendisine özel bir sayı ayırdı. Lord Kinross’un kaleme aldığı Hagia-Sophia (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekti. 1972’de Paris Ulusal Kitaplık’ta sergisi açıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan Bornova Macera Parkı, geçen Cumartesi günü hizmete açıldı. Tırmanma kuleleri, zipline’lar, ip köprüler... Macera adına yok yoktu Bornova Macera Parkı’nda. Güzel iş yapılmış...
Başkan Aziz Kocaoğlu, açılışta yaptığı konuşmada 1926-1935 yılları arasında İzmir Valisi olarak görev yapan Kazım Dirik’in eserlerinin günümüzde bile her yerde karşımıza çıktığından söz ederek eser bırakmanın önemini dile getirdi.
Hazır Aziz Başkan hatırlatmışken biz de bugün İzmir’de pek çok yerde ve eserde ismiyle karşılaştığımız Kazım Dirik Paşamızın 9 yıllık valilik dönemine sığdırdığı, kentteki eserlerinden söz edelim...
Şimdi, 1926 yılının Türkiye’sini düşünün. Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden sadece 4 yıl geçmiş. Baktığınız her yerde yokluk, yoksulluk ve yaşanan büyük acıların izleri duruyor. Bu koşullar içinde 27 Mart 1926’da İzmir Valisi olarak göreve başlayan Kazım Dirik Paşa, “Vatandaşı okutacağız, Türk Devrimi’nin ilkelerini bu suretle yayacağız. Vatandaşa, köylüye, varlığını, ona çok yaraşan efendiliğini anlatacağız” sözleriyle, en çok önem verdiği şeyin eğitim olduğunu dile getirmiş ve ilk çalışmalarını bu yolda yapmış. 1926 yılında faal
Yaşadığınız toprakların tarihiyle alakanız varsa, biraz da meraklıysanız, pul kadar bir fotoğraf ya da küçücük bir belge bazen altından bile daha kıymetli olur gözünüzde... İzmir’le ilgili altı kitabı bulunan, 1891 Bornova doğumlu Nikos Kararas’ın 1955 ve 1958 yıllarında Bornova’yı ve Bornova’nın köylerini kaleme aldığı iki adet kitap tam da böyledir işte.
Bahsedilen ama pek fazla kimsenin görmediği bu iki kitap, Bornova’nın tarihiyle ilgilenenler için adeta kutsal kâsedir.
Tam bir arşiv kurdu olan, değerli dostum Reha Korkut’un, bu iki kitaptan birinin (Bornova Köyleri) Atina’da küçük bir sahafta satışta olduğuna dair verdiği haber, maceramızın başlangıcı oldu.
Önce telefonla halledelim dedik, ama dil sorunları yüzünden kargo meselesini çözemeyince hadi dedik sevgili eşimle, “Yunanistan’a gidiyoruz”.
Benim derdim kitabı almaktı, ama bir yandan da dört günlük bir gemi tatili yapmış olacaktık.
Hani “Ay bacadan doğdu” derler ya, aynen öyle oldu. 27 Eylül günü, hiçbir eylül ayında görülmeyen kuvvette bir fırtınayla yola çıktık. Kruvaziyerimiz Gemini’ye biner binmez tanıştığımız güler yüzlü 3. kaptanımız, Çanakkaleli hemşehrim Tuğfan Şahin, tatlı diliyle tedirginliğimizi gidermişti ama
9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşu gerçekleşmiş, ardından da kentte sükûnetin sağlanması için bir süreliğine de olsa ordunun idari kadrosunun kentte kalması gerekli görülmüştü. Karargâh için öncelikle kent merkezi düşünülmüştü, ancak 13 Eylül’de çıkan Büyük İzmir Yangını bunu imkânsız hale getirdi.
Bu nedenledir ki, 14 Eylül 1922’de alınan kararla Erkân-ı Harbiye Riyaseti ve Garp Cephesi Karargâhı’nın Bornova’ya yerleştirilmesi uygun görüldü. Karargâh binası bir Levanten köşküydü. Görevli paşalar da diğer köşklere yerleşmişti. Falih Rıfkı Atay ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi gazeteciler de Bornova’da kalıyordu.
