Gördüğüm kadarıyla, İngilizlerin turizmde yeni alanlar keşfetme çalışmalarında Arnavutluk var şu ara. Financial Times’ta tam sayfa Arnavutluk’taki yemeklerin ne kadar ilginç olduğu “post komünizm füzyon mutfağı” iç gıdıklayan ifadelerle veriliyor. İngiltere’de yaşayan 68 milyon kadar insan her yıl yurt dışında bir yerlere tatile gidiyor. Pandemiden dolayı bir yaz kimse bir yere gidemedi ve olay oldu. Sahillerde yer kalmadı, köhne oteller dolup taştı, Brexit yüzünden de Avrupalılar evlerine dönünce ne garson ne aşçı ne de temizlik elemanı yetti. Çok iyi hatırlıyorum, sohbet ettiğim bir polis Cronwall’da köhne bir odanın bir gecelik parasıyla biz Alanya’da her yıl ailecek 15 gün fulün fulü tatil yapıyorduk diye sızlanıyordu.
Durum o derece vahim yani. İngilizler yazın bir yerlere gitmezse büyük sıkıntı oluyor ve İngilizler yeni yerler keşfetmeyi seviyor. Sorun şu ki keşfedecek her yer keşfedildi, yeni yer kalmadı. Arnavutluk bu hafta imdada yetişmiş. Savaş biterse inşallah seneye de Ukrayna gözde olur diye düşünüyorum. Soru şu: Arnavutluk’a yemek yemeye gidilir mi? Valla, gastro post komünist falan bilmem, ama böreğe, mantıya giderim ben. İngilizleri bilemem.
Rock kuşağı geliyor
Bilimsel değil, tamamen gözleme dayalı tespit. Kızımın en sevdiği yapımlar arasında son dönem bir numaraya “Dennis and the Gnasher Unleashed” yükseldi. Çocuk dergisi Beano’da yer alan çizgi karakterlerden türemiş bir çizgi dizi bu. Açılış müziği bayağı sert gitarlı, davullu rock. “Paw Patrol” soft/Amerikan usulü kolej rock tadında. Andy’s Dinosaur Adventures BBC’nin bilim serilerinden biri ve onda da sağlam basların gitarların duyulduğu bir pop rock müzk var. Bitmedi, BBC’nin en sevilen çocuk serilerinden Grace’s Amazing Machines’in müzikleri The Darkness’a ait. Çok iyi 80’ler tarzı gitar soloları ve vokaller var. İngiltere’de popüler TV yapımlarına müzik yazmak ciddi bir iş ve bu işi yapanlar çok iyi iş çıkarıyorlar.
Bir diğer örnek 2022 tarihli Metal Lords adlı dizi. 2022 itibarıyla bir grup ergenin metal grubu kurma macerası üzerine şekillenen bir hikâye. Sanki yıl 1983. Kendi ergenliğimi gördüm dizide.
Lafı uzattım, Leyla geçen gün gelip gitar çalmak istediğini söyledi. vdeki akustik gitarı çıkarıp romantik romantik akorlar bastığımda yüzü ekşidi. “Ben böyle gitar istemiyorum” dedi. Denniz and the Gnasher’ın açılış müziğini dinletti. Böyle gitar istiyormuş. O zaman şunu söyleyeyim izin verirseniz: Yeni nesil rock müzik aşinalığıyla geliyor. Her şey hip hop ve pop değil. Bilginiz olsun.
Sokakta rastladığım ünlüler listesi
Ricky Gervais’i neredeyse her gün görüyorum. Siyah eşofmanlarıyla herkese selam vererek kibar kibar dolanıyor. Bazen kahve kuyruğunda, bazen kitapçıda kitap karıştırırken. Hep kibar ve hep eşofmanlı. Ama şovunda fena halde çakıyor herkese, bizim mahalledekiler dâhil. İş başka, normal hayat başka.
David Gilmour kafede otururken önümden geçti. Elleri arkasında bu dar sokağın iki yanına bakarak sallana sallana geziniyordu. Ergenliğim bu adamın gitar sololarını dinleyerek geçti. Şimdi kafede otururken önümden hiçbir şey olmamış gibi geçip gidiyor. Uzun saçlı kahramanımızdın, şimdi varlıklı, kendine iyi bakan, mütevazı, sıradan Britanya yaşlıları gibisin. “Sanki aramızda hiçbir şey olmamış gibi öyle geçip gidiyorsun ey David Gilmour” diyemedim tabii.
Tom Hiddelston: Köpeğinin tasmasını belindeki kemere bağlamış yürüyen şapkalı adam kendisi. Marvel kahramanı olduğunu arkasından bakakalan üniformalı ergenler topluluğundan da anlayabiliyoruz.
Martin Freeman: Bir sürü rolde oyna, onlarca karakter yarat ama işte insanlar seni Hobbit diye hatırlayacak hayatın boyunca. Martin Freeman sık sık bizim mahallede kimsenin pek gitmediği bir kafeye geliyor. Duyduğum kadarıyla, buraların en eski kafesiymiş bu kafe ve Freeman eski müdavimlerindenmiş. Vefalı ünlü olarak sessiz sedasız çayını içip kalkıyor.
Damien Lewis’i bisiklete binerken gördüm. Kasklı, taytlı tiplerden değil. Normal bisikletli olarak. Bir keresinde de öyle dalgın dalgın dolanıyordu gözlerini boşluğa dikmiş. Helen McCrory’nin hayatını kaybettiği günlerdi. Belki ondan.
Helena Bonham-Carter market alışverişini kendi yapıyor biliyor musunuz? Elde torbalarla yürüyordu. Sandığımdan daha kısa, kendini palto ve atkılarla iyice sarıp sarmalamış bu çok sevdiğim oyuncuyu zor tanıdım.
Michelle Dockery, Downton Abbey’de canlandırdığı Lady Mary karakterinin aksine, Doğu Londra’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak büyümüş biri. Shoreditch’te karşıma çıktı. Dalgın dalgın bakınıyordu bir kafeden içeri.