Muhtemel ki adını ve dünya tarafından tanındığını bilmeyen Nigel, 2015’te Yeni Zelanda’nın Mana Adası’na geldiğinde, adadakiler, 40 yıl sonra gelen ilk sümsük kuşunu sevinçle karşılamışlardı.
Bir başka koloniden dışlandığı sanılan Nigel, başka adaya uçacak kadar özgür, bir koloni aramayacak kadar cesurdu. Adaya sümsük kuşlarını yeniden çekmek için konulan heykelden kuşlardan birine âşık oldu.
Aşkın aslında tek taraflı olduğunu ve tam da o zaman konulacak yer bulunamayacak kadar büyüdüğünü bilenler Nigel’i anlar.
Nigel, umutsuz aşkından bir tepki vermesini bekleyerek, belki de hiçbir tepki vermemesine rağmen sadece sevebilmeyi yeterli görerek 3 yıl yaşadı ve iki gün önce öldü.
Okumuşsunuzdur; Nigel’i bulan bekçi, “Bu hikâyenin sonu böyle olmamalıydı gibi geliyor” diyerek, hüzünle koydu hikâyenin noktasını.
***
İnandığı gibi yaşamakta ısrar edenler, kalabalıkla aynı dili konuşma numaraları yapmadıklarında başlarına gelecekleri bilirler. Ama umutla ve düşle söylemekte ısrar ederler. Neşeli kalabalıkları arzularken yalnızlığı göze almak bir tezat gibi görülebilir.
Değildir.
Alman bilim insanı Elisabeth Noelle Neumann, Suskunluk Sarmalı kuramını geliştirdiğinde, bagajında kendisinin de Yahudi karşıtı yayınlarda çalıştığı 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaşananlar vardı.
Noelle Neuman, toplumdaki hâkim görüşlerin medyada nasıl yer aldığından hareketle, farklı düşünenlerin davranışlarına odaklandı.
Bulduğu sonuçlar etkileşimleri görmek açısından çarpıcıydı.
Toplumda hâkim olan görüşü medyanın da aynı yoğunlukta işlemesi, farklı düşünenlerin giderek sessizliğe dönüşmesine yol açıyordu.
Dışlanma, tepki ve zarar görme endişesi fikirleri baskılıyordu.
Artık özgürlükler dünyası, ağırlıklı olarak, internet ve sosyal medyanın kullanılma kapasitesine göre yorumlanıyor.
Zira bireyler, artık doğrudan düşüncelerini kamusallaştırma imkânı buluyor.
Araştırmalar da ağırlıklı olarak yargının uygulamalarına odaklanıyor.
İnsanın geçmişin yükünü ağır bir zincirle bugüne bağlamaması büyük bir maharettir.
Bu hünere sahip insanların, insanlıkla ilgili meseleler dışında, geçmişi yüzünüze vurduğunu da göremezsiniz.
İnsanlıkla ilgili kısım ise hafızadır, hakikatle yüzleşilmesi, yola öyle devam edilmesi.
Bir de kendi geçmişiyle ilgili nasılsa zerre kuşku duymayan, mutlak doğru, insanlığa dair konularda katiyen hafıza ve yüzleşme gibi kavramlara yanaşmayan, dünyanın merkezinde ve her dönem kazanma hünerine sahip insanlar vardır.
Savaşlar ve barışların, anlamak ve anlatabilmenin, duymak ve sağırlaşmanın sırları işte bu ayrımdadır.
***
Hafta başında CHP’nin düzenlediği, “OHAL’de Yeter” panelinde karınca incitmeden, sadece fikirleri nedeniyle KHK mağduru olmuş insanlar yaşadıklarını aktarıyordu.
İsmi ve yaşadığı kent gizli kalmak zorunda zira yaşamından endişe ediyor.
Memleketine dönemiyor zira erkek kardeşleri sonucuna katlanacağına dair haber göndermiş.
Hak ihlallerine yönelik iğne ucu büyüklüğünde bir kararın bile FETÖ etiketiyle damgalanarak olası kararların önünün alındığı, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlıklarının ölüm sınırına dayandığı, şiddetle hiç bağı olmamış insanların işsiz bırakıldığı bir iklimde bir kişinin işsizliğinin ne önemi var!
Var elbette.
Zira onun çaresizliğiyle iklim birbirinden farklı değil.
***
Ağlamaklı telefonda:
Anayasa Mahke-mesi, “çok parlak” geçirdiği 2017’yi, aynı “ışıltıda” bir kararla kapattı!
