Fenerbahçe’de yaşanan, bir temizlik çalışması değil, bir iktidar çatışmasıdır; dolayısıyla siyasaldır.
Yanlış anlaşılmasın; “Şike yoktur” demiyorum; tersine, “Yıllardır olan şey niye şimdi ortaya çıkarılıyor” sorusuna cevaben, “Siyaseten zamanı geldi de ondan” diyorum.
Fenerbahçe tarihi boyunca hep böyle olmuştur.
* * *
Birkaç örnek vereyim:
Tek parti döneminde Fenerbahçe’nin başkan koltuğunda CHP’li Şükrü Saracoğlu oturuyordu.
Geçen sene bir yerel haberde okumuştum. Çankaya Belediyesi’nin Tüketici Şikâyetleri Bürosu’na gelen başvurulardan biri, yetkilileri hayrete düşürmüş. Emekli bir devlet memuru, seks shop’tan aldığı şişme kadının parasının iadesini istiyormuş.
Meğer kadını bakire diye satmışlar, o da sahte olduğunu görünce “Kan çıkmazsa para yok” diye dilekçe yazmış.
* * *
1990’ların başında, meraklısı için, lateks tenli şişme bebeklerin bakireleri çıkmıştı.
Bunların vajinasına yerleştirilen tek kullanımlık, ince boyalı, elastik zar, ilişkiden sonra “kanıyor”du.
Belli ki naylon ilişkilerinde bile “İlk erkeği ben olmalıyım” derdinde olan amcabey, plastik yengeyi üfleyip vazelinledikten sonra beklenen kan gelmeyince infiale kapılmış, kız çıkmayan gelini baba evine yollar gibi, bozuk şişme bebeği de aldığı yere geri postalamıştı.
Belki de onun boyasını daha önce bir başka erkeğin akıttığı zannıyla kızcağızın lateksini bıçaklamıştı.
Bu, bir uyarı yazısıdır! “Geliyorum” diyen bir tehlikeyi haykırmak, Hrant Dink’teki gafletin tekrarlanmaması için devleti uyarmak, “Ağır vebal altında kalırsınız” demek için yazılmıştır.
* * *
Prof. Dr. Baskın Oran benim hocam...
Ders aldığım, sıkça danışıp tartıştığım, ailece görüştüğüm bir aydın...
Geçen gün ziyaretine gittik. Anlattı yaşadıklarını...
Bir süredir yoğun ölüm tehditleri alıyor Baskın Hoca...
“Ergenekon tutuklanmaları başlayınca kesilmişti. Ergenekon sulanınca yeniden başladı” diyor.
Meğer ne çok dertli varmış. “Taksici terörü”ne dair önceki günkü yazımdan sonra öyle çok mesaj aldım, o kadar çok şikâyet dinledim ki...
Her yazan okur, kendi tatsız deneyimini anlatıyor, başıboşluktan yakınıyor, “Çözüm” diye feryat ediyor.
* * *
En sık rastlanan şikâyetler, taksicilerin gidilecek adresi, mesafeyi beğenmemesi, müşteriyi tersleyip reddetmesi...
En yoğun saatlerde ya da yağmur altında, yani en çok ihtiyaç olduğunda yolcu almaması...
Rahat saatlerde ise otobüs duraklarını, kaldırımları işgal etmesi, kornayla yayaları taciz etmesi...
Yol bilmemesi...
Hüseyin Çözen, Profesyonel Haber Kameramanları Derneği’nin Başkanı...
Kanal D’de kameraman olarak çalışan bir arkadaşımız...
Babası yönetmen Musa Çözen abimiz, mesleğin duayenlerindendir.
Hüseyin geçenlerde trafiğin yoğun olduğu akşam saatlerinde, Ankara Söğütözü’ndeki Ulusoy durağına İstanbul’dan gelen annesini karşılamaya gitmiş. Annesinin valizini bagaja yerleştirirken, Bayındır Hastanesi’nin durağından bir taksici, trafiği engellediği için Hüseyin’e küfretmiş. Tartışmışlar. Taksici Hüseyin’e tekme tokat girişmiş. Tabii durakta bekleyen taksiciler de koşup kavgaya dalmışlar.
Hüseyin can havliyle arabaya atlayıp annesiyle oradan uzaklaşmış. Ama 50 metre ilerde iki taksici kendisini durdurmuş. Hüseyin, özür dileyeceklerini sanıp arabasının camını açınca ikinci kez saldırıya uğramış. Annesinin yanında yumruklanmış. Taksiciler, arabasının fotoğrafını da çekip ölümle tehdit etmişler.
Ankara Şoförler Esnaf Odası olayı kınadı ve dayakçı şoföre 15 gün uzaklaştırma verdiklerini açıkladı.
* * *
Paris
Hayatım boyunca izlediklerimin en iyilerinden biriydi Paris’teki Roger Waters konseri...
Bir konserden ziyade bir ayin gibiydi.
Daha başta, seyirciyle sahne arasında, dev beyaz bloklardan kurulmuş yarım bir duvar vardı. O duvar, konser boyunca taşınan yeni bloklarla ağır ağır yükselecek ve sona doğru sahneyi tamamen kapatıp devasa bir perde görevi görecekti.
İletişim çağında yaşayageldiğimiz iletişimsizliği daha iyi ne anlatabilirdi ki?
* * *
Pink Floyd, biraz da grubun beyni Roger Waters’ın “Bu grup benim. ‘Duvar’ da benim fikrim. Bensiz bir hiçsiniz” diyen süper egosu yüzünden dağılmıştı.
16 yaşındaydık. Zorluğunu bilemediğimiz, uzunluğunu kestiremediğimiz dikenli bir yolun başındaydık.
70’li yıllardı. Sokaklarda kan vardı.
Melankolik, ürkek çocuklardık.
O dönem çıkagelen bir albüm, bizi bizden almıştı.
Kapağında alevler içinde bir adam, bir diğeriyle el sıkışıyordu.. İçinde bir erkek sesi “Keşke burada olsaydın” (“Wish you were here”) diye inliyordu.
O güne dek dinlediğimiz hiçbir müziğe benzemiyordu.
Gitar solonun peşine takılıp biz de yitirdiğimiz arkadaşlar, özlediğimiz dostlar, ayrıldığımız kızlar için söylüyorduk:
1968 yılı... Ankara Ticari İlimler Akademisi... Başkent’in olaylı okullarından biri... Okul devrimcilerin elinde; ama ülkücüler de etkin... Öğrenciler arasında iki genç dikkati çekiyor.
İkisi de 1948 doğumlu... Yani ikisi de 20 yaşında...
Aynı sınıftalar...
Biri Elazığ Ticaret Lisesi’nden gelmiş. Parkalı, pos bıyıklı, kasketli bir devrimci...
Diğeri, liseyi İstanbul’da bitirmiş. Türkeş’in seminerlerini izleyen, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nden gençlere yakın bir ülkücü...
Biri Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu’nda faaliyet gösteriyor.
Diğeri Akademi’de Ülkü Ocakları’nı kurmaya çalışıyor.