Türkiye’de şehir hastaneleri modeli kapsamında kamu-özel işbirliği ile hayata geçirilen ilk proje olan Mersin Şehir Hastanesi, hizmet kalitesi bakımından özel hastaneleri aratmadığından vatandaş inanamıyor: “Gerçekten para ödemeyecek miyiz?”
Geçtiğimiz hafta Türkiye’de şehir hastaneleri modeli kapsamında hayata geçirilen ilk proje olan Mersin Şehir Hastanesi’nin birinci yılını doldurması nedeniyle düzenlenen değerlendirme toplantısına katıldım ve hastaneyi gezdim. İtiraf etmeliyim ki, bir sağlık yönetimi doktoru olmama rağmen bu modelden haberdar değildim. Bu nedenle de kafamda “kamu-özel işbirliği” ile eşleşen bu projeye, ben de pek çok kişi gibi “Sağlık hizmetleri tamamen özelleşecek mi?” endişesiyle mesafeli yaklaşıyordum. Modeli anladıktan ve Mersin Şehir Hastanesi’ni gezdikten sonraysa bakış açım değişti.
Devlet performans kriterleriyle denetliyor
İlk olarak “Şehir hastaneleri modelinde kamu-özel işbirliği nasıl gerçekleşiyor?” sorusuna cevap buldum. Özetlemek gerekirse devlet, hastanenin inşaatını ve içeride kullanılacak tüm malzeme, cihaz, araç ve gerecin teminini özel bir yatırımcıya devrediyor. Yatırımcıya ise binayı tamamladıktan sonra bir nevi kira gibi düşünebileceğimiz
3 binden fazla kişinin dahil olduğu bir klinik çalışmanın sonuçlarına göre mevcut tedavilere yanıt vermeyen migren hastaları için umut veren yeni bir gelişme olduğunu öğrendik.
Geçtiğimiz hafta Novartis’in tıp alanında sunduğu yeni gelişmeleri farklı ülkelerden gelen basın mensuplarıyla paylaştığı toplantıya katıldım. Geliştirilen yeni moleküllerin hastaların hayatlarını nasıl değiştireceğini, araştırma sonuçları üzerinden dinlemek oldukça heyecan vericiydi.
Kampüs ziyaretinde ilk olarak Novartis’in Nörobilim AR-GE Başkanı Danny Bar Zohar ile buluşuyoruz. Zohar migren hastalarına umut olacak yepyeni bir gelişmeden bizi haberdar ediyor. Baş ağrısıyla karıştırılsa da migrenin insanların yaşam kalitesini ve psikolojisini ciddi şekilde olumsuz etkilediğini Zohar bir öğretmenin “Çocukların sesine tahammülüm kalmamıştı” cümlesi gibi örnekler üzerinden anlatıyor. Migren 25-55 yaş arasındaki kadınların yüzde 20’sini, erkeklerinse yüzde 10’unu etkileyen en yaygın nörolojik bozukluklardan olsa da günümüzde migrene özel geliştirilmiş hiçbir tedavi bulunmuyor. Hastalar sorunlarını gidermek için reçetesiz ağrı kesicileri yüksek oranda kullanıyor veya önleyici olarak başka hastalıklara özel
2. Ulusal Medikal Estetik Kongresi’nde cilt yaşlanmasına yol açan faktörlerden lekelere kadar pek çok sorunun çözümü için daha etkili yeni teknik ve uygulamaların geliştirildiğini öğrendim
Geçtiğimiz hafta 2. Ulusal Medikal Estetik Kongresi’ne katıldım. Birçok kongreyi takip ettiğimden bilim alanının gelişme hızı bakımından hemen zihnimde bir karşılaştırma yaptım. Sonuç ne mi oldu? Medikal estetik konusu hızlı hem de çok hızlı gelişiyor. Elbette günümüzde alana yönelik talebin ciddi şekilde artmış olmasının da bu gelişmede payı büyük. Talep oldukça araştırmalar çoğalıyor. Bu da mevcut sorunlara daha iyi çözümler sunan yeni uygulamaları ve ürünleri beraberinde getiriyor.