Yüksek Mahkeme’ye göre, 12 Eylül’de işkenceye uğrayan, yakınları dayakla ya da idamla öldürülen, hayatı elinden çalınan ve darbecilerle, emrindekileri koruyan anayasa maddesi nedeniyle yıllarca hesap soramayan darbe mağdurları, “hak aramak için pasif bir tutum sergiledikleri, gerekli özeni göstermedikleri için” dosyaları zaman aşımına girdi.
---
Alaz ve Türküler Erdost’un babaları, Gül Erdost’un eşi, Muzaffer Erdost’un kardeşi İlhan Erdost, Mamak Cezaevi’nde dövüle dövüle öldürüldü.
Muzaffer Erdost, şöyle anlatıyordu gözünün önünde öldürülen kardeşini:
“İlhan’ın evindeki Engels’in, ‘Doğanın Diyalektiği’ kitabı nedeniyle bizi tutukladılar. Mamak’ta arabada ve indikten sonra dövdüler bizi. İlhan, ‘Küçük kızımı uyandırmadan geldim, bizi dövdürmeyin’ dedi. Dövdüler. İlhan kapaklandı yere. Su bile vermediler. Üzeri çıplak, bir yatağa yatırdılar. Öyle yatırıldığı battaniyede götürdüler kardeşimi... Emri veren astsubayın olan biteni göremeyeceğini belirttiler. İhmalden 6 ay ceza aldı. Ertelendi o ceza da.”
---
2010’a kadar Anayasa’nın geçici 15. maddesindeki, “koruma” nedeniyle yüzlerce mağdurun işkence başv
İnsan, ne gariptir ki varlığın kıymetini yoklukla anlar çoğunlukla.
Göğsünün ortasında oluşan kocaman boşluk, aslında, bir daha sahip olamayacağının farkına varmaktır.
Bazen de o boşluğun anlamı ulaşabilme ihtimali olduğunu bilip de ulaşamamaktır.
Kalbin, gerçekten de anlayabilen, hissettiğinde ağrıyan, kanayan bir organ olduğu da yoklukla anlaşılır.
---
Ankara Kızılay’dan, Merasim Sokak’tan, Gar Meydanı’ndan, Taksim’den, Suruç’tan gelip geçenler için, yaşanan bombalı saldırılar akla geldiğinde gelip geçen bir cümledir sadece o yokluk.
O meydanlarda, caddelerde, sokaklarda yaralananlar, kucaklarında sevdiklerinin ölü bedenleriyle öylece kalakalanlar, artık canının acımayacağını bile bile o ölü bedeni korumaya çalışanlar için artık bir daha eskisi gibi var olamayacağını bilmektir.
En azından hesabını sormak hevesiyle girdikleri, ömürleri boyunca yürüyeceklerini o zaman fark edemeyecekleri bir yolda kaybolmak, kaybettiğini aramaktır.
Uyarılar daha apart-manın girişinde başlıyor:
“Enfeksiyon riskinden dolayı...”
1996’da, 2000’de de ölüm orucu eylemlerini takip etmiştim.
Bittiğini sandığın ne varsa yeniden gördüğün memleket.
Bu küçük ev, mesleklerinden ihraç edilen Semih ve Esra Özakça’nın.
Semih, ağrıyan ayaklarını uzatmış, gülümseyerek karşılıyor bizi.
Salona girebilmenin tek koşulu var:
Antibakteriyel jel ve sağlık maskesi.
Samistal Yaylası’na, 2015’te sokulmak istenen iş makinelerinin karşısında duran, yığılan jandarmalara tepki gösteren Havva Teyze, tarihsel kazanımları basit cümlelerle özetlemişti:
“Kimdir devlet? Devlet bizim sayemizde devlettir.”
Havva Bekar’ın o isyanı, devleti kendisi olarak tarif eden, kendisi olmazsa yıkılacağını düşünen bürokrasi ve yönetenlere demokrasinin tarifini anımsatıyordu.
***
ABD’nin emperyalizminin tipik bir örneği olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul etmesinden sonra Ankara’da birkaç gün boyunca, ABD Büyükelçiliği’ne çıkan tüm yollar kapalıydı.
Öyle Cumhurbaşkanı, Başbakan değil; makam ve koruma verilen her ismin, trafikte bütün halkı bekletme hakkını kendinde bulduğu bir başkentte, işe gidemeyen, eve dönemeyenlerin derdini umursayan da yoktu.
Zaten Ankara’da yasaklar bir süredir “bazılarının” hayatının parçası.
Geriye doğru valiliğin bazı “yasaklama” duyurularına bakalım: