Tıptaki adı Diabetes Mellitus olan şeker hastalığı iki çeşittir. Birincisi doğuştan olan ve hayat boyu insülin iğnesi kullanımını gerektiren insüline bağımlı diyabet ya da tip I diyabet dediğimiz türü diğeri ise sonradan ortaya çıkan ve ağızdan alınan ilaçlarla hatta yerine göre sadece diyetle tedavi edilebilen hatta önlenebilen insüline bağımlı olmayan tip II diyabet dediğimiz türüdür.
Aldığımız besinlerdeki glikozun hücre içine girip kullanılması için insülin adı verilen bir hormona ihtiyaç vardır. Bu hormon normal şartlarda karnımızda midenin arka yüzüne bakan yerde bulunan pankreas bezi tarafından salgılanır. Bazen değişik sebepler yüzünden pankreasta insülin salgılayan beta hücreleri hasar görür ve bu hormonu salgılayamaz. Buna en sık sebep otoimmündür. Yani vücudun kendi bağışıklık sistemi pankreasın beta hücrelerine saldırır ve onları harap eder. Bu harabiyet %80’in üzerine çıktığı zaman hastalık belirtileri ortaya çıkar. İnsüline bağımlı olan diyabette pankreas organı yeterli miktarda
Bugün Dünya Diş Hekimliği Günü tüm diş hekimi arkadaşlarımın gününü kutluyorum. Türkiye’de ilk Diş Hekimliği Okulu 22 Kasım 1908 tarihinde kurulmuş ve 1909 yılında fiilen eğitime başlamış. İlk mezunlarının sayısı 43 kişiden ibaretmiş. Modern diş hekimliğine ise 1933 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diş Tebabeti Mektebi kurulması ile başlanmış. Daha sonra yenileri kurulmaya devam eden ve gittikçe sayısı artan diş hekimliği fakültelerinden de her geçen yıl yeni diş hekimlerimiz mezun olmaya devam ediyor. Diş Hekimliği Günü her yıl 22 kasım günü olarak 1996 yılından bu yana kutlanıyor. Günün anlamına uygun olarak da ağız ve diş sağlığımıza gereken önemi vermemiz gerektiği hatırlatılıyor. Sağlık için önemine dikkat çekiliyor.
Ağız ve diş bakımına önem vermek gerek
Yaşamımızı devam ettirmemiz için beslenmemiz gerekir. Bunu da doğal olarak yediğimiz besinleri sindirerek yerine getiririz. Önce ağzımızda çiğneriz sonra da yutarak diğer sindirim organlarına yollarız. Dolayısıyla sindirim ağızda başlar. Burada
Hipertansiyonun nasıl bir hastalık olduğunu, kalp ve damarlar başta olmak üzere beyin, böbrek, göz gibi önemli organlarımıza neler yapabileceğini az çok biliyoruz. Hele bir de bu hastalık çocuk denecek yaşta başladıysa bu zararlı etkileri de çok erken yaşlarda karşımıza çıkabiliyor. Oysa vaktinde teşhis yapılıp tedavisi planlanarak kontrol altına alındığında vücuda verebileceği zararları da en aza indirmek mümkün. Hatta birtakım önlemlerle hastalığın ortaya çıkışını da engellemek mümkün. Bu çok önemli konu üzerinde çalışmak üzere Hipertansiyon ve Ateroskleroz Derneği Başkanı Prof. Dr. Serap Erdine’nin Yönetim Komitesi’nde görev aldığı, Avrupa Bilim ve Teknoloji İşbirliği Derneği (COST) desteğinde HyperChildNET çalışma ağı kuruldu. Bu çalışma ağı çocuk ve gençlerde kan basıncı ve ilişkili hastalıklar konusunda, multidisipliner bir anlayış ile tanı, tedavi ve önleyici faktörler konusunda bilimsel araştırmalar yürütmekte ve koruyucu yaklaşımları, halk kitleleri ile paylaşarak farkındalık yaratmayı
Kuarsetin önemine yakın zamana kadar pek de farkına varmadığımız başta kovid-19 enfeksiyonu olmak üzere pek çok konuda faydası olan değerli bir antioksidandır.
Biz antioksidanları daha çok flavonoid adı altında bazı bitkisel besinlerde bulunan polifenolik bileşikler adı altında tanıyoruz.
Flavonoidler bu besinlere kırmızı, yeşil, turuncu, mor renklerini veriyor. Biz de bu renk farklılıklarına göre hangi bitkinin hangi antioksidanı daha çok taşıdığını ayırt edebiliyoruz. Bu antioksidanlardan kuersetin içinde bulunduğumuz kovid-19 pandemisindeki faydalı etkisi ile bugünlerde ön plana çıkıyor. Gelin bakalım neler yapıyor.
Kuersetin koronavirüsle mücadelemizde güçlü bir yardımcıdır.
