Ölümle sonuçlanan fırtına, piknik yapanların üzerine devrilen ağaç ve hortumlarda uçuşan çatı haberlerini sıkça duyuyoruz artık. Yürüdüğünüz yerde tabela olmamasını tercih ediyor, piknik alanında ağaçlardan uzak duruyorsanız sizin de rüzgar korkunuz var demektir
Sizi korkutan fırtınalar, şiddetli rüzgarlarla birlikte zararlara neden olan yağmur, kar, dolu ve benzeri meteorolojik durumları belirten genel bir terimdir. Bunun için de fırtınaların, yağmur fırtınası, rüzgar fırtınası, kar fırtınası, dolu fırtınası, toz fırtınası, kum fırtınası ve benzeri gibi çeşitli adları vardır. Ama rüzgar olmadan fırtına olmaz.
Rüzgar fırtınaları, yapıları gereği bir yönde “düz esen” ve “kendi ekseni etrafında dönenerek esen” rüzgarlar olarak ikiye ayrılır. Ülkemizde yaygın olarak görülen düz esen rüzgarlar, belli bir şiddeti aşınca “fırtına”, “fırtına çıktı” ya da “kasırga koptu” şeklinde adlandırılır. Dönen rüzgarların ise en küçüğüne “toz şeytanı”, çapı 100 ile 600 metre arasında olanına “hortum” ve çapı 600 kilometre olanına da “tayfun” denilmektedir.
Hortumlar sadece Amerika’ya mahsus değil
Hortumlar; küçük, güçlü ve alçak basınç alanlarında, hızlı bir şekilde kendi etrafında
Çılgın proje “Kanal İstanbul”, Karadeniz’i boşaltır mı? Çevre felaketi yaşanır mı? Kansere neden olur mu? Boğazlar konusunda elimizi güçlendirir mi?
Uzunluğu 42 kilometde ve üst genişliği 500 metre olması planlanan ve “Kanal İstanbul” olarak bilinen projenin olumlu olumsuz etkilerini pek bilmiyoruz. Projeyi savunanlar İstanbul Boğazı’ndaki tehlikeli deniz trafiğine ve alternatif bir su yolu üreterek IMO’da PSS kozu elde etmemize işaret ediyor. Karşı çıkanlar ise Karadeniz’in suyunun Marmara Denizi’ne boşalacağını ve çevrenin çılgınca tahrip edileceğini söylüyor.
Mesleğimizde iyiysek de her şeyi bilmiyoruz yani
Benim gibi mesleğinde bir yerlere gelmiş, titr edinmiş olabilirsiniz ama bu bilimsel körlüğe sebep olmamalı. Elbette, etrafımıza ne var, ne yok diye bakmalı ve fikir yürütmeliyiz. Ancak, kendi mesleğimizden yola çıkıp, alakasız konularda ahkam kesmek, akademik etiğe aykırı. Mesleğimizde iyiysek de her şeyi bilmiyoruz yani? Ama öğrenebiliriz. Merak edip dünyaya böyle kanallarda ne oluyor diye bir baktım...
Dünyada uzunluğu 227 kilometre olan Baltık Kanalı’ndan 43 kilometre olan Welland Kanalı’na kadar 11 adet önemli insan yapımı gemi kanalı var. Bunların önemli
Bu yaz Türkiye’nin büyük bir kısmında, özellikle de batısında hava sıcaklıkları yüzde 70 oranında mevsim normallerinin üzerinde geçecek. Yüksek nemle bileşimi sonucu ortaya çıkan aşırı hava sıcaklığı, kalp, solunum yolu hastalıklarını tetikleyerek kitlesel ölümlere de sebep olabiliyor
Mart ayının başında 2013 yazı için hava sıcaklıklarının alarm verdiğini yazmıştım. Şimdi fikr-i takip icabı yaz havası tahminine, betona ve trafiğe tekrar bakmalıyız.
“2013, dünyanın gördüğü en sıcak yaz ve yıl olabilir” şeklinde bir iddiada bulunmadım çünkü (ve çok şükür!) El Nino bu yıl etkisiz. Yine de normalinden sıcak bir yaz geçirme ihtimali var. Alarm vermek bana düşmez ama önümüzdeki yaza ait tahminler, artan betonlaşma ve otomobil sayısı hiç hayra âlâmet değil. “Sıcak yaz, kent ısı adası ve yaz sisinin ne demek” olduğunu anlamak ve önlem almak zorundayız.
Önce havanın, takvimlerde belirlediğimiz tarihlerden hiç ama hiç haberi olmadığını, yani onlara uymak zorunda olmadığını anlamalıyız. Yani, meteorolojik olarak 1 Haziran, astronomik olarak ise 21 Haziran’da yaz mevsimine girdiğimiz sadece kitaplarda yazar. Aslında atmosferik şartlar ne zaman uygunsa, yaz mevsimini andıran hava
Bu yıl yağışlı ve çok ılık bir kış geçirdik, yani kenelerin tırmanabileceği otlar her yerden fışkırıyor ve keneler bizi bekliyor; aman dikkat!
Ne tuhaf ki Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığındaki artışın sorumlusu da küresel iklim değişikliğinin belli başlı nedeni olan karbondioksittir. Kenelerin her yıl daha erken ve çok görülmesinin nedeni, küresel iklim değişikliği yani karbondioksit gibi sera gazlarıdır. Aslında küresel iklim değişikliği kenelerin sadece daha erken aktif olmasına değil; aynı zamanda daha önce iklimi uygun olmayan yerlerde de ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bilindiği gibi KKKA adlı hastalık ilk kez 1944 yılında Kırım’da daha sonra 1969 yılında Kongo’da görülmüş. Rusya, Doğu Avrupa, Akdeniz, Asya, Afrika ve Ortadoğu gibi geniş bir alanda etkili. Ülkemizde ise en çok bahar ve yaz aylarında orta-kuzey Anadolu civarında görülüyor. Kene yoğunluğu, yerel hava, flora ve fauna ile bağlantılı ve bir avlu içinde bile bir noktadan diğerine önemli ölçüde değişebiliyor.
İnsanlar ve hayvanların birbirine bulaştırabildikleri hastalıklara zoonoz hastalıklar denir. Zoonoz hastalıklar genel olarak temas, solunum veya oral yollarla olmakta. Örneğin, kedi veya
Şehir denilen beton yığınları içinizi daraltmıyor mu? Aslında onlar bizim evimiz değil! O, yan yana dizili, sağlıksız beton yapılar, gerçekte birer hapishane...
Ülkemizde “medeniyet gerilemesi” yapılaşmada çok net görülebilen bir olgu. Şu an dünyada yaygınlaşmaya başlayan “yeşil bina/kent” kavramı öncelikle yerel malzeme kullanımı ve yerel iklime uyumu öngörüyor. İster inanın ister inanmayın; “geleneksel Türk evi” olarak ün yapmış evlerimiz bugünün standardını 100 yıl önce yakalamıştı.
OECD’ye göre rastgele inşa edilen binalarda yaşayanlar, dünyadaki hammaddenin yüzde 30’unu, enerjinin yüzde 42’sini, elektriğin yüzde 70’ini, çeşme suyunun yüzde 12’sini kullanıp havayı kirleten, iklimi değiştiren gazların ve çöplerin de yüzde 40’ını üretiyor. Yeşil binalarda yaşayanların ise enerji faturaları yüzde 30, karbon salınımı yüzde 35, su kullanımı yüzde
30-50 ve çöp üretimi yüzde 50-90 daha düşük olabiliyor. Özetle yeşil binalar ile su, enerji ve para tasarruf etmek, hava kirliliğini azaltmak, küresel iklim değişikliği ile mücadele etmek mümkün.
İçinde yaşayanların çevreye zararlarını azaltan binalar
Görüldüğü gibi doğaya en fazla zarar veren sektörlerden biri yapı
Yiyeceğimiz olmayınca aşk, para pul, politika, teknoloji, şarkı türkü, şampiyonlar ligi, hangi takımın küme düşeceği vb.’nin hiçbir anlamı ve önemi kalmaz...
