Orman yangınlarıyla mücadeleye yönelik özel meteorolojik uzmanlık ve altyapı ülkemizde mevcut değil
İçinde bulunduğumuz bu sıcak ve kuru günlerde “... ormanlık alanında ... ayrı noktada saat ... sıralarında bilinmeyen nedenle yangın çıktı. Yangın, rüzgarın etkisiyle kısa sürede büyüdü” şeklindeki haberler yaygın. Artık bu yangınlar sadece yazın olmuyor; orman yangınları mevsimi kasım ayının sonuna kadar uzamış durumda.
Orman yangınlarının başlaması, büyümesi ve sona ermesinde hava şartları önemli rol oynar. Enerji, oksijen ve yanıcı madde yeterli miktarda bir araya gelirse yanma meydana gelir. Ormanlardaki enerji ve yakıt hava sıcaklığı, rüzgar ve nemden etkilenir. Örneğin, kuraklık orman yangınları için uygun koşulları oluşturur ve rüzgar yangının gelişmesine neden olur. Böylece hava şartları, yangının daha hızlı hareket etmesine ve daha büyük bir alanın tahrip edilmesine yol açar. Bu durum yangınla mücadeleyi de zorlaştırır.
Orman yangınları öğleden sonra daha fazla çıkar
Açık günlerde yakıtı oluşturan ağaçlar, yerdeki kuru dallar, yapraklar vb. sürekli ve yoğun bir güneş enerjisine maruz kalır. Güneş enerjisi yakıtın sıcaklığını tutuşma sıcaklığına ulaştırdığı an
Uzun süre kurşuna maruz kalan çocuklarda çeşitli sağlık problemleri ortaya çıkıyor. Kandaki kurşun, çocukların beyin ve zihinsel gelişmesiyle birlikte şiddete yönelik davranışlarını da etkiliyor
Yol kenarındaki çocuk parklarını ve otlayan inekleri gördükçe canım çok sıkılır. Yol kenarlarında çoluk çocuk piknik yapanlara ise ne demeli!
İddia şu; sağlıklı bir doğal çevre suçları azaltır. Bu iddia en az üç nedenden dolayı mümkün görünmez:
1. Kamuoyu suçların azalmayıp hep arttığını düşünür. 2. Suç oranındaki artışın daha çok ekonomideki kötü gidişle ilişkili olduğuna inanılır. 3. Genel bir inanışa göre de suça insanlar sebep olur, doğal çevre değil. Ama bütün bu yanlış inanışların aksine Amerika’da sağlıklı bir çevrede yaşamanın suç oranını azalttığı görülmüş.
Suçtaki şaşırtıcı düşüşün ardındaki sır ne?
Örneğin, 2009’da yaşanan büyük ekonomik kriz sırasında suç işlenme oranı dibe vurmuştur. FBI kayıtları, 2009 yılında şiddet suçlarının 2008'e göre yüzde 5.5 düştüğünü gösteriyor. 2009'da cinayet yüzde 7.2, soygun yüzde 8.1 oranında düşmüştü. 2009'da şiddet suçlarının toplam sayısı son 20 yıl içindeki en düşük sayıydı. Kundaklama ve motorlu araç hırsızlığı gibi
“Türkiye’nin oksijeni en bol bölgesi neresidir?” gibi bir soruya yanıt vermeden önce sizi derin bir nefes almaya ve düşünmeye davet ediyorum
Farkında olmaksızın bir dakikada ortalama 12 kez nefes alır ve 12 kez de veririz. Her nefes alışımızda büyük ölçüde azot ve oksijenden oluşan gaz karışımını “hava” olarak ciğerlerimize çekeriz.
Şimdi “Türkiye’nin oksijeni en bol bölgesi neresidir?” gibi bir soruya, Edremit Körfezi, Datça Yarımadası, Altınoluk, Macahel, Kaz Dağları, Antalya, Sürmene vb. şeklinde bir yanıt vermeden önce sizi derin bir nefes almaya ve düşünmeye davet ediyorum. Çünkü şu an yanlış bir ezbere, daha da doğrusu “kötü bilim”e kurban gitmek üzeresiniz! Aslında soru yanlış! Soru “Türkiye’nin havası en temiz bölgesi neresidir?” şeklinde olmalıydı...
