İzmir’imizin kurtuluşunu geçtiğimiz günlerde yine coşkuyla kutladık.
O günden bu güne ulaşan pek çok anı var elbette… Bunlardan biri de o gün Armutlu’da yaşananlardır.
9 Eylül 1922 sabah saatleriydi…
Belkahve yönünden İzmir’e girecek olan askeri birlikler Kasaba (Turgutlu) üzerinden Nif’e (Kemalpaşa) doğru ilerliyordu. Yol üzerinde askeri birlikleri bekleyen halkın yaşadığı sevinç görülmeye değerdi. Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindeki komuta heyeti de öğlen saatlerinde aynı güzergah üzerinden Armutlu’ya ulaştılar. Atatürk’ün arabası bir an durmak zorunda kalmıştı. Aracın üstü açık olması nedeniyle, tamamen toz içindeydiler. Gözlerinde toz gözlükleri vardı.
İzmir Enternasyonal Fuarı, yarın yeniden ziyaretçileriyle buluşacak. İlki, 1927 yılında, günümüzde Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi olarak bildiğimiz İzmir Sanatlar Mektebi’nde düzenlenen 9 Eylül Sergisi’yle İzmir’e merhaba diyen Fuar, bu yıl kapılarını 88. kez ziyaretçilerine açacak.
Zaman içinde Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı haline gelen İzmir Enternasyonal Fuarı’nın temelini oluşturan bu ilk sergiyi bile 80 bin kişi ziyaret etmiş. Tabii ki internetin yayılmasından sonra her şey değişti. Ama internet öncesinde dünyanın Türkiye’yi, Türkiye’nin de dünyadaki son yenilikleri tanıdığı en önemli platform, İzmir Enternasyonal Fuarı’ydı.
Her yıl ülke pavyonlarında sergilenen son teknoloji sıra dışı ürünler, yüz binleri İzmir Fuarı’na çekiyordu. 1938 yılında düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı’nda da tüm dünyada ‘Cam Adam’ olarak tanınan, sıra dışı, Alman teknolojisi bir ürün vardı... Sıra dışıydı ki, sadece Cam Adam’ın sergilenmesi için
Aşağıdaki hikâye İzmir Konak Salepçioğlu Camii yakınında 1928 yılında yaşanmış. Arşiv ustası değerli dostum Reha Korkut sayesinde ulaştığım 1970 yılında Dünya Gazetesi’nde yayınlanan bu hikâyeyi virgülüne dokunmadan aktarıyorum.
“İzmirliler kendisini gayet iyi tanırlar. Daima şen, şuh ve nüktedan olan Şükrü Şenozan'a bir gün Beyler sokağında, rastladım. (Yıl: 1928) Gülümser bir hali vardı. "Hayrola üstad" dedim. Anlattı: "Efendim, dedi. Salepçi Camiinin karşısında bir ayakkabı tamircisi vardır. Adı İsmail'dir. Cahil, fakat saf, temiz bir adamdır. Ben ayakkaplarımın tamirini ona yaptırırım. Geçen hafta oradan geçerken kulübesine uğradım. Ayakkaplarımın burnuna birer çivi vurdururken kulübesinin içinde asılı Arap harfleriyle yazılı bir levha gözüme ilişti. Baktım, Ömer Hayyam'ın rübâisinden iki mısraın gayet güzel bir tâlik yazı ile yazılmış olduğunu gördüm. Yazı şu idi:
“Mey hor, mehor endûh ki güftest Hâkim
Gamhâ-yı cehân çü zehru tiryâkeş Mey”,
Mâna
Türk resim sanatına ilgi duyan okuyucularım 2013 Nisan’ında Bornova Dramalılar Köşkü’nde, halen CHP Milletvekili olan dönemin Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır önderliğinde düzenlenen “Türk Resminin 100 Yüzü” adlı sergiyi hatırlayacaklardır. Yüz büyük Türk ressamının yüz eseri sergilenmişti.
Muhteşemdi…
Geçtiğimiz Pazar günü vefat eden Türk resim sanatının büyük ustası İbrahim Balaban da serginin açılışında misafirler arasındaydı.
Ayaküstü biraz sohbet etme şansım olmuştu usta ressamla. Nazım Hikmet’in en yakın insanlarından biriyle konuşuyordum.
Düşünün bendeki heyecanı…
“İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın” diye Nazım’ın kendisi için yazdığı şiirin ilk satırını okuyuvermişti ayaküstü. Nazım kendisinin resmini yapmış. Kuvayı Milliye Destanını hapisteyken ilk ona okumuş, O gün onları anlatmıştı İbrahim Balaban.
İbrahim Balaban’ın 1949 yılında yaptığı “Bahar” adlı tablosu için Nazım Hikmet’in yazdığı şiirin tamamı budur:
Sakarya Savaşı'ndan sonra Yunanlıların Eskişehir-Afyon çizgisinde oluşturdukları kuvvetli savunma hattını gören İngiliz Kurmay Subayının “Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse bir günde susturduklarını iddia edebilirler” şeklindeki yorumunu sanırım bilmeyeniniz yoktur
Ama Türk Ordusu 4-5 ayda parçalanamaz denen Yunan Cephesi'ni bir kaç günde parçaladı. 15 günde 500-600 km. yol aldı.
