Kovid-19 salgınında uzun bir yol katettik. Biz sağlık çalışanları olarak bu savaşta cephede ve ön saflarda savaşırken çok üzücü sonuçlara da şahit olduk. Kimi zaman hastalarımızı çaresiz kalarak kaybettik. Birçok meslektaşımızı şehit verdik. Bu sürede yaklaşık 50 bin insanımız salgın yüzünden hayatını kaybetti. Ayrıca salgın sebebiyle korkup hastaneye gelmeyen, kontrollerini erteleyen hastalar da tedavilerini yaptırmakta geciktiler.
Hastaneye gitmediler
Bir kısmı tedavi olabilecek hastalıklara yakalandığı halde hayatlarını kaybetti. Bunların başında da her zaman olduğu gibi kalp damar hastalıkları geliyor. Bu hastaların çoğu şikâyetleri başlasa bile koronavirüs kaparım diye hastaneye gitmekten çekindi. Bazı hastalar basit bir anjyo ile teşhis konulup, anjiyoplasti yapılarak başına bir hadise gelmeden tedavi olabilecekken kalp krizi geçirerek ambulansla acile geldi, bazıları da gelemeden hayatını kaybetti.
Kafa karıştırıyorlar
Bu kâbustan kurtulmak için dört gözle çıkacak aşıları bekledik. Bu sayede tünelin ucunu görmeyi ümit ettik. Derken
Şekerden kaçmak için tatlandırıcı kullanmak sanki güzel bir çözüm gibi gözükse de aslında tatlandırıcıların da benzer yan etkileri olduğu maalesef göz ardı edilemeyecek bir gerçek. Kalorileri daha düşük olduğu için diyet gibi algılanır. Nasıl olsa tatlandırıcı kullanılmış bir şey yapmaz diye düşünerek yanıltıcı bir şekilde bol miktarda tüketmek bu zararı katlayarak çoğaltır. Tüketilen yiyecek miktarındaki artışla beraber kilo artışı da gözlenir. Yani bu pastada, tatlıda nasıl olsa şeker yok diye düşünüp kocaman bir dilim keser yerseniz, yediğiniz bu miktar yine size kilo aldıracaktır.
İki türü var
Tatlandırıcılar, enerji içeren ve içermeyen olmak üzere ikiye ayrılır. Enerji içeren tatlandırıcılar fazla miktarda alınırsa kan şekerini yükseltebilirler. Fruktoz yani meyve şekeri bu tür bir tatlandırıcıdır. Bir diğeri de ‘sorbitol’dür. Isıya dayanıklıdır, pişirilmekle tadı kaybolmaz, acılaşmaz, kıvam artırıcı özelliği olduğu için reçel, marmelat gibi tatlıların ve cikletlerin
Şekerin mecazi anlamlardaki kullanımı her ne kadar hep olumlu ve sevimli manaları çağrıştırsa da bilim onun foyasını çıkardı. Şeker tatlı tatlı ve sinsi bir şekilde bizi kendine alıştırıp organlarımızı tek tek bozuyor, dokunmadık yer bırakmıyor. Üstelik her zaman çaya, kahveye koyduğumuz şekerin haricinde her gün tükettiğimiz birçok yiyeceğin içinde de yer alıyor. Örneğin çay veya kahvemizi şekersiz içiyoruz fakat onun yanında pasta ya da kurabiyeyi afiyetle tüketiyoruz. Bazılarımız için çikolata vazgeçilmezimiz. Hani her gün yesem bıkmam dediğimiz yiyecekler var ya eminim birçoğumuz için çikolata bu yiyeceklerin arasındadır. İçerdiği kakaonun antioksidan özelliği vicdanlarımızı biraz rahatlatır. Bu yüzden de özellikle bitter olanını tercih ederiz. Hatta kakao oranına bakıp yüzdesi en yüksek olanını seçeriz. Bu bir bakıma iyi tabi ki. Ama hepsinin içinde şeker var maalesef.
Şekere çocuklukta alışıyoruz
Çoğumuz şekere çocuklukta alışıyoruz daha doğrusu alıştırıyorlar. Çocukları sevindirmek
Bu yıl 74’üncüsü düzenlenen Dünya Sağlık Asamblesi, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) en önemli toplantılarından biridir. Bu toplantıya tüm DSÖ üye devletlerinin delegeleri katılır. Dünya Sağlık Asamblesi’nde örgütün politikaları belirlenir, yönetimle ilgili seçimler yapılır, mali politikalar denetlenir ve önerilen program bütçesi gözden geçirilip onaylanır. Tüm dünyayı ilgilendiren önemli kararların alındığı bu toplantı, her yıl İsviçre’nin Cenevre kentinde Dünya Sağlık Örgütü’nün merkezinde düzenlenir. Toplantı farklı alanlarda çeşitli hayati konuların ele alındığı, problemlerin tartışıldığı, çözüm imkanlarının sunulduğu ve karara bağlandığı farklı oturumlar şeklinde yapılır.
Bakan Koca konuşma yaptı
Dünya Sağlık Asamblesi’nin bu yılki teması “Bu salgını sona erdirmek, bir sonrakini önlemek, birlikte daha sağlıklı, daha güvenli ve daha adil bir dünya inşa
etmek” şeklinde kurgulandı. 24 Mayıs - 1 Haziran
31 Mayıs, tütün ürünü kullanımının sağlığa verdiği zararlar konusunda insanları uyarmak, farkındalık yaratmak, bilinç kazandırmak ve sağlıklı yaşam davranışlarını geliştirmek amacıyla Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Dünya Tütünsüz Günü” olarak ilan edilmiştir.
