Bugün soframıza ulaşan hemen her üründe kadın emeğinin büyük payı var. Tohumda, ekimde, çapada, hasatta hep onlar başrolde. Toprağı yeşerten, kadınlar. Ve imkân bulduklarında kendi hayatları kadar çevrelerini de yeşertiyorlar. İşte buna örnek 6 kadınla tanıştıracağım sizi bu hafta.
Beyza Aydın. Henüz 26 yaşında. Erdek’te zeytinlerin içine doğmuş. Karşıyaka köyünde büyüyüp, ekonometri okuduktan sonra tekrar köye dönüp, yerel ürünlere dayalı kahvaltı salonu fikrini hayata geçirmiş. Ve o kadar büyük bir taleple karşılaşmış ki, küçük gelen kahvaltı salonunu bir başka köye taşıyıp ikinci salonunu açmış. Onunla birlikte köyün ekonomisinde de hatırı sayılır bir iyileşme yaşanmış. Köy evlerinde doğal yöntemlerle üretilen kahvaltılıkları internet üzerinden satan Beyza, yeni taşındığı Çeltikçi köyünün, artık Almanya’dan bile ziyaretçiler ağırlamaya başladığını anlatıyor gururla. Türkiye’nin her bölgesinden kahvaltıya gelen misafirlerle
Dün, “Dünya Kar Günü”ydü. Bu yıl kendisi olmadan gününü kutladık. Kayak merkezlerinde görebilen şanslı azınlık ise ancak yapay karla yetindi. İklim krizi önlenmedikçe artık pek çok bölgede sadece ve sadece yapay kar göreceğiz. Aynı bugün olduğu gibi!
Biliyorsunuz, sıcak hava dalgaları ve kuraklığa bağlı yaşadığımız “kar hasreti”, bu yıl kış turizmini altüst etti. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’daki birçok kayak merkezi, pistlere kar düşmeyince sezonu açamadı. Açanlar da yapay kar üretebilen tesisler oldu. Ancak yapay kar, her ne kadar günü kurtaran bir çözüm olsa da, yaşadığımız iklim krizini derinleştiren bir yöntem olarak nitelendiriliyor. Kar üretebilmek için hem su hem de yüksek enerji kullanımı, çevre aktivistleri ve iklim uzmanlarının itiraz ettikleri önemli konuların başında geliyor.
Yapay kar, kar pistlerine borularla taşınan suyun, basınçlı oto yıkama makinelerine benzer sistemlerle havaya püskürtülmesiyle üretiliyor. Tabii yapay kar
İklim krizinin ayak sesleri, her geçen yıl biraz daha fazla hissediliyor. “İklim pozitif bir yaşam için bireysel olarak neler yapılabilir” sorusunun yanıtı, hepimiz için yol gösterici olacak.
Kar beklerken yeni yılı tişörtle karşıladık. Kış turizmi tesisleri, haftalardır sezon açabilmek için kar yağmasını bekliyor. Avrupa’dan art arda sıcaklık rekoru haberleri geliyor. Bizde de durum farklı değil! Kara, yağmura hasret kaldık. Kuraklık endişesi her geçen gün daha da artıyor. Barajı kuruyan Sivas, 2023’e susuz günler yaşayarak girdi. Anadolu’daki birçok kentte de durum benzer. Barajlar kritik seviyelerde ve meteoroloji uzmanları, ocak ayında kayda değer bir yağış öngörmüyor.
Zor bir yıl bizi bekliyor. Önümüzdeki yıllarda da durum pek iç açıcı olmayabilir. Zira iklim krizinin ayak sesleri, her geçen yıl biraz daha fazla hissedilir olmaya başladı. Karbon emisyonunda ilk sıralarda yer almasak da, iklim krizinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer almamız, coğrafyamızın kaderi. Bu kaderi biz yazmadık ama bozacak olan biziz.
Kurşun kirliliğine yönelik en hassas grupta yer alan çocuklarımızı koruyabilmek için ağır metal risklerinden olabildiğince uzak durmamız gerekiyor. Tabii çikolata araştırmaları, bunun ne derece zor olduğunun kanıtı niteliğinde.
Ne yiyeceğimizi şaşırdık. Her şey o kadar kirlendi ki, herhangi bir gıda ürünü analiz edildiğinde mutlaka sağlık riski içeren bir kimyasalla karşı karşıya kalıyoruz. Çikolatada yaşananları duymuşsunuzdur. ABD’de raflardan alınıp analiz edilen 28 bitter çikolatanın hepsinde kurşun ve kadmiyum tespit edildi. Bazı örneklerde saptanan oranların oldukça yüksek olduğu açıklandı. Araştırmaya göre incelenen ürünlerden 23’ünden günde 30 gram yiyen bir yetişkin, kurşun ve kadmiyumdan en az birini zararlı seviyede tüketmiş oluyor. Diğer yandan, gıda mühendisi akademisyen Bülent Şık, çikolatalara yönelik bir araştırma yürüttüğünü ve ülkemizde satılan yüzde 60 oranında kakao içeren bir bitter çikolatayı incelediğinde, çok yüksek düzeyde kurşun, arsenik ve
Bugünkü yaşam biçimimiz ve beslenme alışkanlıklarımızla plastikten kaçış çok zor. Mesela Çin’de yapılan bir çalışmada, 289 gıda ürününde BPA’ya rastlanmış. İngiltere’de de birçok gıdada fitalat tespit edilmiş. Kanımızda dahi mikroplastik olmasına şaşmamalı. Zira ambalajda durum oldukça iç karartıcı.
