Rus bandıralı vapurla Trablusgarp’a gönüllü olarak giderken, Urla tahaffuzhanesinde karaya inmeksizin İzmir’i uzaktan gördüğü, 17 Ekim 1911 tarihini de listeye dahil edersek, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tam 18 kez İzmir’i ziyaret etmiş.
Peki... Gazi Paşa, bu İzmir ziyaretlerinin kaçında Bornova’ya gelmiş?
Hadi birlikte göz atalım...
- 16-17 Eylül 1922: Ege Üniversitesi Rektörlüğü binasının karşısında yer alan Steinbuchell Köşkü, o günlerde Bayan Hortence Wood ve kız kardeşinin kullanımındaydı. Düzenli olarak günlük tutmakta olan Hortence Wood’un notlarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Asım (Güven) Paşa ve Halide Edip Hanım’dan oluşan grupla birlikte 16-17 Eylül’de iki gün Bornova’ya gelerek dar dairedeki toplantılarını bu köşkte yapmıştı.
- 8 Ocak 1924: 1924 yılında tam 52 gün (2 Ocak-22 Şubat arası) İzmir’de kalan Gazi Paşa, 8 Ocak 1924 günü Işıklar köyündeki kız ve erkek mekteplerini ziyaret etti.
- 12 ve 15 Ekim 1925: İzmir’de bulunduğu
Bildiğimiz en eski şarkı 3400 yıl öncesine ait Hurri ilahisidir. Suriye’de Lazkiye yakınlarındaki antik Ugarit şehrinde 1950’li yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan 36 adet çivi yazısı tablet üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde anlaşıldı ki bu 36 tablet 36 adet yöresel şarkıdan oluşuyordu. Ancak bu 36 tabletten sadece bir tanesi tam olarak okunabilir durumdaydı. M.Ö. 3400’lü yıllardan günümüze gelen o tabletin içeriği Ugarit’te yaşayan insanların inancına göre ‘meyve tanrıçası‘ ve aynı zamanda Ay Tanrısı Yarikh‘in de eşi Tanrıça Nikkal için yazılmış Hurri ilahisi idi ve “Dünyanın en eski şarkısı” olarak tarihe geçti.
Tablet üzerinde döneme ait nota sistemi ve hangi çalgı aleti ile (9 telli sammum) çalınacağının da belirtildiği şarkıyı arama motorlarında “Hurri ilahisi” yazarak bulup dinleyebilirsiniz.
Ama Aydın’da antik Tralleis şehrinde bulunan bir şarkı daha var.
Tralleis’li Seikilos’un mezar taşına kazınmış bir ağıt…
M.S. 2.
Daha önce de bahsetmiştik… Verimli toprakları ve doğu ile batı arasında son derece elverişli bir doğal köprü olması nedeniyle sayısız medeniyete ev sahipliği yapan İzmir, tarih boyunca gezginlerin uğrak yeri durumundaymış. Avrupa’da pek çok basılı kayıtta, Homeros’un yaşadığına inanılan mağaraların bulunduğu yer olarak bilinmesinin yanı sıra, yoğun Levanten yaşamının da etkisiyle Bornova, bu gezginlerin yoğun ilgisini çeken yerlerden biri olmuş.
Bornova sadece Batılı gezginlere değil, 1671 yılında Bornova’yı ziyaret eden Evliya Çelebi gibi bizim tarihimizdeki pek çok önemli tarihsel kişiliğe de ev sahipliği yapmış.
1810 yılında Whittall ailesine misafir olan Lord Byron, Bornova’nın Batılı konuklarının en tanınmışlarından.
Sürgün olarak gönderildikleri Malta Adası’ndan kaçan, Napolyon’un generallerinden Anne Jean Marie René Savary ve Charles Anthony Lallemand, 1816’da Bornova’ya geldi ve 3 yıl burada yaşadı.
Bugün Rektörlük Binası olarak bildiğimiz Köşk, 1833 yılında Yunanistan Kralı Otto’yu ağırladı.
Yine 1833 yılında Alphonse de
Kökü derinlerdedir bu toprakların. Attığın her adımda bir yaşanmışlık ve geçmişe dair bir hikâyeyle karşılaşırsın mutlaka. Onlardan biridir şimdi anlatacaklarım.
Kayınvalidemin Germencik Hıdırbeyli köyünde babadan kalma zeytin ağaçları vardır. Her yıl çıkan yağın bir kısmını kayınbabam Cemal Bilgi yıllık kullanım için eve getirir, onun getirdiği yağın bir kısmı da bizim payımıza düşerdi.
Kayınbabamın vefatından sonra iş başa düştü doğal olarak. Eşimle birlikte “Hadi” dedik, “Gidelim yağımızı alalım...”
Yeri öğrendik. Hıdırbeyli’de Hilmi Yıldırım Bey’in zeytinyağı fabrikasıymış.
Köye geldik. Fabrikayı bulduk. Hilmi Bey’i sorduk ama yerinde değilmiş. “Biz haber verelim, gelir” dediler. “Yeri neresi? Orada bekleyelim” dedik. Fabrikanın bahçe girişindeki sundurmanın altında, küçük bir odayı gösterdiler.
