Erzincan Üniversite-si’nde sadece yemek isimlerinin sıralandığı doktora tezinin kabul edilmesi tartışılıyor şimdi.
Yazanın günahı yok!
Danışmanın, jürinin, “akademik özgürlük” kavramını anımsayan rektörün de!
On yıllardır süren bir düzenin sonucu onlar sadece.
***
Sinop Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul, KHK’ya atıf yapılan yazıyla açığa alındı.
Mukul’a, soruşturmacıların yönelttiği iki soru vardı:
“Nureddin Yıldız’ı neden protesto ettiniz, Semih Özakça’yı neden ziyaret ettiniz?”
Yaşarken varlığını kimselerin bilmediği Emine Akçay sık anımsanıyor bugünlerde.
Adana’da, sadece 6 liraya aldığı nemli odunlar yanmayınca, son çare eski bir lastik parçasını tutuşturmak isteyen, tutuşmayınca “ah” edip, 6 yaşındaki oğlunun eline saç kurutma makinesini tutuşturup, “kendini ve kardeşini ısıt” diyerek, yan odada hayatına son veren Emine Akçay.
Kocasının, ilk kez sahip olabildiği miras parasını, kimine göre Bulgaristan’daki çeteye kaptırması, kimine göre iş açıp batırması nedeniyle, çaresizliğiyle baş başa kalan Akçay.
O kış o kadar soğuk olmasa, lastik tutuşsa, parasından birazı kalsa, komşulara, belki devlete başvursa... İhtimaller.
Ama asıl Emine Akçay, o kadar yoksul, çaresiz ve yenik hissetmese.
Yoksunluğu erkeklerden de çaresiz yaşayan o kadınlar, bir küçük pencereden ışık görebilse.
***
Kamber Ateş, görüş kabinindeki annesi Kürtçe konuşmasın, bu yüzden dayak yemesin diye gözleriyle konuşuyordu.
Annesi, oğlunun kaygısını öğrenip gelmiş, günlerce bilmediği dilde ne diyebileceğini çalışmıştı:
“Kamber Ateş, nasılsın?”
Aynı soruyu bir daha sordu, bir daha.
Kamber Ateş’in gözleri dolu doluydu.
* * *
“Sakıncalı” yayınlar yaptıkları gerekçesiyle Mamak’a getirilen Muzaffer ve İlhan Erdost, aracın içinde dövülüyordu.
Dayak faslı bahçede yeniden başlarken İlhan Erdost, bir daha görmeyeceği kızlarını anımsadı:
Adaletli olanın ne olduğu, dönemlere göre değişmez.
Suç ve cezayı dönemin ruhuna göre yorumladığınızda ise sadece büyük bir tartışmayı tarihe bırakmış olursunuz.
Ve adalete dair tarih, mahkeme kararlarıyla şekillenmez.
***
2013’te, daha sonra KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatlara yapılan operasyondan sonra atılan başlıklar korkutucuydu.
“Örgüt avukatları”, “Avukatların paraları örgütten”, “Kod isimleri bile varmış.”
Gözaltına alınan 9 avukat tutuklandı.
Önce iyi haber.Ankara Etimesgut’ta kullandığı halk otobüsüne binen kadına tecavüz eden, parmağındaki yüzüğü gasp eden, çıplak fotoğraflarını çekerek tehditte bulunan şoför İbrahim Tuncay hakkında verilen, indirimin yapılmadığı 34 yıl 8 aylık ceza Bölge Adliye Mahkemesi tarafından onandı.
Mahkeme, bu kararla, savcının, “Herkesin, gece veya gündüz, istediği saatte, tek başına seyahat etme özgürlüğü vardır ve devlet bunu güvence altına almak zorundadır” görüşünü de yerinde bulmuş oldu.
Yargının bu kez kendisinden bekleneni, sınırlı olarak, yaptığını söyleyebiliriz.
Ancak burası slogan atanın terör şüphesiyle tutuklandığı, “hassasiyetin” inanılmaz noktalara çıktığı bir ülke.
Onlarca mağdur yaratan o hassasiyetin açık suçlarda gösterilmesini beklemek hakkımız.
Yapmaz bir daha!
Kararın kötü yanına gelince.
Şoför Tuncay, otobüse binen kadının boğazını, bilincini yitirmesi için öldürecek kadar sıktı.
Eskiden hukuk, kolayca fikir beyan edilemeyen bir uzmanlık alanıydı.
Artık esnafından işçisine, işsizinden patronuna herkesin, her dosya için bir fikri var:
“Bu eylem anayasal düzene aykırılığa sığmaz, olsa olsa örgüt üyesi olmamakla birlikte...”
O fikre karşı çıkarsanız gelen soru belli: “Hain misin, ajan mı, terörist mi?”
Halka silah sıkana, darbeye kalkışana, hırsızlığa, saldırıya, yaralamaya kanıt varsa suç isnat etmek güç değil elbette.
Asıl mesele, eylemi irdelemeden, kişiyi, o kişinin hoşa gitmeyen davranışlarını hedef alan dosyalarda.
***
Muazzam hüzünlü keli-menin kendisi de gösteriyor ki bir hayal kırıklığınızın olması için önce bir hayalinizin olması gerekir.
Bir de hayalinizin olmadığı, olamadığı, artık vazgeçilen bir nokta vardır.
Hayal kırıklığı bile işte o hayalsizlik halinden yeğdir.
***
Göç Vakfı’nın geçen ay yayımladığı bir haberde, Almanya’daki iş bulma merkezlerindeki ayrımcılık anlatılıyordu.
Berlin Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin yaptığı basit bir araştırmaya göre, bu merkezlere yapılan başvurularda, yabancı isme sahip olanlar hem ayrımcılığa uğruyor hem de hakları konusunda yönelttikleri sorulara yetersiz yanıtlar alıyorlardı.
Araştırma, Alman, Türk ve Romen ismini taşıyan 6 hayali kişi oluşturularak yapılmıştı.
Ahmet Şık, son 28 yıldır yaptığı gibi, 2011’de de gazetecilik yaptığı için cezaevine konuldu.
“Hizmet” ifadesini kullanmayanların suçlu sayıldığı bir ortamda, FETÖ’nün bir suç örgütü olduğunu ortaya koyabilmek için kitap yazıyordu.
Tutuklanabileceğini biliyordu, zira bugün iddianamelere yeni tespit edilebilmiş gibi konulan, “FETÖ’cü polis ve savcılar engel gördüklerine kumpas kuruyorlar” önermelerinin tamamını yazmıştı.
Kanıtları toplarken telefonlarının dinlendiğini de biliyordu.
Cezaevine konuldu, suçlu olmadığını da biliyordu.
Tahliye edildiği gün, kendisine bunu yapanların yargılanacağını söyledi.
Söylediği gibi olunca onların da hukukunu dile getirmeye devam etti.
28 yıl boyunca söylemleri de haberleri de “sertti.”