Kongrede dünya genelinde medikal estetik uygulamalarının yüzde 90 oranında arttığını öğrendim. Uzmanlar bu çılgınca artışı günümüz trendleriyle birlikte değerlendirdiğinde artış anlamlı geliyor. Düşünsenize artık her anımızı sosyal medyada paylaşmak yaşam biçimimizin bir parçası halini aldı. Hem kendimizi daha çok görüyoruz. Hem de başkaları bizi… Bu durum, insanlığın var oluşundan beri ona eşlik eden beğenilme arzusuyla birleştiğinde beynimize sürekli “daha güzel görünmelisin” sinyalinin gitmesine yol açıyor. Daha
Prof. Dr. Yasemin Yazan, dünyada kozmetik biliminin gündemindeki popüler konunun hava kirliliğine karşı koruyan ürünler geliştirmek olduğunu anlatıyor...
Dünyada kozmetik biliminin gündemindeki en yeni ve popüler konunun hava kirliliğine karşı koruyan ürünler olduğunu Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Kozmetoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yasemin Yazan’dan öğreniyorum. Güneş ışınlarının cildimize zararlı olduğunu artık bildiğimizden güneşten bir canavar görmüş gibi kaçıyoruz. Kaçamıyorsak da korunuyoruz. Artık nur topu gibi bir canavarımız daha var: hava kirliliği… Hava kirliliğinin cildimiz üzerindeki olumsuz etkilerinden korunmak için kozmetik bilimi çalışıyor. Henüz çok yeni de olsa, hava kirliliğine karşı geliştirilen ürünleri yakın gelecekte yanımızdan ayırmayacağız gibi görünüyor.
İki kez temizlik
Prof. Dr. Yasemin Yazan kışın daha çok maruz kaldığımız soğuk havanın, rüzgarın, yağmurun, karın cildimizi şiddetle kuruttuğunu söylüyor. Bu kuruluğu önlemek adına da cildimizi sabah ve akşam nemlendirmemiz gerektiğini belirtiyor. Ancak cilt hasarını önlemek için nemlendirmeden önce cildimizi derinlemesine temizlememiz gerektiğini vurguluyor. Yazan “Su ve sabunla yıkamadan
Diş hekimi Dr. Emek Külür “Türkiye’nin yüzde 86’sı diş fırçalamıyor. Diş sağlığı problemleri çığ gibi büyüyor. Bunları önlemek için daha çocukluktan diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması lazım” diyor...
Ağız ve diş sağlığımızın, genel sağlığımızı birçok açıdan etkilediğine dair araştırma sonuçları gün geçtikçe artıyor. Mesela diş çürüklerine ve diş eti hastalıklarına yol açan bakterilerin kalp krizi riskini artırdığını, böbrek dahil birçok organda sağlık sorunlarına yol açtığını artık biliyoruz. Peki önemini gittikçe daha iyi anladığımız ağız ve diş sağlığımızı ne kadar önemsiyoruz? Türkiye’nin ağız ve diş sağlığı profilini çıkarmak için araştırma yapan diş hekimi Emek Külür’e göre durum hiç de parlak değil. Röportajımızda Dr. Emek Külür ve İlkin Kavukcu Türkiye’ye getirdikleri özel bir diş fırçasını da anlattılar.
- Ülkemizde ağız ve diş sağlığı ne kadar önemseniyor?
Emek Külür: Türkiye’nin ağız ve diş sağlığı profilini çıkarmak için 2015 yılında ülke genelinde… kişiyle bir araştırma yaptık. Sonuçlar hiç iç açıcı değildi. Örneğin insanların yüzde 86’sı diş fırçalamıyor. Dişlerini fırçalayan kişilerin yılda dört kere diş fırçasını değiştirmesi gerekirken, ülkemizde bir kişi
2018’i sağlıklı, mutlu ve iyi bir yıl olarak geçirmek isteyenler bu yıl iyilik hallerini geliştirmek için kendilerine özel yatırımlara başlamalı
Yeni yıla başlamak yeni heyecanları, kararları, hedefleri ve hayalleri beraberinde getiriyor. Birçoğumuz geçen yıl yapamadıklarımızı “yeni bir başlangıç” sloganıyla bu yıl yapabileceğimizi veya değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Değişim gerçekleştiğinde ise mutlu olacağımıza inanıyoruz. 2018’i daha sağlıklı ve mutlu geçirmek isteyenlere, iyilik hallerine yatırım yapmalarını tavsiye ediyorum.
