Bir gazeteci için bazı fotoğraflar ‘tarih’ demektir.
Bazen tek bir kare fotoğrafla bir dönemi anlatırsınız; savaşların özetini çıkartır, ülkelerin profilini çizer, devletlerin gücünü, siyasilerin kararlılığını gösterir, dünya kamuoyunun dikkatini çekersiniz...
Tıpkı foto muhabiri Nick Ut’a Pulitzer ödülünü kazandıran o tek bir kare fotoğrafta olduğu gibi.
Üzerlerine yağan bombalardan dehşet içinde kaçan, korkmuş çocukların arasında çırılçıplak küçük kız çocuğu... Bu fotoğraf bir gazetecilik başarısıydı ve aynı zaman da Vietnam savaşında sivillerin üzerine bomba yağdıran Amerika’yı ve dönemin savaş politikalarını en iyi özetleyen fotoğraf olarak basın tarihine geçmişti...
Peki bir terör örgütünün kaçırdığı ya da rehin aldığı bir kişinin fotoğraflarını örgüt flamaları altında, bizzat örgütün kendisi servis eder, medya da bunu yayımlarsa bu bir gazetecilik başarısı sayılabilir mi? Ya da şöyle soralım: Bir terör örgütünün servis ettiği bazı fotoğrafların yayımlanması medya etiği açısından uygun mudur?
Aldo Moro örneği
Hatırlarsanız 1978’de İtalya’da dönemin Başbakanı Aldo Moro, hapishanedeki teröristlerin serbest bırakılması gerekçesiyle kaçırılmış, iki ay rehin
Suriye ordusunun ‘Cumhuriyet Muhafızları İlk Kadın Komando Birliği’nin üyeleri Fransız haber ajansı AFP’ye konuşunca, haber Milliyet’in birinci sayfasında “Beşar Esad’ın Ölüm Melekleri” başlığıyla yer aldı. Haberde 800 kadından oluşan birlikte, Rus yapımı tüfekleri eşliğinde açıklamalarda bulunan Suriyeli kadınlarla konuşulmuş.
AFP’nin haberine göre “çocukça bir gülüşe sahip” bir savaşçı rekorunun günde 11 kişiyi öldürmek olduğunu söylüyor. Genelde günde 3-4 kişiyi öldürüyorum, ancak birini kaçırırsam ağlıyorum” diyor. Çoğunun yaşı çok küçük olan keskin nişancılardan bir başkası ise rekorunun yedi olduğunu aktarıyor. 21 yaşındaki Zeynep ise diğer arkadaşlarının aksine daha büyük bir silah olan B-10 tüfeğini seçmesinin sebebini, “Keskin nişancılar tek seferde birini öldürüyor. Ancak B-10 ile bir evi vurduğumda herkesin öldüğünden emin oluyorum” diyerek açıklıyor .
Çelişkilere vurgu
Okurlarımızın habere eleştirisi genel olarak öldürmenin normalleştirilmesi üzerine. Okurumuz Melahat Koçkara “... Savaş haberi bile olsa insanların öldürülmesini meşrulaştırmanız normal mi?” diye soruyor. Bir başka eleştiri ise öldüremediği zaman ağladığını söyleyen bir kadın askeri, muhabirin
Bir kurum ya da kişinin iddialarını bir gazeteci olduğu gibi verebilir mi?
Peki; başkalarını da itham altında bırakacak bir haberi; suçlanan kişilerle konuşmadan, onların görüşlerine de yer vermeden yayımlamak meslek ilkeleriyle bağdaşır mı?
