Türkiye’den gelenlere soruyorum, nasıl oralar? Yanıt aynı. Her yer inşaat, bıktık. Londra’da farklı olmasını beklersiniz değil mi? Şöyle bir cümle kurmalıyım mesela burada: İnşaat mı? Unuttuk biz öyle şeyleri burada. Ama durum hiç öyle değil.
Londra da aynı İstanbul gibi bitmeyen inşaatların şehri. Bitince de hemen yanında başka bir inşaat başlıyor. Bahar gelip havalar düzeldi mi bir görün, her binanın önünde kurulan iskeleler. Polonyalı, Bulgar, Romen ustaların şakalaşmaları eşliğinde dev matkaplarla betonların, asfaltın delinmesi. Çekiç sesleri, minik kepçeler, matkap ucunu takarak asfaltta düzgün geometrik şekiller çizmeye başlayan kepçeler, beton dökme makineleri, ağaç budama ve bahçe düzenleme makineleri...
Bunların arasından izlemeyi en sevdiğim, budanan ağaçların koca koca dallı budaklı parçalarının içine atıldığı portatif hızar. Bir ağzından aldığı dalları diğer ağzından talaş parçaları olarak tüküren bu portatif hızarı aracınızın arkasına bağlayıp dilediğiniz yere götürebiliyorsunuz. (Evet, inşaat izlemek burada da milli spor. Bazı şeyleri sadece Türkiye’de oluyor sanmak büyük bir yanılgı.)
Londra’daki inşaatların açık ara en popüler olanı dış cephe yenileme. Neredeyse dört yıldır Londra’dayım, Big Ben’in yüzünü görmek geçen ay kısmet oldu, çünkü dış cephe yenilemesi bitti de iskeleyi kaldırdılar.
Genel durumu özetleyen güzel bir örnek.
Bazı bölgelerde her beş altı binadan birinde iskele var. Viktorya döneminde ve sonrasında inşa edilen, bir kısmı daha eskiye, Tudor dönemine kadar giden Londra binaları devamlı bakım ve yenileme istiyor. Londra’nın inşaat hacminin büyük kısmı yeni geliştirilen emlak projeleri falan değil, onarım işleri.
Mesela ben bu yazıyı yazarken üst kat onarılıyor. Binanın dışında iskele var. Bir ay oldu ve ne zaman kalkacağını ancak Tanrı bilir. Çünkü burada işler çok yavaş ilerliyor. Kimsenin acelesi yok. Mahallenin çeşitli yerlerinde sokak kazıları var. Sokaklara geçici trafik ışıkları konuyor bu gibi durumlarda, hiç trafik olmayan yerde bu yüzden trafik oluyor.
Şehir içinde mesela dört yıldır Old Street’te bir alt geçit, şu bu çalışması var, bitmedi arkadaş, bitemedi. Üç yıldır Tottenham Court Road’da bir çalışma var. Bit-me-di. İkinci Dünya Savaşı’nda Tottenham Court Road’a, bugün Foyles kitabevinin olduğu binanın önüne düşen Nazi bombasının açtığı krateri kapatmak bile bu kadar uzun sürmemiştir.
Bir yıl kadar önce bizim yandaki binanın önüne, içine çöp bidonlarını yerleştirmek için ahşap bir mini kulübe inşasına başlandı. Önce tahtalar geldi. Tahtalar kesildi, biçildi. Sonra inşaat başladı. İnşaat devam etti. Devam etti. Devam etti. Devam etti. Devam etti… Çekiç sesleri, testere sesleri... Devamlı muhabbet eden iki marangoz. Yaklaşık üç ay boyunca her gün iki usta yandaki binanın önünde bir şeyler yaptılar. İlk tahtaları görmemizden beş ay kadar sonra bir gün üç metre eninde, bir buçuk metre yüksekliğinde bir mini kulübeyi ilk kez görebildik. Kulübe bitmişti ama çalışmalar üzerine haftalarca devam etti. Artık çıldırmak üzereydik, ne yaptıklarını sorduk bir gün delirmenin eşiğinde ve aynı oranda vahşi bir merakla.
“Cila yapıyoruz” yanıtını aldık. Haftalarca cilalandı bu kulübe. Ve bir gün bitti. Yaklaşık altı ay sonra. Türkiye’de olsa bu kulübe hazır gelir, monte edilir ve yarım günde teslim edilir. Size yemin ediyorum, altı ay sürdü.
Ne diyordum ben, ha evet. İnşaat, inşaat, inşaat ve inşaat… Nasıl oralar diye sorarsanız eğer, yanıtım bu.