İnsan, ne gariptir ki varlığın kıymetini yoklukla anlar çoğunlukla.
Göğsünün ortasında oluşan kocaman boşluk, aslında, bir daha sahip olamayacağının farkına varmaktır.
Bazen de o boşluğun anlamı ulaşabilme ihtimali olduğunu bilip de ulaşamamaktır.
Kalbin, gerçekten de anlayabilen, hissettiğinde ağrıyan, kanayan bir organ olduğu da yoklukla anlaşılır.
---
Ankara Kızılay’dan, Merasim Sokak’tan, Gar Meydanı’ndan, Taksim’den, Suruç’tan gelip geçenler için, yaşanan bombalı saldırılar akla geldiğinde gelip geçen bir cümledir sadece o yokluk.
O meydanlarda, caddelerde, sokaklarda yaralananlar, kucaklarında sevdiklerinin ölü bedenleriyle öylece kalakalanlar, artık canının acımayacağını bile bile o ölü bedeni korumaya çalışanlar için artık bir daha eskisi gibi var olamayacağını bilmektir.
En azından hesabını sormak hevesiyle girdikleri, ömürleri boyunca yürüyeceklerini o zaman fark edemeyecekleri bir yolda kaybolmak, kaybettiğini aramaktır.
Doldurulamayacak, üstü asla kapanmayacak bir büyük kuyu.
Onlar, unutarak yaşamaya çalışır.
Akıllarından hiç çıkmayacak sevdiklerini unutarak değil, o olayın yaşandığını, o kaybedişle yüzleştiği anı unutarak, hiç olmamış gibi davranarak.
Zaman geçtikçe bu trajik oyunda ustalaşır her biri.
Sonra işte, bir yılbaşı, bir bayram, bir yıl dönümü sofrasında beyninin tam ortasına yeniden ve yeniden çarpan o boş sandalye.
---
Anmalar, ödüller, törenler ve yıl dönümleri silsilesidir aslında biraz da bu ülke.
Abdi İpekçi anmalarına katılan Çetin Emeç öldürülür, dosyalarını yazan Uğur Mumcu.
İşkenceleri yazan Metin Göktepe, hikâyelerini anlatan Musa Anter.
Dosyalara boğulmuş Necip Hablemitoğlu, derslere boğulmuş Ahmet Taner Kışlalı.
Yok edilenlerin dosyalarına hayatını adamış Tahir Elçi.
2018’e girerken, hâlâ yaşadıkları yerin isminin dillerinde ve hafızalarında Roboski olarak geçtiğini ve bunun “yıkmakla” ilgisi olmadığını anlatmaya çalışan, “Tamam, öyle bir yer yok, aslında Uludere” demek zorunda kalan ve öldürülen yakınlarının anmasına katılmak için trafik cezası ödeyen, yolları kesilen bu ülke yurttaşları.
Çoğu aynı aileden, çoğu çocuk 34 kişinin öldürülmesi için “takipsizlik” verildiğini, “Yine hesabı sorulamadı” diyerek yeniden aynı şiddetle anımsayan ve o takipsizlik kararlarını verenlerin bazılarının darbecilikle suçlanmasına da tanıklık edip, varoluşsal suçlarını yeniden sorgulayan insanlar.
---
Yaşamları boyunca tüm bu olayların haberlerini korkusuzca yapan gazeteciler Ahmet Şık, Murat Sabuncu, hukukçu Akın Atalay ve aileleri, onlarca gazeteci ile aileleri gökyüzüne bakarak, efkârla atlatmaya çalışır yokluğun yarattığı hasreti.
Bir tarafta durmadan nasıl yaşaman gerektiğini söyleyenler: Yılbaşını kutlama, öyle yürüme, sokağa böyle çıkma...
Anlamıyorlar ki yılbaşı dediğin büyük bir çoğunluk için mandalina, kuruyemiş, TRT’yle çerçevelenmiş, varlıkla dolu, saf bir fotoğrafı anımsamak sadece.
Sıkılarak, bazen de çok sıkılarak yaşadığımız günlerin kıymetini yoklukla anlamadığımız, herkesin kalbinin en saklı yerinde arzuladığına kavuşabileceği bir yıl dileğiyle...