Bana göre, sana göre değil; afet yönetimi bilimine ve beklenen deprem senaryosuna göre İstanbul depreme hazır mı? İşte rakamlarla olası bir depremin sonuçları...
En son İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009 yılında yapılan ve en kötü senaryo olarak bilinen 7.5 büyüklüğündeki deprem sonuçları için senaryo güncellendi. Her ne kadar rakamları çok iyimser bir hale getirilmiş olsa da şimdi bu senaryoya bakarak “İstanbul depreme hazır mı?” sorusuna somut cevaplar aramalıyız.
* 10-30 bin ölü: Bu ölümler gerçekleştiğinde kimlik tespiti, cenaze işleri için bir hazırlık yapmak mümkün değil. Ayrıca mezarlıkların planlanmasında her ölü beden için 5 metrekarelik bir alan gerekli. 30 bin ölü, 150 bin metrekarelik mezarlık demek!
* 2 bin 500-10 bin çok ağır hasarlı ve 13-34 bin ağır hasarlı bina: Çok ağır hasarlı binaların yarısı yassı kadayıf olsa, bu binalardan herkes canlı çıkarılamaz ve ölenler geri getirilemez. Aslında depremden sonra 5 bin binaya, 5 bin tane 20’şer kişiden oluşan arama ve kurtarma ekibi bulmak mümkün değil.
* 85-150 bin orta hasarlı ve 250-350 bin hafif hasarlı bina: Böyle bir durumda 530 bin olarak hesaplanan acil barınma ihtiyacı olan hane sayısı,
Geçenlerde Saros Körfezi’nde deprem olunca sağa-sola kaçışanlar oldu. Afetlerde cahil insanların bir kısmı donup kalır, bir kısmı ise işte böyle şuursuzca kaçışır
Bu yazıyı depremde nasıl korunacağını bilmediğini bilenler için yazıyorum. “Deprem anında yat-uzan veya üçgen-beşgen yap” diyorsanız daha fazla okumayın! Çünkü bu tür uydurma bilgilere inanmış olanları ikna etmek mümkün değil. Shakespeare’ın dediğin gibi: “Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz...”
1999 Marmara depremlerinde “Deprem anında yatıp cenin pozisyonu almak” gibi yanlış bir şeyi halkımıza aşıladılar. İşi ilerleterek sadece yassı kadayıf olmuş birkaç binada eşyaların bıraktıkları boşluklara bakarak “hayat üçgeni” ya da “yaşam boşluğu” da icat ettiler. Kimisi de bir “depremle mücadele söylemi” tutturmuş gidiyor. Yani Hz. Ali’nin “Cahilin cahilliğini kanıtlamak kolaydır fakat ona itiraf ettirmek güçtür” dediği gibi evrensel bilim ve uluslararası standartları da tanımıyorlar. Aslında cahil cesaretinden de öte bazılarının kibirleri en gözde günahları olup çıktı.
Maalesef toplum için “12 Maymun” (Twelve Monkeys-1995) filminde söylendiği gibi; “Doğru ya da yanlış diye bir şey yok, sadece
Türkiye neden terör problemini 30 senedir çözemedi? Bana sorarsanız “Daha kolay bir problem olan deprem riskini neden çözemiyorsak, terörü de o yüzden çözemiyoruz” derim. Aslında teröre de afet gözüyle bakmalıyız
Geçenlerde bir maklube yemeğinde “twitdaş”larla bir araya geldik. Konu döndü dolaştı Türkiye’de terör probleminin çözümü için yapılan son girişime geldi. Birisi “Neden bu terör problemi
30 yıldır çözülemedi?” diye sorunca aklıma deprem geldi. Depremde işin içinde dış güçler, vb. şeyler yok ama Türkiye’de hâlâ çok büyük bir risk. Saroz Körfezi’ndeki son depremde “çök-kapan-tutun” hareketini yapmak yerine sağa-sola şuursuzca koşturanlara bakarsanız depremde gelemediğimiz noktayı çok iyi görebilirsiniz.
