ODTÜ’lüler birbirine “Hocam” der ya; Doç. Dr. Tarık Şengül de, bizim ODTÜ’den devrimci “hoca“mızdır.
“Kamu”nun koridorlarından tanışırız.
Bir dönem TMMOB Şehir Plancıları Odası’nda yöneticilik yaptı. Geçen yaz, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ndeki bir usulsüzlüğü ortaya çıkarmıştı.
İncek’teki 220 dönümlük bir alanda, 218 konutluk imar hakkı 550’ye çıkarılmıştı. Bu sayede AKP yandaşı bir ortaklığa, 100 milyon liralık rant sağlanıyordu.
Tarık Hoca’nın uyarısıyla Mimarlar Odası dava açmış, yargı da ranta “dur” demişti.
* * *
“Hoca”nın mücadeleciliğini bildiğimiz için, CHP Ankara İl Başkanlığı’na seçildiğinde sevinmiştik.
Yok, yok, bizimkileri değil; Sovyetler’dekileri... 20 yıl önce bugünlerde Gorbaçov’un Sovyetler’in sonunu hazırladığını düşünenler, darbe yapmaya karar vermişti.
BBC’nin o yıllardaki Moskova muhabiri Bridget Kendall, darbe girişiminin kilit aktörlerini konuşturmuş.
Son derece öğretici bilgiler... Çünkü 19 Ağustos 1991 günü Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin’in tank üzerine çıkarak önlediğini sandığımız darbede Amerikan “erken uyarı sistemi”nin devreye girdiği ortaya çıkıyor.
ABD’nin o dönem Moskova’daki Büyükelçisi Jack Matlock, darbe planını 1991’in Haziran’ında öğreniyor. Hemen Kremlin’e gidip Gorbaçov’u uyarıyor:
“Size karşı bir darbe hazırlanıyor. Her an uygulanabilir” diyor.
Gorbaçov başta ciddiye almıyor, gülüyor.
Ama daha sonra yayımlanan kitaplardan öğreniyoruz ki, KGB Başkanı’nın Rus Savunma Bakanı ile yaptığı konuşmayı Amerikan gizli servisi dinliyor, ABD Başkanı Bush, bu görüşmeyi, Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin’e bildiriyor.
Önceki sabah polis Beyoğlu’nda Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi’ni bastı. Arama yaptı. Bilgisayar kayıtlarını kopyaladı, belgelere el koydu. 10 kişiyi gözaltına aldı.
Basılan partinin genel sekreterine göre polisin aradığı, Başbakan Erdoğan’la, eski KKTC Cumhurbaşkanı Talat arasında geçen, Kıbrıs’la ilgili bir telefon konuşmasına dair kayıtlardı. Bu konuşma gizlice kaydedilmiş ve iki yıl önce, aralarında Aydınlık’ın da olduğu bazı gazetelerde yayımlanmıştı.
Baskında aranan bir diğer kayıt ise, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’le AKP’li Prof. Burhan Kuzu’nun, “kişiye özel” bir yasal değişiklikle ilgili telefon görüşmesi...
* * *
İşçi Partisi, etkili muhalefetiyle tanınan bir siyasi parti...
Aydınlık gazetesi ve Ulusal TV de öyle...
Bir siyasi parti ve iki medya organı, üstelik Başbakan’ı ilgilendiren siyasi bir konuyla ilgili olarak İstanbul’un ortasında, güpegündüz polis tarafından basılıyorsa, yöneticileri gözaltına alınıyorsa bu -dünyanın her yerinde- haber midir değil midir?
Kaybettik. Hiç olmazsa çocuklarımız bir barış ülkesinde büyüsün derken, yine bayrağa sarılı şehit cenazeleriyle, dulların, öksüzlerin gözyaşı eşliğinde gömdük umudumuzu...
Ağıt yakıyor, lanet ediyor, “kana kan intikam” istiyoruz.
Aniden 90 model bir OHAL havası çöktü ülkenin üstüne...
Sıcak takip, kara operasyonu tartışması başladı.
Yeniden terör uzmanları ekranlara, bombardıman uçakları gazete başlıklarına yerleşti.
Toplu tutuklamalar için de sinyaller verildi.
Fatih Altaylı, ramazan sonrası toplanacak 1400 kişilik gözaltı listesinden söz etti.
Hakkâri’deki saldırı sabırları taşırdı; devlet, yeniden savaş boyaları sürünmeye başladı. Halbuki daha bir ay önce çözümden söz ediliyordu.
Ne oldu?
Son 1 ayda yaşananları alt alta yazalım:
PKK seçim öncesi durdu, vurmadı.
Öcalan, 6 Temmuz’da BDP’lilerin hükümetle mutabakat sağlayıp Meclis’te yemin etmelerini istedi.
8 Temmuz’da Başbakan, “Açılım devam edecek” dedi.
Öcalan’la görüşen heyetle mesafe kat etilmiş gibiydi.
AFM ile Mars gruplarının birleşmesiyle alışveriş merkezlerindeki sinema salonlarının yüzde 71’inin tek elde toplanmasının muhtemel sonuçlarını yazmıştım.
Her kesimden görüş yağdı.
Yok olma kaygısı
İrfan Demirkol Ankara’nın köklü sinemacılarından biri...
Sonbahar’ı, Masumiyet’i, Kasaba’yı, İki Dil Bir Bavul’u, Çoğunluk’u onun salonlarında izledik.
Reha Erdem’le, Nuri Bilge’yle, Zeki Demirkubuz’la, Yeşim Ustaoğlu’yla, Derviş Zaim’le, Semih Kaplanoğlu’yla, Handan İpekçi’yle onun sinemalarında tanıştık.
Çocukluğunu Ankara’da geçirmiş orta yaşlılar, Kızılay’daki Büyük Sinema’nın, Arı’nın Cep’in, İnci’nin, Alemdar’ın, Seyran’ın, Sun’un, Site’nin kapanışını hatırlar.
Nispeten genç olanlar da son 10 yılda Akün’ün, Nergis’in, Kavaklıdere’nin, Mithatpaşa’nın, Menekşe’nin, Batı’nın, Derya’nın, On’un, Konak’ın kapanışına tanık oldular.
Dayanamayan yeniler de var:
Ankapol, Armada, Cinepol, Sine Ankara, Cinemagic, Sineplanet, Sine Milenyum, Koru, Minesera...
İstanbul listesini hiç saymayalım.
* * *
Sinema endüstrisi atılımdayken, bu sinemalar neden birer ikişer kapanıyor?
Bir ay sonra Adnan Menderes ve iki bakanını, idamlarının 50. yıldönümünde anacağız.
Eski bir yaranın kabuğu sıyrılacak; tarihin kirli bir sayfası kanayacak.
Menderes’in siyasi mirasçıları ona sahip çıkarken, asanları suçlayacak. Bu utancı bize devredenlerin sesi soluğu çıkmayacak. Nasıl bu noktaya gelindiği hatırlanmayacak; sadece sonuç lanetlenecek.
* * *
İdamda doğanlar, 50 yaşına geldi, çoluk çocuğa karıştı. Bu faciadan ders alınması için, önceki kuşaktan öğrendiklerini, kendilerinden sonra gelenlere aktarmak zorundalar.
Bizim 16 yaşında, siyasete ilgi duyan bir oğlumuz var.
Darbeleri, Menderes’i duymuştu, ama dönemi bilmiyordu.