5 Mayıs 1919’da başlayan ve 3 yıl, 3 ay, 3 hafta ve 3 gün süren, İzmir’in kâbus dolu günlerinin 101. yılındayız. Siz bu yazıyı okurken İzmir 101 yıl önce, 5 gündür Yunan esareti altındaydı.
İzmirli usta gazeteci Türkmen Parlak, bundan 38 yıl önce kaleme aldığı, iki ciltten oluşan ‘İşgalden Kurtuluşa’ adlı eserinin ‘Yunan Ege’ye Nasıl Geldi?’ adlı ilk cildinde o günü anbean anlatmış.
O gün yaşanan olayları eminim bu güne kadar pek çok yerden okumuş ya da dinlemişsinizdir. Bu nedenle biz bu yazıda biraz farklı açıdan bakarak, olayların merkezi durumundaki Kordon boyunun o günkü genel görünümünü Türkmen Parlak’ın kaleminden anlatalım...
“Kordon boyunu mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Adım atacak bir karış bile yer kalmamıştı. Kadınlar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar fırtınaların coşturduğu denizler gibi köpürüp durmuşlardı. Sanki ‘aziz yortusunun’ getirdiği dinsel bir coşkunluğa kapılmışlardı. Ellerinde mavi-beyaz bayraklarla, çiçekler, dillerde ‘zito’ sesleri eksik olmamıştı. Yol boyunca sıralanan bütün binaların duvarları gelenlerin (İzmir’e müdahale eden ülkeler) bayraklarıyla adeta görülmez olmuştu. Pencereler, balkonlar hatta çatılar salkım saçaktı.
Bazı binaların duvarlarına, palmiye ağaçlarının gövdeleriyle kapı üstlerine, güneşliklere, tentelere İzmir’i Yunanlılara peşkeş çeken yabancı devlet adamlarının resimleri asılmıştı. Woodrow Wilson’un resmi palmiye ağaçlarının gövdesinde ve palmiye yapraklarıyla süslenmişti. Clemenceau’nun resmi ise Fransız bayrağının renkleriyle çerçevelenmişti. Elefterios Venizelos’un resmi de bütün bunlardan çok daha büyük yapılmıştı. On metre eninde bir branda üzerine yedi ressam tarafından çizilen resim binanın çatı saçaklarından ta yere kadar uzanmıştı. Altında ise ‘Bugün İzmir yarın İstanbul’ yazılmaktaydı.
Kramer Palas’ın önü, Kordon boyunun kalbi sayılmıştı. Bütün gözler bu noktaya toplanmıştı...
Nihayet beklenen an (işgalcilerin karaya inişi) gelmişti. İnsan başları üzerinde, bir anda mavi-beyaz renkli bir bayrak tarlası oluşmuş, ‘zito’ naraları ve çılgınca alkışlar arasında daha hızlı bir dalgalanma başlamıştı.
Körfezde demirli otuzu aşkın savaş gemisi içinden sadece birkaçı yattıkları yerden kalkmışlardı. Bunlar ‘Averof’ ve ‘Lemnos’ isimli Yunan savaş zırhlılarının koruduğu çıkarma gemileriydi. Gemilerden bir kısmı o zamanki adı ‘Punta’ olan Alsancak’a, diğeri de bugünkü Cumhuriyet alanının bulunduğu yere, yani Kramer Palas’ın önüne hareket etmişlerdi. Bugün burada mutluluk ve sevinç naraları atanlar üç yıl sonra aynı yerden denize döküleceklerdi.”
Türkmen Parlak’ın anlattığı gibi, 5 Mayıs 1919 günü işgalciler ve onların yerli destekçilerinin Kordon’da yaşadığı sevinç büyüktü ama 9 Eylül 1922 ve takip eden bir iki gün içinde İzmir’den üzüntü içinde ayrılırken torunlarına bile anlatacakları dramlar yaşadılar. Çünkü, İzmir’e gelmeleri için onları cesaretlendiren ve ‘Megalo İdea’ hayalleri kurdurtan emperyal güçler, İzmir’den perişan vaziyette ayrıldıkları gün yanlarında yoktu. Sadece seyrettiler.
Emperyalizmin aklıyla yola çıkanlar, emperyalistlerin menfaatleri bitince yine yarı yolda kalmışlardı.