Bu zafer bütün dünyada şaşkınlık yaratacak kadar hızlı olmuştu.
Hakikaten herkes şaşırmıştı…
Mustafa Kemal Paşa hariç…
28 Ağustos 1922 günü akşamı Afyonkarahisar’daki karargaha bir telgraf geldi. Telgrafı İzmir’deki yabancı ülke konsolosları göndermişti.
Konsoloslar İzmir’deki işgalci Yunan yönetiminden gizli olarak bir araya gelmişler ve eğer İzmir’e ulaşırsa İzmir’deki kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini güvence altına alma konusunu müzakere etmek için Mustafa Kemal Paşa’dan randevu istiyorlardı.
Şükür ki merak eden, öğrenmeye çalışan ve araştıran insanlarımız var. Değerli kardeşim Kemal Şendikici de onlardan biri. Kendisi turizm rehberi ama aynı zamanda organize ettiği sosyal sorumluluk projeleriyle de yaşadığı toprakları kendi çapında güzelleştirmeye çalışan bir vicdan insanı. Bir özelliği daha var Kemal Şendikici’nin, merak eden araştıran ve elde ettiklerini derleyip muhtelif mecralarda paylaşan biri. Geçtiğimiz günlerde yine sosyal medyada paylaştığı bir derlemesi bana çok ilginç geldi.
İşte o derlemeden bazı notlar…
Sanıyorum Amiş’leri (Amish) duymuşsunuzdur.
Hani şu Amerika’nın Ohio, Pensilvanya, Indiana ve Iowa eyaletlerinde kendi dini itikatları çerçevesinde kapalı bir yaşam sürmekte olan topluluk.
Geleneklerini korumak konusunda son derece hassas olan Amiş’ler elektriği olmayan evlerde mum ve gaz lambası ışığında halen hayatlarını sürdürüyorlar. Kapitalizmin dayattığı tüketim çılgınlığı, moda, cep telefonu, internet gibi tüm imkânları red eden bu topluluk, tanrının onlara hediyesi olduğu düşüncesiyle
Siz de farkında mısınız? Son on, on beş yıldan bu yana tarihe olan ilgimizde fark edilebilir bir artış var…
Bunda büyük kitleler tarafından takip edilen Facebook, Twitter ve Instagram gibi sosyal paylaşım sitelerindeki tarih temalı sayfalar da önemli rol oynadı. İzmirliler de internet ortamındaki tarih temalı sayfalara büyük ilgi gösteriyorlar.
“İzmir Tarih”, “Bir Nefes İzmir”, “Eskimeyen İzmir Fotoğrafları”, “Küllerinden Doğan Şehir İzmir”, “İzmir ve Tarihi Mekanları” ve “Fotoğraflarla Eski Bornova” adlı sayfalar bunlardan sadece birkaçı… Yüz binlere varan takipçileri var.
Bu grupların bir kısmı İzmir’in geçmişine dair fotoğraf paylaşıp nostalji yapmaktan daha fazla bir işlev görmeseler bile kentin tarihine olan ilgiyi diri tutmak gibi çok önemli bir fayda sağlıyorlar.
Ama kent tarihine dair araştırmalar yapılmasına vesile olan, tespitler ortaya koyan ve hatta yarattığı sinerji ve cesaretle yeni kitapların basılmasına, ya da yeni internet sitelerinin oluşturulmasına katkı koyan sayfalar da var.
“Küllerind
Tanıyanlar iyi bilir...
Başta bu sütunlar olmak üzere fırsat bulduğumuz her yerde, durup dinlenmeden İzmir’i ve özellikle Bornova’yı anlatırız. Zaman zaman yakın arkadaşlar arasında kabak tadı verdiğimiz de olur ama, ne yapalım, bu topraklar aşkımızdır bizim.
Maksat bellidir aslında. Yaşadığı toprakları bilen ve kentine sahip çıkan bir kentlilik bilinci yaratmak.
Geçen hafta yine böyle bir toplantının konuğuydum. Çağdaş, okuyan, araştıran, bilimsel düşünen ve sorgulayan öğretmenler yetiştirmek için Eğitim Fakültesi öğrencilerine burs vermeyi amaçlayan Kurşun Kalem Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen organizasyonda Bornova’daki Levanten köşklerini anlattım. Bornova Belediye Başkanı Dr. Mustafa İduğ da konuklar arasındaydı. Ellerinde kâğıt kalem, anlattıklarımı unutmamak için not alanlar vardı. Merak eden insanlar varsa anlatmak da zevkli oluyor.
Mutlaka anlatılmalıdır zaten.
30’dan fazla muhteşem güzellikte köşk var Bornova’da. Hepsinin de muhteşem hikâyeleri var. Lord Byron’un, Yunanistan Kralı Otto’nun, Padişah