Mesele şu;
Türkiye Kayak Federasyonu Başkanı Erol Yarar, Erzurum Kayak Kulübü’nden Erzurumspor olarak söz edince, Erzurum Kayak Kulübü Yönetim Kurulu adına, Başkan Bülent Ülker yazılı bir açıklama yapıyor. Söz konusu açıklamada Yarar’ın kulübün adını bilmediği öne sürülürken, birçok iddianın yanında
AKUT hakkında da ağır ithamlarda bulunuluyor. Açıklama kısaca şöyle:
“Sayın Yarar, Erzurum Kayak Kulübü’nden söz ederken Erzurumspor olarak bahsediyor. Sayın Yarar önce kulübümüzün adını öğreneceksin. Gerekirse öğrenmek için egzersiz yapacaksın. Erzurumspor şehrimizin güzide bir futbol takımıdır, kayak takımı, kulübü değildir! Önce bunu öğreneceksin, sonra bizi eleştireceksin! Bizim kulübümüzün adını bilmeyen Sayın Yarar, ne tesadüftür ki AKUT kulübünün adını ezbere biliyor, hak etmedikleri halde bazı sporcularına yurtdışında burs veriyor, Türkiye’de başka kulüp yokmuş gibi sadece AKUT’un sporcularının fotoğraflarını boy boy
Türkiye’de çoğu ölümle sonuçlanan kadına yönelik şiddet giderek tırmanıyor. Kadın örgütleri başta olmak üzere birçok sivil toplum örgütü ve sendikalar soruna dikkat çekmek için hemen her gün bir bildiri yayımlıyor. Konu meclisin gündeminde ama cinayetler hız kesmiyor, kadınlar hâlâ öldürülüyor...
Hazırlanan raporlar, istatistikler ise; önümüzdeki dönemde daha da vahim bir tabloya işaret etmekte. Örneğin geçen yıldan bu yana 120 bin kadının şiddet gördüğü için polise başvurduğunu biliyor musunuz? 78 bin kadın için ‘geçici koruma tedbir kararı’ alındığını ya da sığınma evlerine yerleştirilen kadınların 30 bini aştığını...
Siyaset kara tablonun farkında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Özgecan cinayeti davasının bizzat takipçisi olacağını belirtirken önemli bir şey söyledi: “Cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömenle, kadına şiddet uygulayan arasında bizim nazarımızda hiçbir fark yoktur. Bu konuyu bu hassasiyetle, hep birlikte sahiplenmedikçe gerçek bir iyileşme maalesef mümkün olmayacaktır.”
Milliyet kadınların yanında
Tabi bu şiddetten, bu şiddetin bu noktaya gelmesinden hepimiz sorumluyuz... Siyasetçisiyle, basınıyla, yargısıyla... Söz konusu
Medya değişiyor; sadece haberin yapılışı, söylemin ifade biçimi değişmiyor. Aynı zamanda hem geleneksel gazetecilik hem de sosyal medyada etik kurallar yeniden belirle-niyor. Tam da bu nedenle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kendi bünyesinde yenilemeye gidiyor. Tüzüğünde yer alan basın senatosu kaldırdı. Basın senatosunun işlevini Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu yerine getirecek...
Kısaca Medya Etik Komisyonu diyebileceğimiz bu komisyonun en önemli görevi Cemiyetin tüzüğünün bir parçası olan Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ni izlemek ve güncellenmesini sağlamak.
Komisyona gazeteci yazar Altan Öymen başkanlık edecek. Benim de üyesi
olarak yer aldığım komisyonun diğer üyeleri şöyle:
Hürriyet Gazetesi Yayın Danışmanı Doğan Hızlan, Vatan Gazetesi Yazarı Okay Gönensin, Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi Erkan Oyal, TGC Hukuk Danışmanı Gökhan Küçük, Gazeteci-Yazar Ferai Tınç, Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Sağnak, Cumhuriyet Gazetesi Vakfı Başkanı Orhan Erinç, Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özden Çankaya, Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Şükran Soner’den oluşuyor.
Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi
Kürt sorununu demokratik yollardan çözmek isteyen bir anlayışla uzlaşma arayan bir siyasi iradenin oluştuğu ve ‘silahlara veda’ çağrısının yapıldığı gün, kalemini ve hatta ömrünü ‘barışa’ adayan Yaşar Kemal’i kaybettik.
