Hepatit A virüsünün bulaşmasını önlemek için hijyene dikkat ederek ortak kullanılan eşyalardan kaçınmalıyız.
Hepatit hastalığı geçen haftaki yazımda bahsettiğim gibi virüsün türlerine göre değişerek adlandırılır. Bu hafta diğerlerine göre daha hafif seyreden, genelde kronikleşmeden ve hasar bırakmadan iyileşen A ve E hepatitlerinden bahsedeceğim.
Hepatit A virüsü ile olan hastalık, çocuk yaşlarda daha sık görülür ve daha hafif seyreder. Hatta sarılık belirtisini fark etmeden hastalık müphem belirtilerle de geçirilebilir. Erişkinlerde görüldüğünde yaş ne kadar ileri ise o kadar dikkatli ve yakın takip gerektirir. Hastalığı geçirmiş olmak kalıcı bağışıklık kazandırır. Geçirmemiş erişkin kimselere bağışıklığı sağlamak için aşı yaptırmaları önerilir.
Hepatit A aşısının koruyuculuğu yüksektir. Toplam olarak 2 doz yapılır. İlk dozdan 6 ay sonra 2. dozu uygulanır. Hepatit A görülme riski yüksek olan ülkelere seyahat öncesi aşının ilk dozunun en az 2-4 hafta önce yapılması gerekir. Hastalıkla beraber bulantı, kusma, karın ağrısı, yüksek ateş, aşırı halsizlik, genel olarak kaslarda ağrı, iştahsızlık, idrarın renginde koyulaşma, ciltte ve göz aklarında sararma, dışkının renginin açılıp kül
Hepatit hastalığına yakalanmadan da kişi hastalığı taşıyıcı ve bulaştırıcı olabilir, tedbiri elden bırakmamak gerekir .
Karaciğerin baş derdi olan ve halk arasında sarılık olarak bilinen hepatit hastalığına dikkat çekmek için 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü olarak ilan edilmiştir. Hepatit ilaç, alkol gibi toksik ya daotoimmun, viral gibi çok değişik sebeplerle ortaya çıkabilir. Karaciğerin tamamen iflasına kadar götürebilen bu hastalıktan korunmak için dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır. Bu konuda uyanıklık yaratmak ve bu hususlara dikkati çekmek toplum sağlığı için büyük önem taşır. Zira hepatit hastalığı yüksek oranda hepatit virüslerinin bulaşması ile ortaya çıkar. Mikrobun bulaşmasını önlemek hastalığa yakalanmayı da önleyeceği için insanların bu konuda bilinçlenmesi gerekir. Kişi hastalığı geçiriyorsa bulaşmasın diye önlem almayı hatırlamak kolaydır ya da zaten doktor hastasını aynı hastalığı başka kimseye bulaştırmasın diye uyarır. Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır: Hepatit hastalığına yakalanmadan da kişi hastalığı taşıyıcı ve bulaştırıcı olabilir. Yani dışarıdan bakıldığında hiç hasta gibi durmayan biri de sarılık mikrobunu taşıyor olabilir ve bulaştırma
Prebiyotik içeriği yüksek besinler hindiba, kuşkonmaz, yer elması, pancar, enginar, pırasa, sarımsak, soğan, muz ve baklagillerdir.
Mikrobiyotanın sağlığımız için ne kadar önemli olduğundan geçen yazılarımda bahsettim. Bize dost olan bu mikropları korumak ve geliştirmek için neler yapmalıyız ya da yapmamalıyız, gelin bir göz atalım.
Probiyotik Yunanca’da “yaşam için” anlamına gelmektedir. Probiyotik bakteriler, hazır bağırsak bakterileri olup yeterli miktarda alındığı zaman sağlık açısından faydalı olan canlı mikroorganizmalardır. Yiyeceklerle alınabildiği gibi ilaç olarak hazırlanmış formları da vardır. Ancak unutmayın ki canlı oldukları için saklanma koşulları da göz önüne alınıp ona göre dikkatli olunmalıdır. Koşullar uygun olmazsa ya da belirli bir süre geçmişse probiyotik bakteriler de hayatlarını yitirirler. Bir faydaları da kalmaz. Önemli probiyotikler, “Lactobacillus” ve “Bifidobacterium” türleridir. Doğal olarak meydana gelen probiyotik bakteri, yoğurt, kefir, peynir, lahana turşusu, boza, şalgam, şıra, tarhana, lahana kimchi, kambucha, soya fasulyesi esaslı miso ve natto gibi fermente gıda ürünlerinde bulunur. Bu son saydığım tuhaf isimler de ne, bunları nerede bulacağız
Bağırsağın ikinci beyin sayılabilecek kadar önemli bir organ olmasını sağlayan bağırsak mikrobiyotasıdır.
