Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’de çoğu ölümle sonuçlanan kadına yönelik şiddet giderek tırmanıyor. Kadın örgütleri başta olmak üzere birçok sivil toplum örgütü ve sendikalar soruna dikkat çekmek için hemen her gün bir bildiri yayımlıyor. Konu meclisin gündeminde ama cinayetler hız kesmiyor, kadınlar hâlâ öldürülüyor...
Hazırlanan raporlar, istatistikler ise; önümüzdeki dönemde daha da vahim bir tabloya işaret etmekte. Örneğin geçen yıldan bu yana 120 bin kadının şiddet gördüğü için polise başvurduğunu biliyor musunuz? 78 bin kadın için ‘geçici koruma tedbir kararı’ alındığını ya da sığınma evlerine yerleştirilen kadınların 30 bini aştığını...
Siyaset kara tablonun farkında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Özgecan cinayeti davasının bizzat takipçisi olacağını belirtirken önemli bir şey söyledi: “Cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömenle, kadına şiddet uygulayan arasında bizim nazarımızda hiçbir fark yoktur. Bu konuyu bu hassasiyetle, hep birlikte sahiplenmedikçe gerçek bir iyileşme maalesef mümkün olmayacaktır.”
Milliyet kadınların yanında
Tabi bu şiddetten, bu şiddetin bu noktaya gelmesinden hepimiz sorumluyuz... Siyasetçisiyle, basınıyla, yargısıyla... Söz konusu ‘tabloyu’ konuşmak için yazı işlerine girdiğimde Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila kadın cinayetlerini zaten editörlerle masaya yatırmış, “Mor Sayfa’ başlığıyla bir dizi çalışma başlatmıştı bile... Erkek ağırlıklı bir yazı işlerinin kadına yönelik şiddete karşı çözüm üretme çabası gerçekten gurur verici. Dolayısıyla gazetenin şiddetin ve cinayetlerin kaynağını araştırmasını, iyileştirici önlemler üzerinde durmasını son derece değerli buluyorum... Sorun şu ki; bir gazetenin kadın cinayetlerini manşetine taşıması, konuya duyarlı olması her zaman yeterli olmayabiliyor. O haberin sunuluş biçimi, dili, kamuoyunda yaratacağınız algı mevcut erkek zihniyetini pompalıyorsa bütün çabanızı boşa çıkartabilir. Tam da bu nedenle gazetedeki kadın meslektaşlarımın
bu soruna ilişkin haber değerlendirmele-rindeki yaklaşımının dikkate alınması ve karar mekanizması içerisinde olması ise gerektiğine inanıyorum.
Elbette bu sorunu sadece kadın cinayetleri sorunu olarak değerlendirmiyoruz, bu aynı zamanda bir insanlık sorunudur. Kısacası basın olarak bizim de üzerimize düşen görevler var.
Sanığın avukatlığını yapmayın
- Kadına şiddeti ve cinayeti, ‘evi terk etti’, ‘boşanmak istedi’, ‘eve geç döndü’ gibi gerekçelerle manşetlerimize taşımamalıyız. Öldürmeye gerekçe üreten erkeğin cinayetini meşrulaştırmaktan kaçınmalıyız. İnsanlar boşanabilir, evi terk edebilir, başkasını sevebilir bunların hiçbiri bir insanın öldürülmesine gerekçe olarak sunulamaz.
- Öldürülen kadınların kendilerini savunma hakları yok. Dolayısıyla kadını ikinci kez mağdur edecek iddialardan kaçınmamız gerekir. Çocuklarını, ailesini yaralayıcı ayrıntıları vermemeliyiz.
- Karısını, kızını, annesini, sevgilisini öldüren erkeklerin mahkemeye delil diye sundukları iddiaları gerçekmiş gibi sunamayız. Örneğin karısının ya da sevgilisinin başka bir erkek arkadaşıyla çektirdiği fotoğrafı mahkemeye delil olarak sunan sanığın yerine geçmeniz ‘kendisini aldatan karısını öldürdü” ya da “başka erkeklerle kucak kucağa fotoğraflarını mahkemeye sundu” gibi ifadelerle sanığın avukatı pozisyonuna düşmemeliyiz.
- En önemlisi de yargının zihniyeti. Mahkemelerin ve sanıkların hafifletici sebepler gibi iddialarını sorgulamalı gerekirse tartışmaya açmalıyız.
Peki hep mi kadınlar haklı... Elbette değil. Ama hiçbir şiddet, tecavüz ve cinayetin “haklı” gerekçeleri olamaz. Toplumsal hayatın yarattığı şiddet hepimizi yeterince etkiliyor. Bu şiddetin en büyük mağduru da ortada kalan çocuklar. Dolayısıyla çocukların geleceğini çalan, birini mezara, diğerini hapse gönderen bu zihniyeti iyi sorgulamamız gerekiyor. Bu nedenle ‘Mor Sayfa’hepimizin sayfası, hepimizin hayatı...