“Kötü bilim” örnekleri
Günümüzde, bilimsel kavramların öğretilmesinde yanlış bilgi, örnekler ve çizimlerin kullanılması, “kötü bilim” olarak kabul edilip üzerinde durulan önemli bir öğretim konusu. Maalesef kullandığımız kelime ve kavramların anlamını tam bilmiyor ve hiç sorgulamıyoruz. Daha da kötüsü, bunun farkında bile değiliz. İyi niyetle de olsa yazıp söylediklerimizle çocuklarımıza da yanlış bilgi verip,
İsterseniz “felaket tellalı” deyin; işte yine yazıyorum: Küresel iklim değişimi sonucu yükselen deniz suyu seviyeleri kıyılarımızı tehdit ediyor, hepimiz tedbirli olmalıyız
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Bodrum kıyılarında tespit ettiği çarpık yapılaşma aslında Karadeniz’den Akdeniz’e Türkiye’nin toplam uzunluğu 8 bin
333 kilometre olan tüm kıyı çizgisi boyunca geçerli. Başbakanın sahil yağmasıyla yakından ilgilenmesi çok güzel bir gelişme ancak kıyıları korumak için 100 ya da 50 metre gibi her yer için sabit bir kıyı şeridi mesafesi belirlemek ne kadar doğru? Eğer kıyılarımızda turizm vb. için “olmazsa olmaz” yatırımlar yapılacaksa mutlaka arazi yapısıyla birlikte küresel iklim değişimi nedeniyle yükselen deniz su seviyesi de dikkate alınmalı.
Karadeniz’de artık birçok kumsal yok olmuş
Aslında Asya’daki tsunami faciaları, kıyılardaki yaşamın ne kadar kırılgan olduğunu birçok kez göstermiştir. 1997’de Van Gölü civarındaki su seviye yükselmesinde de görüldüğü gibi kıyılarımızdaki her şey su seviye yükselmesinden etkilenebilir... Bugün Riva Deresi etrafında yaşayanlar da bilir. Kuvvetli bir poyraz estiğinde Riva Deresi’ni Karadeniz’in kabaran
Türk çayı, hiçbir kimyasal mücadelenin olmadığı, dünyanın tek doğal çayı olarak dünya pazarlarında artık yer alıyor. İnanılmaz ama bunu bölgedeki kar yağışına borçluyuz
Tropikal ve yarı tropikal iklimlerde yetişen “Camellia Sinensis”
ya da hepimizin bildiği adıyla çay, eskiden olduğu gibi günümüzde de misafirleri en zarif biçimde ağırlama işlevini sürdürüyor. Kar yağışı görülmeyen tropiklerde çayın, böcek gibi haşerelerden korunması için ilaçlanması da gerekiyor. Bu nedenle, doğal ya da organik çayın yetişmesi için tropikal özellikleri olan bir yerin yanı sıra bir de çay yaprakları üzerinde böcek gibi haşereler olmaması için o yaprakların üzerine kar yağmasına ihtiyaç var.
Farkında değiliz ama dünya ile kıyaslandığında ülkemizin çay üretiminde çok büyük bir avantajı var. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin doğal iklim şartları gereği, çay tarımında kimyasal ilaçlama yapılmıyor. Doğanın bizzat kendisi, çay için gerekli ilaç etkisini yaratıyor. Yani Türkiye, dünyadaki büyük çay üreticilerinin arasında, çayın üzerine kar yağan tek ülke... Doğa, çayın üzerine yağdırdığı kar ile ona gerekli olan korumayı da sağlıyor.
Üç temel çay çeşidi var
Akdeniz’in mavi yolculuğu ve mavi turu varsa; Karadeniz’in neden yeşil yolculuğu ve yeşil turu olmasın! Zaten artan sıcaklık ve kuraklık Karadeniz’i mecbur kılacak...
Dünya’da yabancı turist sayısı, 1950’de 25 milyon iken bugün 880 milyona çıkmış. 2020 yılında bu sayının 1.6 milyara çıkması bekleniyor! En önemli soru: Sayısal olarak patlama yapan turist nereye gidiyor ve yakın bir gelecekte nereye gidecek?