Geçen haftaki yazımda mikrobiyotanın ve mikrobiyomun ne olduğundan, kişiden kişiye nasıl değiştiğinden bahsetmiştim. Mikrobiyota, yaşanılan coğrafi bölge, beslenme, genetik, yaş, kullanılan ilaçlar gibi özelliklere göre aynı kişide bile zaman içerisinde farklılıklar gösterebilir. Aynı zamanda ilaçlar arasında özellikle antibiyotik kullanımı, stres, radyasyon, yiyeceklerdeki koruyucu ve katkı maddeleri de mikrobiyotaya etki eder.
Bağırsak mikrobiyotasındaki bakteri çeşitliliği oldukça fazladır. Çoğunluğu “bifidobakteri” ve “lactobacillus”tan oluşur, diğer sık görülen türler “streptococcus”, “enterococcus” gruplarıdır. Beslenmenin bağırsak mikrobiyolojisi üzerinde büyük etkisi vardır ve dünyanın farklı bölgelerindeki insanlar farklı bakteri profillerine sahiptir. Örneğin “prevotella” türü yüksek oranda karbonhidrat diyeti ile bağlantılı iken “bacteroides” yüksek oranda hayvansal yağ ve protein ağırlıklı beslenen kişilerde daha fazla bulunur.
Serotonin bağırsaktan salgılanır
Vücudumuza dost olan bu mikroplar bulundukları bölgede hastalık oluşturacak bakteri ve mantarlara karşı
Bizi zararlı mikroplardan koruyan mikroorganizmaların oluşturduğu sistemin en önemli destekçisi anne sütüdür.
Mikrobiyota, vücudu-muzda bizimle beraber yaşayan milyarlarca mantar, bakteri ve tek hücrelilerden oluşan mikroorganizmalar sistemidir. Toplam ağırlığı birkaç kiloyu bulabilen bu küçük canlılar vücudumuzun çeşitli bölgelerinde kolonileşmiş, sayıca çok fazla bir mikrop imparatorluğu gibidir. Bu mikrobiyotanın sahip olduğu genetik materyele de mikrobiyom adı verilir. Bu isimlerden ilk kez moleküler biyolog Joshua Lederberg ve mikrobiyolog eşi Esther Lederberg’in bakteri genetiği üzerinde yaptığı çalışmalarda bahsedilmiş ve 1958 yılında Joshua Lederberg’e 33 yaşında iken Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır.
Doğum şekli önemli
Mikrop kelimesi her ne kadar zararlı ve hastalık yapan anlamını çağrıştırsa da burada bahsettiğimiz mikroplar aslında bize dost olan ve düşündüğümüzün tam tersi olarak, bizi zararlı mikroplardan ve hastalıklardan koruyan türdendir. Kolonileştikleri yerler deri, idrar yolları, sindirim, solunum ve genital sistem olmak üzere vücudun değişik yerleridir. Yerleştikleri bölgenin doğal florasını oluşturup zarar vermeden yaşarlar. Örnek olarak hastalıktan şüphelenip
Hipertansiyonun tedavisinde ilaç kullanımının yanı sıra yaşam tarzı ve beslenme şekli de önemlidir.
Hipertansiyon kalp damar hastalıklarında önemli bir risk faktörü olup kalp krizine zemin hazırladığı gibi tek başına da inme ve aort damarının yırtılması gibi ölümcül komplikasyonlara yol açan tehlikeli bir hastalıktır. İyice yerleşene kadar kolayca belirti vermez, uzun süre sinsi ve sessizce ilerler. Zamanla vücut yüksek tansiyona alışmış ise başlangıçtaki müphem belirtilerini de artık hissetmez. İşte en tehlikeli hali de budur. Yani kişi tansiyonu çok yüksek olduğu halde hiç farkında değildir ve bu sinsi düşman sessizce ilerleyip maksadına ulaşır.