“Deprem ile terör arasında ne alaka var? diyorsanız, siz “afet”, yerine hâlâ “doğal afet” diyenlerden olabilirsiniz. Dikkat, ezberiniz sizi fena halde yanıltıyor. Hem deprem, hem de terör birer afettir. Her ikisi de can, mal, vb. kayıplara neden olur. Bu nedenle ikisinin de çözümü, bütünleşik afet yönetim sistemi içinde aranmalıdır.
Hazırlık, tahmin ve erken uyarı
Havadan anlamayanlara sis, güneş ve kar korkunç bir şeytan üçgeniymiş gibi gelir. Aslında normal olmayan kar ile ilgili ne kadar çok güzel şey olduğunu bilmememizdir
Bakmayın siz milletin kar yağışlı günlere “kara kış” filan dediğine. Romantik anlamda karla hiçbir şey yarışamaz.
Bu nedenle, Amerikan edebiyatında karla ilgili pek çok benzetme var. Örneğin, Lara Biyuts soruyor: “İlk kar, ilk aşk gibidir. İlk karı hatırlar mısınız?” Ya da sevdiğinizi, başka bir eşi ve benzeri olmayan, bir kar kristaline de benzetebilirsiniz. Karlı en romantik
Türk atasözü ise “Aşık olmadan önce karda ayak izi bırakmamayı öğrenin”dir.
Birçok kuzey ülkesinde aslında kara bağlı iki mevsim vardır: Yollarda karla mücadele mevsimi ve yolları tamir etme mevsimi. Aslında kış sadece kar mevsimi hatta para kazanma mevsimidir. Bu yüzden kuzey ülkelerinde kar yağması iş, aş ve ekonomi demektir. Kar yağmazsa pek çok kişi iflasa sürüklenir. Yani farklı bir şekilde de olsa onlar için de kar yağışı “duygusal” bir olay.
Pek çok kültürde kar kristalleri, cennetten doğaya gelen veya düşen öpücükler olarak görülür. Benim en çok hoşuma gidenlerden biri, Lewis Carroll’un “Alis Harikalar Diyarında”ki
Suriye sınırında, Esad’ın kimyasal silahlarının tehdidi altında yaşayanlara ya da evinde, ofisinde otururken polisin kullandığı gaz bombasından etkilenebilecek herkese lazım bir prosedür!
Ne zamandır Suriye sınırındaki vatandaşlarımızın çaresizliğini ve hâlâ adı olup ama hiçbir icraatı olmayan sivil savunma planlarının işe yaramazlığını yazmak istiyordum. ODTÜ’de kullanılan göz yaşartıcı gaz bombalarından sonra benzeri bir olay “Burada da olur”, “Bize de bir şeyler olur” diyerek gaz bombasından korunmayı ele almak istedim. Lütfen “Burada olmaz”, “Olsa da bana bir şey olmaz”, “Hele bir olsun hallederiz abi” filan demeyip bu yazının devamını okuyun ve okutun!
Kimyasal gazlardan ya da göz yaşartıcı gaz bombasından etkilenmek için illa da Suriye sınırında yaşamak ya da nümayişlere katılmak zorunda değilsiniz. Siz zahmet etmeyin, hiç beklemediğiniz bir yerde ve anda o sizi havadan gelip bulur. Bir anda göz, burun, ağız ve akciğerlerinizdeki mukoz zarlarını uyaran gazla ağlamaya, hapşırmaya, öksürmeye, nefes almada zorlanmaya başlayabilir, gözlerinizde yanma gibi bir durumla karşılaşabilir ve ne yapacağınızı şaşırabilirsiniz!
1914’ten yani I. Dünya Savaşı’ndan beri aralarında
Geçen hafta İstanbul’a topu topu 2 santimetre kar yağmasıyla Türkiye’ye kış geldi ve İstanbul felç oldu. Karla mücadeleye en çok yatırım yapan bu şehirdeki bu çöküşün nedeni nedir?
2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreter Yardımcısı olan Mesut Pektaş’ın daveti üzerine İBB Afet Koordinasyon Merkezi’nde (AKOM) danışman olarak göreve başlamıştım. Benden istedikleri İstanbul’da karla-kışla mücadelede dünya standartlarını yakalamak için ne gerekiyorsa yapmaktı. İstanbul’da sosyo-ekonomik hayatın durmaması için yılda birkaç kez yağan kar için de yatırım yapılmalıydı.
