Milli araya giderken Fenerbahçe’nin yeni yeni yerleşmeye başlayan oyun düzeni hakkında konuşmuş; bunun futbolunun gelişimi üzerine olumsuz bir etki oluşturup oluşturmayacağı ile ilgili de bir yorum yaparak yazımı tamamlamıştım.
Milli maçlar oynanırken Fenerbahçe Zenit ile bir hazırlık karşılaşmasına çıktı.
Daha çok genç ve resmi mücadelende forma şansı bulamayan oyunculardan kurulu bir kadro tercihi vardı, mecburen.
Yazılarımı yakından takip edenler bilirler, Kupa vb. Maçlardaki geniş rotasyonların, kulübede forma giymeyi bekleyen oyunculara bir fırsat yarattığını, aynı zamanda da takımın oyun düzeninin farklı oyuncularla denenmesine yardımcı olduğunu her fırsatta dile getiririm.
Zenit maçı bu açıdan iki oyuncunun kendilerini göstermeleri veya fark edilmelerini sağladı.
Levent Mercan ve Oğuz Aydın.
Oğuz’u da Levent’i de zaten Süper Lig’deki önceki takımlarında gösterdikleri performanslarıyla tanıyoruz; potansiyeli olan futbolcular olmalarına karşın bir türlü oyuna giremiyorlardı.
Öncesinde çok eleştirdiğimiz Milli ara bir anlamda bu fırs
Üç gün önce Hollanda deplasmanından hem etkisiz aynı zamanda da hayalkırıklığı yaratan bir karşılaşma sonrasında aldığı yenilgi ile Süper Lige dönen Fenerbahçe, yıllardır kendisine fazlasıyla ters gelen ve en kritik yerde aldığı puanlarla şampiyonluklara mâl olan Sivasspor karşısında oynadığı yerleşik futbol ile bol gollü bir galibiyet alarak Milli araya moralli girmiş oldu.
Bu galibiyetle aynı zamanda Galatasaray ile arasındaki 5 puanlık farkını korudu.
Fenerbahçe’nin özellikle Süper Lig’de belli bir oyun ortalaması ile birinci sıradaki takımla arasına koyacağı sabit takip mesafesini koruyarak yarışı sürdürmesi kendisi açısından fazlasıyla önemli bir olgudur.
Bu maçta da Çağlar sakatlanarak 12. Dakikada oyundan çıkmak zorunda kaldı.
Djiku ve Becao kenarda otururken; bu sezon ilk defa Samet’e forma şansı verilmesinin takım içinde muhtemel yüksek maç temposuna bağlı sakatlıklardan kaynaklı olduğunu düşünmek için çokça sebep bulunuyor.
AZ Alkmaar maçının bu kadar kötü bir oyunla tamamlanmasının
Heyecan bakımından son yılların en iyi Trabzonspor-Fenerbahçe karşılaşması oldu. Maç, her iki takıma da birer kere (0-1, 2-1) şans verdi ama son gülen Fenerbahçe’ydi.
İki takımın özellikle Trabzon’da oynanan karşılaşmalarında öncelik hiçbir zaman futbol olmuyor. Bu nedenle maçı futbol tarafından konuşmaya başlamak veya çalışmak genellikle boşa giden bir çabaya dönüşüyor.
Hele akıllara geçen sezon geldiğinde ve neler yaşandığı hatırlandığında söylemek istediğim çok daha iyi anlaşılacaktır.
Zaten hem oyun başlangıcı hem de maçın 1-1’e kadarki döneminde saha içinde ve dışında bu gerilimin dozunun yeterince yaşandığını izledik.
Lafı biraz da Mourinho’ya getirmeye çalışıyorum.
Karşılaşma sonrasında “Türkiye’ye gelmeden önce bana bir sürü şey söylendi, inanmamıştım. Ancak daha kötüymüş. İyi rakiplere karşı oynuyoruz ama sisteme karşı da oynuyoruz” şeklinde yaptığı yorum aynı zamanda onun maç oynandığı sırada yaşadığı duygusal anlamda iniş çıkışların da bir bakıma ifadesiydi.
