Bu salgından korunmak için bir süredir kapanma dönemine geçtik. Vaka sayıları azalmaya başladı. Ülkemizde ve dünyada aşılama devam ediyor. Ben şahsım adına bu aşılamanın daha hızlı olmasını beklerdim. Dünyada yaygın olarak kullanılan ve aşılarının çok etkili olduğunu iddia eden şirketlerin, şirket hisselerinin değerini artırmak ve para kazanmak peşinde koşmak yerine dünyayı esir almış bu öldürücü hastalık için aşı formüllerini paylaşmalarını beklerdim. Tüm dünyada diğer aşı üretebilecek şirketlerin de tam kapasite ile bu aşıları üretip çok kısa bir zaman içinde insanları aşılayıp dünyayı kurtarmalarını beklerdim. Üstelik bu aşı şirketlerinin çoğu Ar-Ge çalışmaları için hükümetten çeşitli destek, teşvik ve birtakım avantajlar elde etmişken en azından makul miktarda bir karşılık alarak bu bilgi devrini yapabilirler diye düşünüyorum. Bu sayede yeterince aşı üretilir, günde yaklaşık bir milyon aşılama kapasitesi olan ülkemizde de sene başından beri devam eden bu faaliyette tüm nüfusu
Ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas’ın başyapıtlarından ve dünya klasikleri arasına girmiş meşhur eseri “Üç silahşörler”i neredeyse duymayanımız yoktur. Bu tarihi ve macera romanındaki olaylar Fransa’da XIII. Louis döneminde 1600’lü yıllarda geçer. Athos, Porthos ve Aramis kralı koruyan üç silahşörlerdir. D’Artagnan da daha sonradan onlara katılır. Romanda kralı düşürmek isteyen Kardinal Richelieu’nun komplolarından kralı korumak için giriştikleri maceralar anlatılır. Pandemideki mücadelemizde bizim üç silahşörlerimizi maske, mesafe, temizlik üçlümüz olarak tarif edebiliriz. Aşıyı da onlara sonradan katılan D’Artagnan olarak düşünelim. Kardinal Richelieu ise yeni koronavirüs olsun.
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için
Romanda silahşörler arasında geçen ve birlik beraberlik gerektiren birçok durumda dile getirilen uluslararası bir hal almış “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” sloganını da hatırlayacaksınız. İşte tam da şimdi böyle bir milli
Bir yılı aşkın bir süredir Kovid-19 pandemisi tüm dünyada hem sağlığı hem de ekonomiyi bozmaya devam ediyor. İnsanlar hayatını kaybediyor, işsiz kalıyor, şirketler kapanıyor.
Söz konusu olan sonuç sağlığı ilgilendiriyorsa, hatta yaşa, başa bakmadan hiç acımadan insanların ölümüne yol açıyorsa akan sular duruyor. Alınacak tedbirler her türlü kararın önüne geçiyor.
Bir işletme düşünün bu işletmenin bir çalışanında bulaşıcı bir hastalık oluyor. Bu çalışan rapor verilip evine gönderildiği halde karantinada kalmayarak işe gelmeye devam ediyor ve diğer iş arkadaşlarına da hastalığı bulaştırıyor. Bunun üzerine işletmedeki diğer çalışanlar hastalığın bulaşmaması için bazı tedbirleri almak üzere uyarılıyor. Fakat bir kısmı uyarılmalarına rağmen bulaş yollarına hiç dikkat etmediği için hastalığa yakalanıyor. Bu arada hastalığı önlemek için aşı bulunuyor. Fakat bir kısım çalışanlar onlara ücretsiz sunulduğu halde aşı olmayı reddediyor. Sonunda bu öldürücü hastalıkla baş etmek için işletme
Yeni koronavirüse özgü ve hastalığa karşı kullanılabilecek bir ilaç henüz bulunamadı. Hastalık süresince uygulanan tedavi ancak şikayetleri ve hastalığın ilerlemesini önlemeye yönelik. Çoğunlukla da başarı sağlanıyor. Bu başarı her hastalıkta olduğu gibi burada da tedaviye erken başlamakla ve bünyenin sağlamlığıyla yakın alakalı. Salgında korunmak için maske, mesafe, temizlik ile beraber aşı uygulaması da büyük değer taşıyor. Tüm bunların yanında bir de ilaç çalışmaları var ki hastalıktan korkmadan ve bize yarattığı bu esaretten kurtularak yaşama umudumuzu daha da artırıyor.
Antibiyotiğin keşfinden önce basit enfeksiyonlarla insanlar ölüyordu
Alexander Fleming’in, 1928 yılında penisilini keşfetmesi antibiyotik çağının başlamasını sağlamıştır. Bu buluş aslında Fleming’in mikroorganizmaları üreterek çalışmalarını yaptığı kaplardan birinde küf mantarı üremesiyle beraber o bölümdeki mikroorganizmaların yok olduğunu fark etmesiyle gerçekleşti. Penicillium notatum olarak adlandırılan bu küf mantarı daha sonra çığır
Bugünü yarına bağlayan gece Ramazan ayının ilk sahuru yapılacak ve niyet edilerek yarın bir ay sürecek olan oruç dönemine başlanacak. Biliyoruz ki oruç tutmak sadece aç ve susuz kalmak değil aslında dinimizdeki anlamı çok daha derin ve önemlidir. Ben bugün orucun sağlıkla ilgili yönünden ve içinde bulunduğumuz dönemde çok gerekli olan sabır duygusunu bize nasıl kazandırdığından bahsetmek istiyorum.
