Yaz mevsimi ilerlerken evimiz kavurucu sıcaklıklardan dolayı giderek bir fırın ya da tandır halini alıyor. Bu yüzden de maalesef ülkemizde dam kazaları mevsimi açıldı
Şüphesiz damda yatmak apayrı bir kültür, alışkanlık ve aslında bir zorunluluk! Bunu anlamadan ve bıyık altından gülerek “Vatandaş, Damdan Düşme!” şeklinde yapılan sözde uyarılar ile bu iş çözülemez. Zahmet edip küçük bir araştırma yapılırsa dam yaşamının, sadece “damdan düşme istatistikleri”nden ibaret olmadığı görürülür. Damdan düşme problemi Pakistan’da, İran’da da var. Peki, atalarımız, diğer kültürler, hayvanlar, vb. bu sorunu nasıl çözmüş?
Her yıl özellikle temmuz, ağustos ve eylül aylarında Güneydoğu Anadolu’da damda yatan aileler ve çocuklar uyku sersemliğiyle damdan düşerek ölüyor, yaralanıyor veya sakat kalıyor. Çünkü buralardaki yapıların hemen hemen hiçbirinde çatı yok. Sabahtan akşama kadar beton, güneşin tüm sıcağını emiyor; akşamdan sabaha kadar da emdiği bu sıcağı geri veriyor. Bu nedenle, yaz kendini iyice hissettirince bölge insanı yaylaya ya da yazlığa çıkar gibi evinin damına taşınır. Dam süpürülüp temizlenir, çullar serilir, çulların üzerine yataklar, yastıklar konur, cibinlikler gerilir. Akşam güneşin batmasıyla başlayan damlı yaşama, akşam kalınan yerden başlanmak üzere güneşin ilk ışıkları ile ara verilir. Benim gibi hayatları boyunca damda hiç yatmamış olanlar bu dünyayı bilemez. Bizim için dam yaşamı, sadece gazete haberlerinde gördüğümüz “damdan düşme istatistikleri”nden ibaret.
Düşük karbonlu bir hayat yaşamaya niyet etsek iyi olacak
“Kardeşim evlerine klima ya da uyduruk da olsa bir vantilatör alsınlar” diyen olabilir. Birçok insanın ne bu aletleri alma, ne hayli kabarık gelecek olan elektrik faturasını ödeyebilme, ne de sıcaklardan kaçmak için başka bir yere gitme gibi bir lüksü var. Ayrıca bizler de birey olarak düşük karbonlu bir hayat yaşamaya niyet etsek iyi olacak. Aynen düşük karbonhidratlı, yağlı, tuzlu, şekerli, vb. diyetler gibi “düşük karbonlu diyet ” yapmak zorundayız. Bu nedenle, sadece klima, vb. ile soğumak yerine daha çok yalıtım ve doğal yöntemler ile serinlemekten başka çaremiz yok.
Aslında cevap “Peki, atalarımız da damdan düşer miydi?” sorusunda yatıyor. Çünkü, eskiden ne klima, ne de vantilatör vardı. Ama özellikle İran’da başlayıp Pakistana, Dubai’ye, Mardin ve çevresine kadar yayılmış olan bir yöntem vardı. “Rüzgar kulesi” (badgir) olarak adlandırılan bu yöntem hâlâ yaygın bir şekilde kullanılıyor. Hatta İngiltere’de “sıfır karbon evler” diye tasarlanmış, günümüzün en modern evleri de bu antik yöntemi kullanıyor. Özetle çok eskilerde, Güneydoğu Anadolu gibi kerpiç evlere benzer evlerin üzerine, gece rüzgarı toplayıp evin içine almak için rüzgârın yönü açık olan kulübe gibi bir şeyler inşa edilirmiş. Yani pasif ama doğal soğutma ve havalandırma sistemleri bu topraklarda çok eskiden kullanılıyormuş.
Evler esen rüzgarlara göre inşa edilebilir
Ayrıca ısınan dünyamızda klima ihtiyacını minimuma indirmek için de, şehir planlamasında da daha dikkatli olmamız gerekiyor. Yazın şehirlerde etkin olan rüzgar koridorları açık tutulmalı. Örneğin caddelerin yönlendirilmesi, oturma odalarının hangi yöne bakacağı, camların büyüklüğü, vb.’ine dikkat edilmeli. Örneğin, yine çok eskiden İzmir’de caddeler denize dik yapılırdı. Yani deniz meltemi içeri girsin ve yazın şehirde konfor sağlansın istenirdi. Şimdi binaların denize paralel yapılması rüzgara Çin Seddi çekmek gibi bir durum oluşturuyor.
Küresel iklim değişikliği ile birlikte önümüzdeki yıllarda damdan düşenlerin sayısı daha da artacak şüphesiz. Bu durumda, ciddi ve doğal önlemler almamız gerekiyor. Örneğin, yine damların üstünden esen rüzgarları yakalayıp evin içine yönlendirebilecek basit rüzgar kuleleri yapılması yoluna gidilebilir. Hatta tüm Türkiye’de evler, sokak ve caddeler bölgede esen hakim rüzgarlara göre inşa edilerek kışın güneşten ve yazın da rüzgardan yararlanılması gibi “basit” önlemlerin plan notlarıyla zorunlu hale getirilebilir.
Özetle atalarımız, kuşlar ve karıncalar gibi doğaya uyumlu evler inşa etmiş, biz ise güya modernleşerek ucube, tek tip, beton binalar inşa ederek doğadan, akıl ve bilimden uzaklaşmışız. Hiç damından düşen “kuş beyinli” dediğimiz yetişkin
bir kuş gördünüz mü?