O günleri düşünün şimdi...
İsmet, Fevzi, Fahrettin, Asım Gündüz paşalar, Halide Edip Hanım, Falih Rıfkı ve Yakup Kadri Bornova sokaklarında... Kim bilir kaç kez Bornova Büyük Cami’de cuma namazı kıldılar, kaç kere Büyük Çarşı’nın sokaklarında dolaştılar...
İzmir’in usta gazetecisi Türkmen Parlak’ın 1983 basımı ‘İşgal’den Kurtuluşa’ adlı kitabı, İzmir’in kurtuluş günlerine ışık tutan, belge niteliğinde, güzel bir kaynaktır. İki ciltten oluşan kitabın ikinci cildinde Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün karşısındaki Steinbuchel Köşkü’nün 1920’li yıllardaki sakini olan Hortense Wood’un
Çocukluğumun geçtiği Tevfikiye Köyü’nün başına devlet kuşu kondu. “Tevfikiye Köyü de neresi?” diyebilirsiniz.
“Troya” deseydim hepinizin çok iyi bileceğinden eminim. Bugünden söyleyeyim 3-5 yıl sonra Tevfikiye Köyü’nün adını tüm Türkiye çok iyi öğrenecek.
Yetkililer Tevfikiye Köyü’nün kısa zaman sonra yeni Şirince olacağını söylüyorlar. 2018 Troya Yılı çalışmaları kapsamında Çanakkale Valiliği ve Opet tarafından imzalanan protokolle Opet’in Tevfikiye Köyü’nde yaptığı yenileme ve rehabilitasyon çalışmaları köyde müthiş bir heyecan yaratmış.
Vali Orhan Tavlı ve Opet Yönetim Kurulu Kurucu Üyesi Nurten Öztürk’ün imzaladığı protokol kapsamında;
- Köydeki binalara boya desteği verilerek mülk sahiplerinin, ‘Truva’ ruhuyla örtüşen desen, renk ve motife göre evlerini boyaması ve bakımı,
- Görsel estetiği bozan görüntülerin düzenlenmesi, evlerin etrafının çiçeklendirme ve ağaçlandırması,
- Köy kahvesi, düğün salonu vesağlık ocağında Truva dönemi konseptine göre yenileme çalışmaları,
- Köy meydanında peyzaj çalışması yapılması,
Sakarya Savaşı’ndan sonra Yunanlıların Eskişehir-Afyon çizgisinde oluşturdukları kuvvetli savunma hattını gören İngiliz kurmay subayının “Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse bir günde susturduklarını iddia edebilirler” şeklindeki yorumunu sanırım bilmeyeniniz yoktur. Ama Türk Ordusu 4-5 ayda parçalanamaz denen Yunan Cephesi’ni bir kaç günde parçaladı. 15 günde 500-600 kilometre yol aldı.
Bu zafer bütün dünyada şaşkınlık yaratacak kadar hızlı olmuştu.
Hakikaten herkes şaşırmıştı. Mustafa Kemal Paşa hariç...
28 Ağustos 1922 günü akşamı Afyonkarahisar’daki karargaha bir telgraf geldi. Telgrafı İzmir’deki yabancı ülke konsolosları göndermişti.
Konsoloslar İzmir’deki işgalci Yunan yönetiminden gizli olarak bir araya gelmişler ve eğer İzmir’e ulaşırsa kentteki vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini güvence altına alma konusunu müzakere etmek için Mustafa Kemal Paşa’dan randevu istiyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa bu olayı Nutuk’ta bakın nasıl anlatmış?
“Bizzat bana verilen telsiz telgrafta İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle müzakeratta bulunmak salâhiyetini verdiklerinden hangi gün ve nerede mülâkat edebileceğim soruluyordu. Verdiğim cevapta 9