Yeni bir çalışma, Türkiye’de araştırma için örnek alınan konserve içindeki ton balıklarında plastik parçacıklarının olduğunu ortaya koydu. Aslında sonuç hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü o derece plastiğe boğulmuş durumdayız ki, plastiğin herhangi bir yiyecek içinden çıkmaması şaşırtıcı olurdu.
Çalışmayı yapan isim, mikroplastikler konusunda sayısız araştırmaya imza atan Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç. Dr. Sedat Gündoğdu. Sedat hoca, 7 markanın 33 ürününü marketlerden alıp, incelediğinde konservelerin iç yüzeyinin kaplandığı plastik malzemenin, ürüne de sirayet ettiğini saptamış.
Şapkamızı önümüze koymanın tam zamanı: Nasıl bir dünya istiyoruz? Yeni yıl bunun için bir fırsat! Nasıl girersen öyle gider, derler ya! Yılbaşı akşamından başlayarak yeni yıla çevreye duyarlı umutlarla girmeye ne dersiniz?
Artık 2022’nin son günleri. Yeni bir yıl bizi bekliyor. Her yeni yıl, aynı zamanda yeni umutlar ve yeni hayaller demek. Tabii sadece kendimiz için değil. Ait olduğumuz dünyanın, coğrafyanın ve çevrenin de daha iyi bir yer olması için umut etmek ve çabalamak gerekiyor. Çünkü varoluşumuz ekosistemden bağımsız değil.
Seçimlerimiz ve yaşam şeklimizle, havayı kirlettiğimizde er ya da geç sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Hoyratça yaklaştığımız su, gün geliyor musluktan akmamaya başlıyor. Kestiğimiz her ağaç, oksijenimizi azaltıyor; betona gömdüğümüz toprak, gün geliyor bizi açlıkla sınıyor. O yüzden, yeni yılda ve gelecek yıllarda atacağımız her adımın çevreye duyarlı olması şart. Belki yeni yıl, bunun ilk adımı için iyi bir vesile olur.
Sonuçta tüketimin en yoğun olduğu
Çaya limon atıyor, keke portakal kabuğu rendeliyorsanız bir kez daha düşünün! Çünkü meyve kabukları sağlık açısından riskli. Nereden mi biliyoruz? Avrupa’dan vize alamayan limonlardan… O yüzden artık “Vitamini kabuğunda” demekten vazgeçmek, emin olmadığımız meyveyi soymadan yememek gerekiyor.
Avrupa Birliği Gıda Alarm Sistemi’ne geçtiğimiz günlerde Türkiye’den bir uyarı düştü. Uyarıda, Türkiye’den ihraç edilen limonlarda çok yüksek oranda pestisit, yani tarım zehri saptandığı bilgisi yer alıyordu. O uyarının peşine düşüp, araştırınca anladım ki, meğer o zehir, hasattan sonra turunçgillerin kabuklarına uygulanan imazalilmiş.
“İmazalil”, meyvelerin çürümesini geciktirmek için mumlama diye bilinen işlemde kullanılan kimyasallardan biri. Özellikle mandalina, portakal, limon gibi turunçgillerin yanı sıra nar ve elma armutta da yaygın olarak kullanılıyor. Ve kullanımı hem Türkiye’de hem de Avrupa’da yasal. Ama tolere edilebilir bir limiti var.
Kentlerde egzoz emisyonu, hava kirliliğini öylesine artırıyor ki âdeta zehir soluyoruz ve ciddi hastalıklarla boğuşuyoruz. Avrupa’da emisyon önlemleri artırılıyor, düşük emisyonlu bölgeler oluşturuluyor. Biz mi? Sadece izliyoruz
Yeteri kadar umursamıyoruz ama araba sevdamız havamızı iyiden iyiye kirletti. Özellikle kent merkezlerinde ölümcül seviyelere ulaşan hava kirliliğinde, fosil yakıt kullanan araçlardan kaynaklı egzoz emisyonunun payı çok yüksek! İstanbul gibi trafik sıkışıklığının yoğun yaşandığı kentlerde yaşayanlar için durum çok daha vahim. Zira araçlar dur kalk yaptıkça kirlilik katbekat arıyor. Farkında olmadan soluduğumuz zehir ve partiküller, akciğerlerimize nüfuz edip, ciddi hastalıklara yol açıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün bu yöndeki uyarılarına karşın, maalesef büyükşehirlerde aldığımız hiçbir önlem yok.
Buna karşın Avrupa’da fosil yakıtlı araçların kaldırılmasına yönelik bir süreç yaşanıyor. Birçok Avrupa ülkesinde emisyon önlemleri