PKK’nın intihar eylemi

24 Eylül 2011

Bir MİT müsteşarı zamanında “yazılmamak kaydıyla” şöyle demişti bana:
“PKK’ya terör örgütü demek zor... Arkasında bu kadar halk desteği olan bir yapıya terör örgütü deyip geçemeyiz.”
PKK, yıllar yılı dünyanın en büyük ordularından biri karşısında tutunabildiyse bunu büyük oranda bölgeden aldığı halk desteğine borçluydu.
Beslendiği iki itici güç vardı:
Devletin asırlık yanlış politikaları ve dış destek...
Devlet yıllar yılı adeta PKK’ya çalıştı:
Diyarbakır Cezaevi’nde vahşice zulmederek, bölgede halka dışkısını yedirerek, hizmeti esirgeyerek, seçtikleri temsilcilere Meclis izni vermeyerek, örgütün gücüne güç kattı.

Yazının Devamı

Terörü küçük göstermek çözüm mü?

22 Eylül 2011

Danimarka’daki Roj TV kapatma davasında, kanalda ele geçen belgelerden biri açıklandı.
Kanal yöneticileri PKK’ya “14.30’dan sonra eylem yapmayın, haber yayınları güçleşiyor” diyordu.
Önceki gün Ankara’daki eylem 11.05’te gerçekleşince aklıma bu belge geldi.
TV’ler olayı sıcağı sıcağına canlı verdiler.
Gazeteler ise ikiye ayrıldı:
Geniş görenler ve küçük görenler...
Manşetten verenlerin gerekçesi hazırdı:

Yazının Devamı

Bir sistem meselesi

20 Eylül 2011

Pazar günkü Radikal’i okudunuz mu? Bir Çankaya zirvesinin tutanakları vardı manşette...
Özetlemeye çalışayım:
Bundan 15 sene önce, 28 Temmuz 1996’da “Kumarhaneler Kralı” Ömer Lütfü Topal öldürüldü.
Bu cinayette yer aldığı iddiasıyla yargılanıp delil yetersizliğinden beraat eden özel timci Ayhan Çarkın’ın itirafları üzerine cinayet dosyası yeniden açıldı.
Ve eski pislik, ortalığa saçıldı.
* * *
Habere bakılırsa işi üstlenen Savcı, “2. MİT Raporu”nu istemiş; dosyada da 22 Aralık 1996’da Çankaya’da yapılan liderler zirvesinin tutanaklarını bulmuş.

Yazının Devamı

Zulmün bayrak yarışı

18 Eylül 2011

Doğan Yurdakul ile 70’lerin sonuna uzanan bir tanışıklığımız var.
Yankı dergisinde beraberdik. Yan yana masalarda daktilo tuşladık.
Sonraki yıllarda, Paris sürgünündeyken evlerinde konuk olmuşluğum vardır. Bugün suçlandığı derin devleti, biraz da onun kitaplarından öğrendik.
Dün eşinin Ankara Kocatepe Camii’ndeki cenazesine cezaevi nakliye aracıyla getirildiğini gördüğümde “Sadece nesiller değişiyor, zulüm hep aynı” diye düşündüm.
Menderes’in asılışının 50. yıldönümüydü.
Adnan bey de eşi Berin hanımdan “Ankara’da Göreme Sokak’a taşındık” diye mektup alınca “Oradan taşınsanız; başka bir ev bulsanız” demişti.
Aile, nedenini anlamamıştı başta... Yerini bile bilmediği bir evden neden taşınmalarını istiyordu ki?

Yazının Devamı

Menderes’in celladı neye itiraz etti?

17 Eylül 2011

Tam 50 yıl önce bugün, İmralı Cezaevi Müdürü Ahmet Acarol, Menderes ve iki bakanını asacak iki celladı çağırdı odasına...
Daha kararlar kesinleşmemişti, ama darağaçları kurulmuştu bile...
Müdür, cellatlara durumu anlattı. Ambardan urgan ve zeytinyağı tenekesi getirtti. Cellatlar görev emriyle çıktı.
Derken içlerinden biri (Kemal Aysan) geri döndü.
Müdür, belki de “Kıyamam, yapamam” diyecek diye düşündü. Fakat odaya giren adam,
“İkimizi de ‘Cellat’ diye yazmışsınız” dedi:
“Hâlbuki ben 9 ay önce Börekçi Ali’yi asmıştım. Kıdemli sayılırım. Beni ‘Başcellat’ diye yazın.”

Yazının Devamı

PKK ile müzakere kaseti niye sızdırıldı?

15 Eylül 2011

Devlet yetkilileri ile PKK yöneticileri arasındaki gizli görüşmenin ses kaydı bize ne öğretiyor?
1) Devlet, yıllardır örgütle en üst düzeyde temasta... Hem İmralı’da Öcalan’la, hem Oslo’da PKK ile konuşuyor. Dahası MİT yetkilileri, PKK ile Öcalan arasında mesaj taşıyor.
2) Her iki tarafta da “çözüm iradesi” var. “Görüşler örtüşüyor”.
3) Örgüt bu temasla meşruiyet arıyor. Devletse örgüte silah bıraktırıp “siyasi zeminde meşru mücadele” vermesini sağlamayı amaçlıyor.
4) Önceki beş zirvede bir ilerleme sağlandığı anlaşılıyor. Görüşme zemini için bir taraf eylemsizliği, diğer taraf operasyonların durmasını sağlamış. Sistematik müzakerelerle işin özüne girilmesi planlanmış. Muhtemelen Anayasal vatandaşlık, yerinden yönetim, anadilde eğitim, seçim barajı, Öcalan’ın geleceği vs. konuşulacaktı. Ama “Habur şovu” ile süreçte büyük bir kırılma yaşanmış. İklim değişmiş, daha cesur adımların önü tıkanmış.
Sızdırılan kayıt, bir nevi tamir görüşmesi...
* * *

Yazının Devamı

“Biiip”li bir 12 Eylül yazısı

13 Eylül 2011

Pazar günü arabada giderken, oğlum bir şarkıda radyonun sesini açtı:
“Bak, bu şarkı dünyayı kasıp kavuruyor” dedi.
Şarkının adı “What the f*ck”tı.
Argodan kibarca “Bu da neyin nesi” diye tercüme edilebilir.
Daha belden aşağı tercümesi var, ama yazamıyorum.
Şarkı ilk dinlediğimizde sansürsüz yayınlandı; birkaç saat sonra, herhalde “çoluk çocuk da dinliyor” diye ayıp yerlerini “bip”leyerek verdiler.
Ben de bipleyerek yazıyorum.

Yazının Devamı

Sunay’ın oyuncak müzesinde...

11 Eylül 2011

Nicedir görmediğim çok eski dostlarımı bir arada buldum dün:
Lak-lak, tahta at, Tipitip, teneke itfaiye arabası, tahta kırmızı okul çantası, kurşun kalemin ucundaki yayda sallanan kuş, kablosunun ucundaki pompaya basınca zıplayan kurbağa, kurulunca kucağındaki çiçeği koklayan kedi, legonun öncülü sayılan resimli ahşap küpler vs...
Hepsi Sunay Akın’ın Oyuncak Müzesi’nde toplanmıştı.
60’lardan çıkagelmiş gibiydiler. Hiç değişmemişlerdi.
Öyle özlemişim ki, her birini uzun uzadıya inceledim, hepsine tek tek dokunmak istedim.
* * *
Şanslıydık, çünkü 6 yaşındaki bu 5 katlı müzeyi Sunay’la gezme şansı bulduk. Onun coşkusuyla coştuk.

Yazının Devamı