İstanbul’dan Londra’ya gelen arkadaşlarım bir şey lazım mı diye sorduklarında ilk talebim kitap oluyor. Günümüzün yüksek iletişim ve yüksek ve kolay dağıtım çağında kitap hala en az ve en zor bulunan şey.
Londra’da kitap bol elbette, burası dünyanın en büyük basılı içerik üretim merkezlerinden biri ama Türkçe kitap derseniz o yok gibi. İnternetten satın aldığınızda kitabın neredeyse beş katı ücret ödemeniz gerekiyor. Makul bir fiyata aradığınız kitabı bulmanız neredeyse imkânsız. Yeni çıkan ve promosyon döneminde olan kitapların dahi yurt dışında bulunmasının bu kadar zor olması anlaşılır bir iş değil.
Yurt dışında yaşayan ve kitap okuyan yüz binlerce Türk var. Bugüne kadar bu konunun çözülmemiş olması şaşırtıcı.
İşin daha da ilginci, Türkçe kitapların e-kitap versiyonlarının hiç olmaması. Günümüzün online dağıtım imkânlarını kullanmayan yayınevlerini buradan uyarmak isterim. Tamam, Türkiye’de basılı kitap satmak için belki bu stratejiler ama yurt
Bülent Ortaçgil müziğe başlayalı 50 yıl olmuş. 100 yıl olsa da eskir mi, değerinden kaybeder mi? Sanmam. Klasikler zamana direnir. “Elli Buçuk” adlı albüm bu 50 sanat dolu yılı anmak için yayınlandı.
“’50’ albümündeki şarkıların dördü yeni, biri eski bir şarkının yeni kaydı. ‘Buçuk’ albümü ise 1969 yılında İzmir radyosu’nda kaydettiğimiz ve şimdiye kadar kimsenin bilmediği şarkılarımı içeriyor,” diye anlatmıştı Ortaçgil, kendi Twitter hesabından durumu.
Özetle 1984 ve 1969 yıllarından yeni kayıtlarla Ortaçgil karşımızda. Bülent Ortaçgil, Türkçe sözlü müziğin önemli mihenk taşlarından biridir. Söz yazarlığında başka bir seviyeyi işaret eder. O seviyeyi de kendi sınırlarını ite ite zorlaya zorlaya bulmuştur.
Bugün indie ve alternatif müzik aleminde beste yapan, söz yazan bir sürü sanatçı Bülent Ortaçgil’in cebinden çıkmıştır. Gogol, Rus edebiyatı için neyse, Ortaçgil de alternatif Türkçe müzik
66’ncı Eurovision şarkı yarışmasını Ukrayna kazandı. Sanırım bir tip bir dayanışmayı herkes bekliyordu ama benim için gene de ilginç bir sonuç bu. Eurovision sadece Eurovision değildir gerçeği zaten yıllar önce anlaşılmış, ülkelerin birbirlerine oy verirken o sene katılan şarkıdan başka motivasyonlara da sahip olduğu malum olmuştu.
Rusya’nın yarışmadan atılması ve Ukrayna’nın birinci seçilmesi sembolik ama güçlü bir mesaj.
İngiltere’nin ikinci olmasıysa cidden inanılmaz bir başarı İngiltere için. BBC yorumcularının Eurovision akşamlarında yaptıkları espri ve yorumlar eskiden beri dikkatimi çekerdi. Ama en ilginci kendi şarkıları, sanatçıları ve ülkelerinin devamlı en son sıralarda yer almasıyla ilgili tavırlarıydı.
Bizde mesela çocukluğumuzun sunucularından Bülend Özveren hep ahlanıp vahlanır. Beklenen puanlar gelmeyince bize puan veren ülkelerin jürileriyle ilgili hiç de güzel yorumlar yapmazdı.
Ya bize düşmandılar, ya bizi kıskanmaktaydılar ya da komşularını kayırmaktaydılar bu ülkeler. Yani bize oy vermeyen ülkeler.
"Müzik kötüye gitti, yeni şarkılar berbat, yeni isim çıkmıyor, nerde o eski güzel sanatçılar, şarkılar" diyenler çok. Onlardan değilim. Tersine hiç olmadığı kadar canlı, renkli ve eğlenceli olduğunu düşünüyorum şu anda Türkiye’deki müzik üretiminin. Üstelik müzisyenler için belki de yüzyılımızın ve hatta son 40 yılın en zor dönemi yaşanıyor.
‘90’larda yabancı büyük isimler Türkiye’ye geliyor, diye sevinmiştik. 2000’lerde Rock’ın, indie müziğin, hip hop’un ve türevlerinin yükseldiğini, ana akım olduğunu gördük.
Şimdi alternatif müziğin patlama yaşadığına, popun nasıl alternatif türlere meylettiğine tanık oluyoruz. Sinan Akçıl drill beat’li şarkı yapıyor; Hande Yener, Tepki’yle düette; Mustafa Ceceli, Burak Bulut’la şarkı yapıyor; klasikleşmiş sanatçılarımızdan Nilüfer’in dün yayınlanan EP albümünde çıkış şarkısı reggaeton üzerine şekillenmiş.
Neler yapılmalı?