Virüsün hücreye girişini ve çoğalmasını engellemedeki etkisi
Kuersetin koronavirüsler dahil daha birçok RNA ve DNA virüslerinin insan hücresine girmesini ve çoğalmasını engeller. Özellikle C vitamini ile beraber bu olumlu etkisi daha da artan kuersetin ACE2’ye bağlanma aktivitesine sahip olması nedeniyle koronavirüsün insan hücresine ACE2
Böbrek taşları büyüklüğüne, bulunduğu yere ve herhangi bir tıkanıklığa yol açıp açmadığına göre değişik derecede hasarlara yol açabilir. Bazı taşlar ise hiçbir hasara yol açmadan kendiliğinden idrar yolunu kullanarak düşer gider. Ancak tabi bu taşların tekrarlama gibi de kötü bir huyu vardır. Gelin taş olmaması için ya da tekrarlamaması için nelere dikkat etmeliyiz ya da olduğu zaman da bunun tedavisi nasıldır bir göz atalım.
Taş oluşumundan korunma yolları
“Akan su yosun tutmaz” derler atalarımız. Bu çalışkanlığın, hareketliliğin iyi geldiğini göstermek için söylenmiş çok güzel bir atasözüdür. Taş oluşumunu önlemek için de bol sıvı alıp böbrekleri bir çeşit yıkamak iyi gelir. Bu nedenle her gün belli miktarda başlıca su olmak üzere sıvı almak gerekir. Bu miktar kişiye göre, kilosuna göre, mevsime ve bulunan ortamın sıcaklığına göre, yapılan fiziksel aktiviteye göre değişir. Ne miktarda su içilmesi gerektiğini anlamanın en iyi yolu çıkarılan idrarın rengine
Vücudumuzun önemli boşaltım organları olan böbreklerde taş oluşumunun belirli ve mutlak bir nedeni yoktur. Ancak oluşumunu kolaylaştıran bir takım faktörler vardır.
Yetersiz sıvı alımı
Az su içmek böbrek taşı oluşumu için en sık bilinen sebeplerdendir. Bunu daha doğru bir ifadeyle az sıvı alımı olarak tanımlamak yerinde olur.
Sıcak iklim kuşağında yaşamak
Bu konuda yapılmış birçok çalışmalar sıcak ikimin taş oluşum sıklığını artırdığını göstermiş. Hatta kişiler bulundukları ülkeden daha sıcak iklime geçtiklerinde taş oluşturdukları gözlenmiş. Bunun sebebinin de sıcakta oluşan dehidratasyon (terleme ile sıvı kaybı) ve yetersiz sıvı alımı olduğunu ön görmek mümkündür.
Böbrekteki yapısal bozukluklar
Böbrekte idrar akımını kısıtlayan sonradan olmuş ya da doğuştan olabilen yapısal bozuklukları taş oluşumunu kolaylaştırır.
Genetik faktörler
Sebepleri
Kansızlığın birçok sebebi olabilir. Kaybı ya da yapımındaki yetersizlik ve eşlik eden başka hastalıklar başlıca sebepleri arasındadır.
Kan kaybı
Kan sayımındaki düşüklüğün sebeplerinden biri kan kaybıdır. Bu ani görülen abondan dediğimiz fazla kanamalarla olabildiği gibi ufak ufak hissettirmeden olan kronik kanamalarla da meydana gelebilir. Ani gelişen hızlı ve bol miktardaki kan kayıplarının sebep olduğu klinik tablo biraz gürültülüdür. Genel durum bozukluğuyla beraber hastaneye acil müracaat gerektirir. Kayıp olan kan miktarını kan transfüzyonu ile acil yerine koymak gerekebilir.
Kronik yani uzun zaman içinde az az olan kanama ise göze çarpmaz ama ciddi kansızlıklara yol açabilir. Buna en belirgin örnek mide ya da bağırsak hastalıklarında olan kronik kayıplardır. Böyle durumlarda dışkı simsiyah olabilir. Buna melena denir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Demir eksikliği tedavisi için ilaç alanlarda da siyah dışkılama gözlenebilir. Bu durum yanıltıcı olabilir, ayrımı iyi yapmak gerekir. Demir içeriği yüksek
Kanser hangi organda ortaya çıktıysa ağırlıklı olarak o organa tesir etse de bu melun hastalık vücutta birçok organı da az veya çok derecede olumsuz yönde etkileyerek zarar verir. Kanser tedavisi bulantı, kusma, halsizlik gibi istenmeyen yan etkiler yapabildiği gibi bizim için çok önemli bir organımız olan kalbe de olumsuz etkilerde bulunabilir. İşte o zaman işin ciddiyeti de farklı bir boyut kazanır.
Kanser tedavisine bağlı olarak kalp ile ilgili yan etkiler ortaya çıkabilir
Kanser tedavisinde kullanılan çeşitli ilaçlara ve radyoterapiye bağlı olarak ya da kanser hastalığının kendisi nedeniyle ortaya çıkan pıhtılaşma bozukluklarıyla olan damar tıkanıklıkları, kalp ritim bozuklukları, kalp krizi, kalp kapaklarında fonksiyon bozukluğu ve kalp yetersizliği gibi sorunlarla karşılaşılabilir.
Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların etken maddesine göre karşılaşılan yan etkilerini şöyle sıralayabiliriz. İmatinib, Bortezomib ödeme, Mitomycin, Doxorubicin ve diğer antrasiklinler, Mitoxantrone Kalp yetmezliğine, Arsenic trioxide, Lapatinib EKG’de Q-T uzaması yaparak kalpte tehlikeli ritm