Hayat boyu tedavi ve takip gerektirir
Birçok tehlikeli sonuçlara yol açan hipertansiyonun ilaçla tedavisinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Unutulmaması gereken en önemli konu, bu tedavinin örneğin antibiyotik gibi geçici olarak kullanılıp hastalığı iyileştiren ve sonrasında bırakılan türden değil, hayat boyu sürecek bir tedavi olduğudur. Çoğu kimse kardiyoloğunun verdiği ilaçla tansiyonunun normale indiğini görüp iyileştiğini düşünerek ilacını kesmeyi veya azaltmayı aklından geçirir. Bu kesinlikle yanlış bir yaklaşımdır. Bir
Trans yağlar hazır satılan paketlenmiş ürünlerin yanı sıra defalarca kullanılan kızartma yağlarında karşımıza çıkıyor.
Geçen haftaki yazımda trans yağlara karşı sizi uyarmış, çeşitlerinden ve nasıl ortaya çıktıklarından bahsetmiştim. Kötü olduğu bilinen bu yağlar günlük hayatta birçok şekilde karşımıza çıkar. Yaz sıcağında afiyetle yediğimiz dondurmalarda, hazır satılan kek ve yaş pastalarda, pizzalarda, waffle’larda, kremalarda, süt ve kahve tozlarında, salata soslarında, et suyu ürünlerinde, patlamış mısırda, kurabiyelerde, bisküvilerde, krakerlerde, sandviçlerde, cips, margarin ve katkı yağlarında, patates kızartması, fast food gıdalar, çikolata, gofret, yapay süt tozu, mayonez, kısacası raf ömrü olan, paketlenmiş, ister tatlı ister tuzlu tüm gıdalarda trans yağlara rastlamak mümkündür. Ayrıca hem evlerde hem de restoranlarda, kızartma yağlarının defalarca kullanılması sonucunda da trans yağlar oluşabilir. Yağlar dünyada kullanılmaya başladığından beri çok tercih edilmektedir. Bunun esas sebebi, gıda firmalarının kullanımını kolay, üretimini de ucuz bulmasıdır. Bunlar ayrıca uzun süre dayanmakta ve yiyeceğe güzel bir tat vermektedir. Trans yağlar ticari tavalarda birden çok kez
Kaçınmamız gereken trans yağlar, “hidrojenasyon” denilen kimyasal yöntemle oluşturulan yağlar ile kızartma işleminden geçen sıvı yağlardır.
"Yağdan çok yiyelim”, “Az yiyelim”. “Kolesterol yapar”, “Yaparsa yapsın”. “1 gramı 9 kalori kolay kilo aldırır”, “Yok aldırmaz”. Bu tartışmalar süredursun, herkesin ortak görüşte olduğu bir konu var ki, o da trans yağların çok zararlı olduğu.
Birincisi, doğada bulunmayan ve bitkisel yağların endüstriyel bir işlemden geçirilerek hidrojenize edilmesiyle oluşturulan trans yağlardır. İkincisi sıvı yağların yüksek sıcaklıkta sürekli olarak ısıtılması ve kızartılması ile oluşan trans yağlar ve üçüncüsü doğal olarak bazı geviş getiren koyun, kuzu, inek gibi hayvanların işkembelerinde, et ve sütünde bulunan trans yağlar. Doğal olan bu yağların, diğer trans yağlar gibi bir zararı yoktur. Zararlarından bahsedeceğimiz ve esas olarak kaçınmamız gereken trans yağlar ilk iki çeşit olarak bahsettiğim yağlardır.
Kızartma işleminin birçok bakımdan sağlıksız olduğunu zaten biliyoruz. Bunlardan bir tanesi de trans yağlara dönüşümü tetiklemesi nedeniyledir. Diğer, sentetik olarak “hidrojenasyon” adı verilen kimyasal bir yöntemle oluşturulan yağlar da insan