Tarım, üstü açık bir fabrikadır. Türkiye’de de tarımsal üretim hava şartlarına bağlı olarak yıldan yıla değişmekte. Olmazsa olmaz gıdamızı üreten tarım alanlarının (yani üstü açık fabrikalarımızın) üzerine yanlış bir şekilde ev ve otomobil tesisi vb. diğer fabrikaları kuruyoruz. Bir yandan da iklim değişikliği nedeniyle artan meteorolojik afetler yüzünden tarımsal üretimde tehlikeli düşüşler yaşanıyor. Bütün bunların bir sonucu olarak da gıda kıtlığı ve fiyat spekülasyonları artıyor.
Ekonomi-tarım-iklim dikkate almalıyız
Hava sıcaklığındaki 1-2 derecelik artış size küçük ve anlamsız gelebilir. Örneğin, Uganda hükümeti tarımda iklim değişikliğine uyum için ortalama hava sıcaklığında 2 derecelik bir artışla Robusta kahvesinin üretildiği alanların nasıl değişeceğini belirletmiş. 2 C’lik artış sonucu kahve üretilen alanların büyük ölçüde ortadan kalkacağını gören Uganda, iklim değişikliğinden geriye kalan alanları koruma altına almış. Yani iklim değişikliğine uyum için arazi planlaması yapmakta, ileride tarımsal
Çamur yağdı, arabam, camlar kirlendi diye hiç üzülmeyin. Nisan yağmurlarını şifa niyetine içmek de tarih oldu. Gökten artık çöl tozu değil; zehir yağıyor!
Geçende İstanbul-Bandırma hattında yağan çamurdan sonra kendimi Türk TORAKS Derneğinin 16. Yıllık Kongresinde buldum. “Nefes Varsa Hayat Vardır” sloganı ile düzenlenen kongrede
Prof. Dr. Hasan Bayram’ın “Çölleşme ve Çöl Tozlarının Sağlığa Etkisi” başlıklı konuşması beni bu yazıyı yazmaya itti.
AB standartlarına göre 10 mikron büyüklüğündeki tozun günlük miktarı
1 metreküp havada en fazla 50 mikrogram olmalı. Çöl tozları nedeniyle, bu değerin çok üzerine çıkılmakta. Türkiye’nin güneyindeki iller gibi çöllere yakın olan yerlerde tehlike büyük. Çünkü
Dr. Bayram’a göre çöl tozları insan sağlığına zararlı kimyasal ve biyolojik maddeler taşımakta. Böylece havada yoğun çöl tozu olan yerlerde solumun, dolaşım, kalp, menenjit vb. hastalıklarda dolayısıyla da ölümlerde artışlar olmakta.
Özellikle Sahra tozları ile günlük insan ölümleri arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çalışmalar var. Örneğin, Parez ve arkadaşlarının 2008 yılında Epidemiology dergisinde yayınladıkları çalışmada Barselona şehrindeki ölümlerin daha çok Sahra
“Yeni bir şehir doğuyor” diye janjanlı reklamları görürsünüz ama onların hiçbiri iklimden, binalarının güneş ve rüzgar hakkından bahsetmiyor
Eğer güneşe doğru bakarsanız (bunu göz sağlığınız için tavsiye etmem) teknik olarak zamanda geri gitmiş olursunuz. Örneğin şu an güneşteki parlaklık yaklaşık 8 dakika önceki güneş ışığıdır. Aslında mümkün olsa da 1933 yılına geri dönebilsek çünkü 1933’te yapılan Atina Anlaşması’nda denildiği gibi; “... yapıların birbirlerinden yeterince uzak mesafelerde yapılmış olması gerekir; aksi takdirde yükseklikleri bir mükemmellik belirtisi olmak yerine, mevcut kötü durumun daha da kötüleşmesine neden olacaktır.”
Buna rağmen 80 yıl sonra İstanbul’un orasında burasından fışkıran yeni şehirlerin ya da lüks yaşam merkezlerinin öne çıkarttıkları özellikleri şöyle: “Çok yıldızlı konfor, ilginç mimari, çevreye en duyarlı, akıllı, iklimlendirilmiş temiz hava, kazanç, huzur ve mutluluk garanti!” Ayrıca Başbakan Erdoğan da partili belediye başkanlarına şehircilik dersi verirken “Yüksek bina heveslisi olmayın. Bu marifet değil!” diyor ama “filanca kattan adalara kadar manzara, Türkiye’nin en yüksek kuleleri” vb. şeklinde de bu özelliklerini marifetmiş