Bir yılı aşkın süredir devam eden ve ezber bozan bu salgın insanları artık bezdirmeye, bıktırmaya başladı. Maske, mesafe, temizlik kurallarını mikroba karşı üç silahşörlerimiz gibi uyguluyoruz. Hatta artık alıştık gibi geliyor. Maskeyi unutup çıktığımız zaman bir eksiklik hissediyoruz, dostlarımızla karşılaştığımız zaman eskiden hemen sarılıp öpüşüyorsak da artık şimdi tam sarılacak iken duraksıyoruz ve uzaktan sevgimizi belli eder hareketleri yapıyoruz. Bu alışkanlıklar zamanla selamlaşma kültürüne de değişiklik kazandıracağa benziyor. Başımızdaki mikrop adeta benden kurtulamazsınız diyerek durmadan mutasyon geçiriyorsa, Dünya
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bundan yaklaşık olarak 2.5 yıl önce Ankara’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi 2018-2019 akademik yılı açılış töreninde yaptığı konuşmasında, sağlıkta millileşmenin en az savunma sanayi kadar önemli olduğunu vurgulayarak, “Türkiye’nin sağlık alanında hızlı bir millileşmeye, yerlileşmeye ihtiyacı var” demişti. Sağlık bilimleri Üniversitesi Türkiye’nin sadece sağlık alanında eğitim veren ilk devlet üniversitesidir. Yurt içinde ve yurt dışında onu tıp fakültesi olmak üzere birçok enstitü, yüksekokul ve merkezlerde eğitim veren üniversitemize afiliye olan 61 hastanemiz bulunmakta.
Seferberlik ruhuyla çalışıyoruz
Dünya Sağlık Örgütü ile beraber kıymetli projeler gerçekleştirdiğimiz Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl’ün danışmanı olarak ben de bu törene davet edilmiş ve katılma şerefini elde etmiştim. Cumhurbaşkanımız o gün ayrıca “Ülkemizin geldiği yer itibarıyla artık meselelere bakış açımızı ve yaptığımız
Bir yılı aşkın bir süredir devam eden bu küresel salgın bizi gerçekten bıktırdı. Her fırsatta bitsin, gitsin artık diye birbirimize tekrarlıyoruz. Evlere kapanmaktan, sevdiklerimizle gönlümüzce görüşememekten sıkıldık artık. Bir süredir kafeler, restoranlar açık ve dolup taşıyor. Yani bir kısmımız bundan pek de mağdur değil. Ancak benim kastettiğim kesim vakalar ve ölümler bu kadar artmış iken akıllı ve bilinçli davranarak tedbiri elden bırakmayanlar. Fakat onlar da artık ne zamana kadar böyle devam edecek diye merak ediyorlar.
Tedbirlere uymayanlar
Bulaşıcı hastalıklardan kurtulmak her şeyden önce bulaşmayı önlemek ile sağlanır. Bu salgına sebep olan virüsün bir köşede bekleyip pusu kurup sonra insanlara saldırmak gibi bir kabiliyeti yok. Önce birine bulaşıyor onu hasta ediyor sonra onun yaydığı damlacıklar yoluyla yakınındaki başka birine bulaşıp hasta ediyor. Bu vesileyle yayılıyor ve yaşantısını sürdürüyor. Yani yaşaması için insana tutunması gerekiyor. Nasıl bulaştığını da çok iyi biliyoruz. Eğer bu virüsün bulaşmasını engellersek
Dünya nüfusundaki artış, yanlış ve özensiz kullanım ile giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasında teşvik olması amacıyla 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart tarihini ‘Dünya Su Günü’ olarak ilan edildi.
Su yaşam için son derece önemli ve gereklidir. Hem içebilmek için hem de tarımda, temizlikte kullanım için suya ihtiyacımız var. Bu nedenle haberlerde meteorolojide yağışlardan bahsederken bir yandan da barajlardaki doluluk oranı konuşulur. Yani bir yandan su birikimimiz yeterli mi acaba diye endişeleniriz. Eyvah bu sene yeterli yağmur yağmadı. Barajlardaki doluluk oranı da şu kadar düştü. Aman kuraklık mı geliyor diye korkarız. Korkarız ama bunu önlemek için acaba kaçımız ne kadar dikkat ediyor? Bugün daha çok bu konuya dikkat çekmek için belirlenmiş bir gün. Bu nedenle yazılı ve görsel basında sık sık bununla ilgili konuları duyacaksınız zaten. Ben bu yazımda daha çok suyun