Yaygın bir inanışa göre: “Planlamış olduğunuz tatil iklime bağlıdır ama tatil yerine vardığınızda sadece hava vardır”. Yani, hava her zaman siz turistlere “bir sürpriz yapma hakkını” saklı tutar. Bununla beraber, bir çalışmaya göre İngiliz turistlerin katlanabileceği günün en yüksek hava sıcaklığı 31 derecedir. Fakat şu an, yerli ve yabancı turistlerin çoğu güneşli, çok sıcak ve suyu kıt olan Akdeniz kıyılarımıza geliyor! Yani artık tüm turistlerin kurak bölgelerimizde, kurak aylarda yoğunlaşmasını engellemek için de turizmi ülke içinde yaygınlaştırmamız gerekiyor.
Güneş-kum-deniz artık “sürdürülebilir turizm” olarak görülmüyor
Sıcak-nemli hava, sıcak-kuru havadan çok daha fazla rahatsız edici. Sıcak-nemli hava sadece bunaltıcı değil aynı zamanda insan sağlığı
İki hafta sonra 17 Ağustos 1999 Marmara Depremlerinin 14’üncü yılına gireceğiz. Karınca misali afetlere hazırlanmak yolunda onca yıl çok şey yaptık ama bir arpa boyu yol gittik!
Hâlâ İstanbul için “felaketi bekleyen şehir” ya da “yıkılmayı bekleyen
taş yığını” tabirleri kullanılıyor. Felaket tellallığı yapmak yerine çözüm geliştirip afetlere, doğru bir şekilde hazırlanmalıyız. Bu nedenle ABD, Japonya ve ülkemizdeki afet yönetimi yapılanmasını, mevzuatı ve politikaları yakından takip eden afet yönetimi uzmanı Mike Judgeson’a tekrar kulak verin.
“Marmara Depremleri Türkiye’de afet yönetimi konusunda evrensel standartlara, ortak bir eğitime ve hazırlığa ihtiyacınız olduğunu göstermişti. Bundan sonra afetlere hazırlık için çok şey yaptınız ama asla yetmez. Özellikle de riskleri yeterince azaltıp afetlere hazırlığı halka indiremediniz. Şimdi öncelikle;
1- Fay hatlarına ve zemine takılıp kalmayın. Asla rehavete yönelten ve rahatlatıcı hamasi söylemlere aldanmayın. Hazırlıklarınızı en kötü olasılığa göre yapın. Yaptıklarınızı hiçbir zaman yeterli görmeyin, kurumsal milliyetçilik ve körlükten kaçının.
2- Sadece şatafatlı arama kurtarma ekipleri oluşturmak yerine, afetlere
Yaz mevsimi ilerlerken evimiz kavurucu sıcaklıklardan dolayı giderek bir fırın ya da tandır halini alıyor. Bu yüzden de maalesef ülkemizde dam kazaları mevsimi açıldı
Şüphesiz damda yatmak apayrı bir kültür, alışkanlık ve aslında bir zorunluluk! Bunu anlamadan ve bıyık altından gülerek “Vatandaş, Damdan Düşme!” şeklinde yapılan sözde uyarılar ile bu iş çözülemez. Zahmet edip küçük bir araştırma yapılırsa dam yaşamının, sadece “damdan düşme istatistikleri”nden ibaret olmadığı görürülür. Damdan düşme problemi Pakistan’da, İran’da da var. Peki, atalarımız, diğer kültürler, hayvanlar, vb. bu sorunu nasıl çözmüş?
Her yıl özellikle temmuz, ağustos ve eylül aylarında Güneydoğu Anadolu’da damda yatan aileler ve çocuklar uyku sersemliğiyle damdan düşerek ölüyor, yaralanıyor veya sakat kalıyor. Çünkü buralardaki yapıların hemen hemen hiçbirinde çatı yok. Sabahtan akşama kadar beton, güneşin tüm sıcağını emiyor; akşamdan sabaha kadar da emdiği bu sıcağı geri veriyor. Bu nedenle, yaz kendini iyice hissettirince bölge insanı yaylaya ya da yazlığa çıkar gibi evinin damına taşınır. Dam süpürülüp temizlenir, çullar serilir, çulların üzerine yataklar, yastıklar konur, cibinlikler gerilir.