“Eskiden ne güzel her ünlü
Türkiye’den gelenlere soruyorum, nasıl oralar? Yanıt aynı. Her yer inşaat, bıktık. Londra’da farklı olmasını beklersiniz değil mi? Şöyle bir cümle kurmalıyım mesela burada: İnşaat mı? Unuttuk biz öyle şeyleri burada. Ama durum hiç öyle değil.
Londra da aynı İstanbul gibi bitmeyen inşaatların şehri. Bitince de hemen yanında başka bir inşaat başlıyor. Bahar gelip havalar düzeldi mi bir görün, her binanın önünde kurulan iskeleler. Polonyalı, Bulgar, Romen ustaların şakalaşmaları eşliğinde dev matkaplarla betonların, asfaltın delinmesi. Çekiç sesleri, minik kepçeler, matkap ucunu takarak asfaltta düzgün geometrik şekiller çizmeye başlayan kepçeler, beton dökme makineleri, ağaç budama ve bahçe düzenleme makineleri...
Bunların arasından izlemeyi en sevdiğim, budanan ağaçların koca koca dallı budaklı parçalarının içine atıldığı portatif hızar. Bir ağzından aldığı dalları diğer ağzından talaş parçaları olarak tüküren bu portatif hızarı aracınızın arkasına bağlayıp dilediğiniz yere
"Londra’da Londralı kalmadı" diyordu bir tanıdık. “Çok geldiler, her yerden geldiler, o kadar çok geldiler ki artık tanıyamıyorum bu şehri.”
Kendisi 40 yıl önce başka bir ülkeden buraya gelmiş. Ama o zamanlar vize yokmuş. Bu kadar çok insan gelmiyormuş çünkü. “Brexit iyi oldu” diye devam ediyor. Göç biraz yavaşladı. Bu yüzden Brexit’çi olmuş zaten zamanında. “Memnun musunuz?”, “Evet, çok”.
Ne göç yavaşladı halbuki ne de Brexit sayesinde yolunda giden en ufak bir şey var Britanya’da. Ama olsun. İnsanlar afili cümleleri çok seviyor. Doğru olmasa da inanıyor. İnanmak istiyor.
Londra’da Londralı kalmadı sözü kategorik olarak yanlış. Londra’da her yer Londralı dolu. Çünkü Londralı dünyanın dört bir yanından iş için, daha iyi bir hayat ve eğitim için buraya göçmüş, burayı sevdikten sonra kalmaya karar vermiş, buranın kurallarını ve kültürünü yeniden üreten insanların ve ailelerinin tamamından oluşuyor.
Herkes yabancı ama
Popüler müzik yapmadan popüler olmak günümüzde mümkün mü? “Büyük” olmaya giden yolda kendine ana akıma paralel, alternatif bir kanal açmaya çalışan Oscar Anton bu haftaki konuğum.
Fransız şarkıcı ve söz yazarı Oscar Anton bir süre önce İstanbul’daydı. Nilipek ile birlikte Anton’un Postcards adlı projesi için bir araya geldiler. Duymuşsunuzdur, bir şarkı kaydettiler ve yayınladılar. “Castles”ı birlikte söylüyor ikili, İngilizce ve Türkçe olarak.
Postcards, Anton’un kendisinin de belirttiği üzere gezmek tozmak yeni yerler ve insanlar tanımak için ürettiği bir proje. Özellikle pandemi yüzünden eve kapandıktan sonra gezmek eskisinden daha değerli, daha önemli galiba. Anton da bunun farkında olanlardan. Gezip gördüğü şehirlerde tanıştığı sanatçılarla kaydettiği şarkıları bir bir yayınlıyor. Daha önce Madrid, Berlin, İstanbul yayınlandı. Bu hafta Amsterdam’dan gelen müzikli kartla karşılaştık. “Best Day Ever” adlı şarkıyı Blanks ile seslendiriyor
Gördüğüm kadarıyla, İngilizlerin turizmde yeni alanlar keşfetme çalışmalarında Arnavutluk var şu ara. Financial Times’ta tam sayfa Arnavutluk’taki yemeklerin ne kadar ilginç olduğu “post komünizm füzyon mutfağı” iç gıdıklayan ifadelerle veriliyor. İngiltere’de yaşayan 68 milyon kadar insan her yıl yurt dışında bir yerlere tatile gidiyor. Pandemiden dolayı bir yaz kimse bir yere gidemedi ve olay oldu. Sahillerde yer kalmadı, köhne oteller dolup taştı, Brexit yüzünden de Avrupalılar evlerine dönünce ne garson ne aşçı ne de temizlik elemanı yetti. Çok iyi hatırlıyorum, sohbet ettiğim bir polis Cronwall’da köhne bir odanın bir gecelik parasıyla biz Alanya’da her yıl ailecek 15 gün fulün fulü tatil yapıyorduk diye sızlanıyordu.
Durum o derece vahim yani. İngilizler yazın bir yerlere gitmezse büyük sıkıntı oluyor ve İngilizler yeni yerler keşfetmeyi seviyor. Sorun şu ki keşfedecek her yer keşfedildi, yeni yer kalmadı. Arnavutluk bu hafta imdada yetişmiş. Savaş biterse inşallah seneye de Ukrayna gözde olur diye