Yaşar Kemal sadece büyük bir romancı değildi. Barış isteyen, ifade ve düşünce özgürlüğünü savunan, bir kültürün nasıl yok edildiğini yazan tam da bu nedenlerle yargılanan bir gazeteciydi, aydındı. Milliyet’in arşivini açın bakın. Kürtlerle nasıl barış yapılacağını, Onun bu barış için nasıl bir mücadele verdiğini anlamaya en iyi kaynak diye düşünüyorum.
Dolayısıyla barış görüşmelerinde hâlâ taraflar kendi görüşünü dile getirse de, soruna yaklaşımlarında bir değişiklik olmasa da ilk kez İmralı’nın hükümetle birlikte attığı ‘ortak’ adımı doğru okumayı, doğru sorularla barış gazeteciliğini bir kez daha hatırlatmayı mesleki bir sorumluluk olarak görüyorum.
Barış için sürdürülen müzakereler, kamuoyunun da dikkatle ve ilgiyle izlediği bir konu. Haliyle kamuoyu son otuz yıldır kendi iradesinin dışında sürdürülen kanlı, uzun bir savaşa artık tanıklık etmek istemiyor. Ortak tarihsel bilincimiz de sorunlarımızı barışçıl yollarla çözmeyi zorunlu kılıyor.
Barış
John Berger “Görme Biçimleri” adlı kitabında der ki; gördüğümüz ‘şey’ aslında bizim seçimimizdir.
Bu seçim sahip olduğumuz düşünce ve inançların etkisiyle ortaya çıkar. Yani o gördüğümüz şey neyse, onu daha başında zaten objektif olarak algılayamadığımızı söyler.
Türkiye’de artık hepimiz için “görünür” hale gelen ama objektif olarak algılayamadı-ğımız şey kadına yönelik şiddet!
Interpress’in araştırmasına göre; yazılı medyada erkek şiddeti haberleri yüzde 22 arttı. 2014’ün ilk dokuz ayında yazılı basında 60 binin üzerinde haber çıktı. Kadın cinayetleri hakkında 5 bin 383, psikolojik şiddet konusunda 4 bin 491, erkek şiddeti konusunda 4 bin 204 haber, cinsel taciz ve cinsel saldırı konusunda 2 bin 544, ekonomik şiddet konusunda ise 2 bin 42 haber yayınlandı.
Görünen bu. Peki, biz bu haberleri doğru veriyor muyuz? Medyanın kadına yönelik şiddetle ilgili haberlere
duyarlı olması konuyu sorun olmaktan çıkartıyor mu?
Aksine, Mersin’in Tarsus ilçesinde Özgecan Aslan’ın öldürülmesi ile ilgili haberler durumumuzun daha da vahim olduğunu gösterdi.
TBMM’de kadına yönelik şiddetin sebepleri ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun davetlisiyiz. Gazeteci Oral Çalışlar ve Prof.
Dr. Çiler Dursun ile birlikte. Konu; kadına şiddet olaylarına medyanın yaklaşımı, haberlerde kullanılan dil ve çözüm önerileri, temel sorun alanları, deneyimlerimiz ve bu alanda alınması gereken tedbirler...
Aynı gün Mersin’de tecavüze direndiği için öldürülen Özge-can Arslan’ın cesedi tanımadığı üç erkek tarafından yakılıyordu...
AK Parti İstanbul Milletvekili Alev Dedegil başkanlığında toplanan komisyonun, kadına yönelik şiddetle ilgili ne yapabiliriz, nasıl önleyebiliriz? sorularıyla tezahür eden iyi niyetinden şüphem yok. Sadece bizim değil, birçok sivil toplum örgütünün de, görüşlerine başvurduklarını biliyorum.
Medyanın dilinin etkisi
Ancak sorun şu ki; bazı komisyon üyesi siyasetçilerle biz gazeteciler ve akademisyenler arasında ortak bir dil oluşturu-lamadı. Oysa dil çözüm demektir. Ortak bir dil için öncelikle ortak bir vicdan, bunu yapmak içinde gerçeklerle yüz-leşmemiz gerekiyor. Medyanın kadın şiddetine yönelik haberleri nasıl verdiği ve nasıl vermesi gerektiği konusunu bir tarafa bırakıp, kadın sorununa