Böylece 2007 yılında 20’den fazla sayıdaki köprü ve viyadük gibi yola, daha önce donabilecek noktalara, asfalt sıcaklığını, asfaltın üzerindeki çiy, kırağı, buzu ve atılan tuz/solüsyon miktarını belirlemeye yarayan “Yol Meteoroloji İstasyonları” kuruldu. Bu “Buzlanma Erken Uyarı Sistemi” (BEUS) ile İBB akıllı ulaşım sistemleri konseptinin Türkiye’deki öncüsü oldu. Viyadük ve köprülere yakın noktalarda bu istasyonları direkler üzerindeki rüzgar ve güneş enerjisi sistemleriyle fark edebilirsiniz...
Asfaltın sıcaklığını ölçmek önemli
Buzlanmayla mücadelede sadece havanın değil asfaltın
Güya 1999 depremiyle akıllanacaktık ama bugün afet bilinci konusunda geldiğimiz nokta gelişmiş ülkelerin 50 yıl gerisinde. “Kilitlen-yat” gibi temel yöntemlerin hiçbirini bilmiyoruz. Connecticut’taki 27 ölü bilançolu okul baskınıyla bunu bir kez daha hatırladık
Connecticut’ta okul baskını: En az 27 ölü” haberini takip ettiyseniz öğretmen ve öğrencilerin kendilerini okula kilitlediğini de duymuşsunuzdur. “Neden ve nasıl kilitlendiler?” diye hiç merak ettiniz mi?
Eğer bunu duyup da hiç merak etmediysek durumumuz çok vahim. En azından afet ve acil durumda korunmanın temel dört yönteminden birini bilmiyoruz. Belki de böyle güvenli davranış şekilleri olduğunu hiç bilmiyoruz. Öyleyse durumumuz çok daha vahim çünkü bilmediğimizi bilmediğimiz şeyleri öğrenmemiz de mümkün değil.
Ülkemizde de deprem, sel, heyelan, yangın, terör, vb. çok sayıda afet, acil durum yaşanıyor. Farkında olmasak da kentleşmeyle birlikte çok daha kırılgan olan bir hayat yaşıyoruz. Aslında kentler büyük bir tehlike havuzudur. Ülkemizde nüfusun büyük bir kısmı artık kentlerde yaşıyor. Fakat kentlere uygun bir afet ve acil durum kültüründen tümüyle yoksunuz...
Yasak savmak için ezbere deprem tatbikatı
Çılgın ve yoğun trafiğiyle İstanbul artık beni çok yoruyor. Trafikte kafayı yerken bir yandan da 4 milyar dolarlık yakıtı havaya savuruyoruz. Çözüm belki de daha ucuz!
Serbest piyasa ekonomisinde pek çok şey maliyet-kâr esasına göre kendiliğinden yürür. Örneğin, şehirlerimizde hangi markette hangi ekmeğin, kaçar tane satılacağını belirleyen bir otorite yoktur. Benzer şekilde, trafik sıkışıklığına neden olan araçların bir kısmının ne zaman trafiğe çıkması gerektiğini belirleyen bir otorite de yok.
Dünyanın değişik yerlerindeki uygulamalardan alınan derslerden, şehir merkezlerindeki trafik sıkışıklığını sadece yatırım yaparak engellemenin mümkün olmadığı biliniyor. Otomobillerdeki konfor arttıkça, vakti bol ve hiç acelesi olmayanlar için sanıldığı kadar trafikte kalmak da büyük bir problem değil. Bunları, bir tür Stockholm sendromunda olduğu gibi, İstanbul trafiğinin esir aldığı ve kendine âşık ettiği kişiler olarak düşünebilirsiniz! Bununla beraber (bu âşıkları ayırmak pahasına), tıkanan yollara sabah ve akşam saatlerinde girmek zorunda olmayan araçlardan bir kısmının özellikle bu saatlerde trafikten men edilmesi gerekiyor.
Sabah ve akşam saatlerinde köprülere ilave