Tütün ürünleri olarak sigara, puro, pipo ve nargileyi sayabiliriz. Bunlar başta kalp damar hastalıkları olmak üzere, çeşitli kanserler, kronik akciğer hastalıkları ve çeşitli cilt hastalıkları gibi birçok sağlık problemlerine yol açar. Tüm bu zararları çok iyi bilindiği halde maalesef insanlar bu ürünleri kullanmaya devam ediyor ve sürekli yeni kullanıcılar da ekleniyor. Bu garip yanılgının sonucunda da her yıl dünyada 8 milyon kişi tütün kullanımı nedeniyle ölüyor. Bu nedenle hiç bıkıp usanmadan tütünün zararlarını aynı şekilde tekrar tekrar hatırlatmak göz göre göre olan bu yanlışa bir dur demek gerekiyor. Bunların arasında en sık kullanılanı sigara olduğu için onun üzerinden
Sağlığımızla ilgili kaderimizi doğduğumuz yer değil doyduğumuz yer belirliyor.
Yaşamak için yemek zorundayız. Ancak yemek sadece açlığımızı bastırmak için olmamalıdır. Belki midemize yiyecek girince kendimizi tok hissederiz. Evet karnımız doymuştur. Keyfimiz yerindedir. Hele bir de lezzetli ve bizi cezbeden yiyeceklerse ayrı bir keyif almışızdır. Ama ya sonrası? Bu yiyecekler midemize girdikten sonra sindirilince, emilince bizde ne gibi kalıntılar bırakacak. Neremize ne yapacak hiç düşünür müyüz? Kilo vermek isteyip de veremeyenler hep dayanamayıp da yedikleri o yasak yiyeceklerden sonra aynı pişmanlığı yaşarlar. Yerken iyiydi ama ya sonrası?
YEDİKLERİMİZ ALIŞKANLIK KAZANDIRIR
Yediklerimiz zaman içerisinde bizim ağız tadımızı belirler. Hatta zamanla alışkanlık kazanmamıza yol açar. Damak tadı denilen bu olay daha çocuklukta başlar. Edindiğimiz bu alışkanlığa göre benim damak tadıma uyuyor veya uymuyor deriz. Çok şeker verilen çocuk ileride de tatlıya düşkün olur. Bu çocuklar insülin direncine ve tip 2 diyabet dediğimiz sonradan olan şeker hastalığına adaydır.
Bilirsiniz bir işe girişince hazırlık devresinde bazen kampa gireriz. Bu öyle doğada çadır kurulup kamp ateşi yakılan tatil kampı gibi bir kamp değildir. Başarmak amacıyla çok çalışmak, hazırlanmak içindir. Pandemi boyunca evde geçirdiğimiz süre içinde hem hareketimiz azaldı hem de can sıkıntısından kendimizi yemeye verdik. Çoğumuzun mutfaktaki maharetleri arttı. Evde ekmek, pide yapanlarımız oldu. Hem vakit geçirmek hem eğlence olsun diye hem de yarın bir gün her yer kapanır, kıtlık olur korkusuyla kendi kendimize yetecek kadar ekmek, yemek yapar olduk. Restoran ve kafeler kapalı iken eve yemek servisi yapan şirketler çoğaldı. Her şeyi oturduğumuz yerden ısmarlar olduk. O oturduğumuz yerden de pek kalkmaz olduk. Evden çalışanlarımız bilgisayar başında saatler süren toplantılara katıldı. Uzun vakit alan raporlar, yazılar hazırladı. Tabi herkesin oturduğu yerde tüketeceği abur cubur, fast foodlar çalışmayı bölmeyen ama sağlıksız olan atıştırmalıklar çok tüketildi. Benzer şekilde yağlı kuruyemişler ve patlamış mısırlar, çekirdeğin her çeşidi ekran
Bu salgından korunmak için bir süredir kapanma dönemine geçtik. Vaka sayıları azalmaya başladı. Ülkemizde ve dünyada aşılama devam ediyor. Ben şahsım adına bu aşılamanın daha hızlı olmasını beklerdim. Dünyada yaygın olarak kullanılan ve aşılarının çok etkili olduğunu iddia eden şirketlerin, şirket hisselerinin değerini artırmak ve para kazanmak peşinde koşmak yerine dünyayı esir almış bu öldürücü hastalık için aşı formüllerini paylaşmalarını beklerdim. Tüm dünyada diğer aşı üretebilecek şirketlerin de tam kapasite ile bu aşıları üretip çok kısa bir zaman içinde insanları aşılayıp dünyayı kurtarmalarını beklerdim. Üstelik bu aşı şirketlerinin çoğu Ar-Ge çalışmaları için hükümetten çeşitli destek, teşvik ve birtakım avantajlar elde etmişken en azından makul miktarda bir karşılık alarak bu bilgi devrini yapabilirler diye düşünüyorum. Bu sayede yeterince aşı üretilir, günde yaklaşık bir milyon aşılama kapasitesi olan ülkemizde de sene başından beri devam eden bu faaliyette tüm nüfusu