Doktora tezinde iyilik hali (wellness) konusunu çalışmış biri olarak diyebilirim ki; içtiğimiz sudan yediğimiz besine, aşık olduğumuz kişiden çalıştığımız ortama kadar yaşamın her anı ne kadar iyi hissettiğimizi etkiliyor. Ve herkesin iyilik halini etkileyen şey farklılaşıyor. Örneğin kimimiz için bir sevgilinin olmaması duygusal iyilik halimizi düşürürken, kimimizinkini ise sorunlu bir ilişkinin varlığı düşürüyor. Bu yazıyı okuduktan sonra kendinize bir iyilik hali defteri tutmaya başlayın. Neler sizin iyilik halinizi yükseltiyor, neler düşürüyor? Ulaşmak istediğiniz hedefleriniz, hayalleriniz neler? Bunları yazdıkça göreceksiniz bu yıl her şey daha
Yılın son gününü eğlencenin dozunu düşürmeden, keyfinizi kaçırmadan sonlandırmak; yılın ilk gününü ise rahat, huzurlu, sağlıklı ve iyi hissederek geçirmek için bu önerileri dikkate alın
Yarın yılın son günü ve yarınki diyetimiz konusunda yapacağımız kaçamakları birçoğumuz planlamaya başladık bile… Bu yıla veda edip, yeni yıla hoş geldin derken besin yasakları koymak mutluluk düzeyimizi düşürebilir. Ancak abartılardan da uzak durmamız gerekir ki yeni yılın ilk gününü acil serviste mide spazmı geçirerek değil; hoş, ferah ve rahat bir şekilde karşılayalım. Uzman diyetisyen Yasemin Batmaca besin alerjisi ve kronik hastalığı olanlar dışındakilerin yarınki diyetini özgürleştirebileceğini söylüyor. Ertesi gün için de bedeni temizleyen ve canlandıran güne başlangıç lezzetinin, detoks çorbasının, ödem atıcı çayın ve “ertesi gün” smoothiesinin tariflerini paylaşıyor. Batmaca’dan öğrendiklerimi yeni yılı iyi karşılamak isteyenler için derledim.
“Ucundan tadılacaklar”
Heyecanla beklenen yılbaşı sofrasının gece boyunca pişmanlığa dönüşmesini istemiyorsak masaya “kurtlar gibi aç” oturmamalıyız. Bunun için yarın güne iyi bir kahvaltıyla başlamalı ve gün içinde dengeli beslenmeliyiz. Beklenen
“Doğumun Ruhu” adlı kitabın yazarı Ayşe Öner “Günümüzde doğumun ruhu değişti. Doğal bir süreç olan doğum medikalize oldu. Oysa doğum eğitimleriyle, nefes egzersizleri ve hamile yogası gibi aktivitelerle, ebelerin eski rolüne kavuşmasıyla doğumu doğasının gereği olan ruha döndürebiliriz” diyor
Doğum nasıl bir süreçtir? Bu sorunun cevabı aslında herkesin zihninde farklıdır. Mesela dizilerde doğururken çığlık atan kadınları görerek doğumu zihninde önyargılarla şekillendirenler için doğum korkutucu bir süreç olabilir. Kimileri ise etrafında güzel ve mutluluk dolu doğum hikayeleri dinleyerek doğumu olması gerektiği gibi doğal bir süreç olarak zihnine kodlayabilir. Her ne kadar doğum hakkındaki fikirlerimiz farklılaşsa da şu bir gerçek ki artık doğumun ruhu eskisi gibi değil. Yıllarca “kadın doğum” ve “yenidoğan” bölümlerinde sorumlu hemşire olarak çalışan ve doğuma hazırlık eğitimcisi olan Ayşe Öner’in yeni kitabı “Doğumun Ruhu”nu (Destek Yayınları) okuyunca bunu anlıyorum.
“Doğumun Ruhu” kitabının girişinde Ayşe Öner’den eğitim alan Çağla Şıkel, Nil Karaibrahimgil, Pınar Altuğ ve Ceyda Düvenci gibi ünlü isimlerin doğum tecrübelerini okuyorsunuz. Okurken doğumun her kadın için eşsiz bir