Babacan fabrika sahibi Hulusi Kentmen’in Türk filmlerindeki odasını düşünün... Hilmi Bey’in odası insanın içini ısıtan cinsten, öyle bir oda... Facit hesap makinesi, eski bir
Bize ait tarihi ve sanatsal eserlerin bir şekilde dışarıya götürülüp dünyanın her köşesinde alınıp satıldığını ve sergilendiğini uzun yıllardan bu yana izler dururuz. Son yıllarda bir kısmının geri getirildiğini de gördük ama geri gelemeyecek olanlar büyük çoğunlukta. Konuşmaktan ve sinir olmaktan başka bir şey yapılamıyor ne yazık ki…
Geçtiğimiz günlerde 1480 yılında Gentile Bellini tarafından ya da onun atölyesinde yapıldığı düşünülen üç Fatih Sultan Mehmet tablosundan biri İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaklaşık 770 bin sterline satın alınıp Türkiye’ye getirildi. Bu sefer de bir kısım aklı evvel, “O parayla neler neler yapılırdı” deyip polemik yaratmaya çalıştılar ama şükür ki tutmadı.
Aklın yolu bir…
Oldukça ilginç bir tablo… Bellini, Fatih Sultan Mehmet’le yüz yüze bakacak şekilde bir başka kişiyi daha resimlemiş tablosunda. Tablonun arkasında “İkinci Mehmed ve onun oğlunun Gentile Bellini tarafından resmi” şeklinde bir not var.
Tamam ama Gentile
Şiir işi ağır yüktür... Hissiyatını kâğıda döktükçe rahatlayıp hafifleyeceğini sanırsın, ama yükün artar. Sanki kaleme almadıklarına karşı borçlanmışsın gibi hissedersin. O borcu göze alman gerekir. Cesaret ister şiir işi. Şairler bu yükü sırtlanma cesaretini gösterebilen insanlardır. Kıskanırım biraz. Arada bir iki satır yazmayı denerim ama, tıpkı gerilla taktiği gibi, yazar kaçarım hemen o ruh halinden.
Cem Seyhun Ünbay, o cesur insanlardan biridir işte... 1992’de yayımlanan Yosunlandı Poseidon’un Sakalları, 1993’te yayımlanan Adını Hiç Sormayın Söyleyemem, 2001’de yayımlanan Kent Masalları, 2003’te yayımlanan Öyle Söyleme, 2012’de yayımlanan Pireler Berber Değilmiş ve 2018’de yayımlanan B/aşka adlı kitapları, eserlerinden birkaçı...
Hep yazmış. Yazdıkça yazmadıklarına borçlanmış, borçlandıkça yazmış. Yayımlanmış 15 kitabı var şairin, ödülleri var...
Kent tarihine çok meraklı ve İzmir’e âşık bir şair Cem Seyhun Ünbay. Son kitabı ‘İzmir... her yanı/m sevda’
Nerede Bornova tarihinden söz edilse Levantenler ve onların en büyük izleri olan köşkler sohbetin ana konusu olur. Bu doğaldır, hakikaten Bornova’nın son 300 yılında büyük izler bırakmışlardır, ama Bornova’nın tarihi sadece Levantenlerden ibaret değildir.
Mesela bir Büyük Cami’si vardır Bornova’nın. İzmir’de halen faal olan, en eski camidir. İnşa tarihine dair herhangi bir bilgi bulunmadığı için sanat tarihçilerinin tespitlerinden anlıyoruz ki, caminin mimari karakteri beylikler ve hatta belki de Selçuklular dönemine denk düşer.
Büyük Cami etrafında yüzlerce yıldan bu yana var olan bir de muhteşem Büyük Çarşı vardır. 1970’lerden itibaren nüfus artışıyla paralel olarak yeni alışveriş ve sosyal hayat odakları oluşsa da Büyük Çarşı günümüzde de hâlâ Bornova’nın kalbinin attığı yerdir.
Bornova Büyük Çarşı’ya dair ilk kayıtlara II. Bayezid ve I. Selim devri veziriazamlarından Hersekzâde Ahmed Paşa’nın 1511 tarihli vakfiyesinde rastlıyoruz. Bu tarihin daha eskilere
Yıllardan bu yana, İzmir’den ve 50 yıldır bana kucak açan Bornova’nın tarihinden yaşanmış hikâyeler anlatıyorum okuyucularıma.
Milliyet Ege’nin bu sütunlarında da 3 yıla yakın bir zamandır yaklaşık 150 makaleyle sizlerle birlikte oldum. Bunların 40’tan fazlasında yine Bornova’yı anlatmışım...
“Bornova’da bu kadar anlatılacak ne var?” diyebilirsiniz.
Gelin, bir yürüyüş yaptığımızı varsayalım ve Bornova Metro Durağı’ndan Suphi Koyuncuoğlu Lisesi’ne kadar olan, yaklaşık 1,5 kilometrelik kısacık mesafede sadece ana başlıklarıyla bile anlatılacak ne zenginlikler olduğunu birlikte görelim...
Metro durağının hemen karşısında ilk göreceğiniz yer Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nün bahçesidir. Bornova, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bu bahçede beş kez ağırlamıştır. Türkiye’deki ilk Atatürk anıtı bu bahçededir.
Bahçeden çıktıktan 20 metre sonra, 140 yıllık muhteşem Bardisbanyan Köşkü’yle karşılaşacaksınız. Bu köşk, Türkiye’nin en görkemli 10