Am
Fenerbahçe adına sezonun en rahat karşılaşmalarından biriydi. Hatta hazırlık maçları dahil hiç bu kadar zorlanmadan bir maç tamamladığını hatırlamıyorum.
Mourinho ve kurmayları da bunu önceden tahmin etmiş olacaklar Göztepe’den sonra bu sezon ikinci defa çift forvetle sahaya çıktılar.
Ancak farklar vardı.
Göztepe maçında İsmail’in yanında Szymanski oynuyordu.
Sağ kanatta da Tadic yerine İrfan Can varken; sol bek olarak da Oosterwolde değil Kostic bulunuyordu.
Bodrum ile Göztepe arasında kadro bakımından da oyun olarak da çok büyük farklar olduğunu her iki maçta ölçebildik.
Zaten bir önceki gün Trabzonspor karşısında 10 kişi kalmasına karşın çok dirençli bir futbol oynayan Göztepe izledik.
Fenerbahçe, ligdeki pozisyonunu kendi eliyle zora sokan bir yere getirdi.
Geçen sezon işler çok farklı ilerliyordu. Sadece tek bir rakibi vardı, iyi ya da kötü oynarken de kazanıyordu.
Genel olarak baskılı ve ortalamanın üzerinde bir oyun planına sahipti.
Bu süreçte mücadele düzeyi yüksek maçlarda kaybettiği puanlarda hakem hatalarının öne geçtiği kısımlar olduğundaysa kuşkusuz haklı bir infial duygusu da kamuoyunda ses buluyordu.
Maç sonunda Mourinho takımının yediği ikinci golde faul olduğunu üstü kapalı bir şekilde eleştirirken başta ona ve Fenerbahçelilere büyük bir infial yaşatmayan şey de işte bunun tam tersi olan görüntüydü.
Fenerbahçe rakibine karşı sahada net bir üstünlük sağlayacak düzeni ve oyunu kuramamıştı!
Samsunspor sezonun sürpriz takımlarından biri olmaya aday görünüyor. Karşılaşma öncesinde Fenerbahçe’den daha fazla galibiyet sayısı ve puanı vardı.
İlk yarıdaki Fenerbahçe güçsüz, ivmelenemeyen, momentumu olmayan ve fazlasıyla da statik futbol oynayan bir görüntü veriyordu.
Dinamizm kazandıracak, ivmelendirecek ve onun etkisiyle de takıma momentum getirerek, güçlü bir oyun oynamasını sağlayacak bir veya birkaç oyuncuya ihtiyaç duyduğu da açık bir şekilde hissediliyordu.
Bu yorum belki derbi karşılaşmasının bir bölümü için de geçerli olabilir.
Oyuncu tercihleri açısında Mourinho’yu anlamak gerekiyor.
Şöyle düşünelim.
Öyle bir takımın başında geliyorsunuz ki geçen sezonu rekor puan ve golle rakibinin sadece üç puan gerisinde ligi ikinci sırada tamamlamış.
Kendisine verilen bilgiler bu yarışın aslında adil olmadığı ve takımın birçok maçta da hakkının yendiği yönünde.
Fenerbahçe’nin zor bir darboğazdan geçtiğine şüphe yok!
İlk yirmi dakikasında sahasından top çıkarmada fazlasıyla zorlandığı karşılaşma oynadı. Bu bölümde çok rahat gol de yiyebilirdi; kaleci Livakovic’in dikkati, savunmanın başta Çağlar, gayreti, fazlasıyla da rakibin acemiliği olası bir geri düşmeyi engelleyen etkenlerdi.
Fenerbahçe’nin benzer sorunları geçen sezon da yaşadığını hatırlıyoruz; ısrarla geriden topla çıkma uğraşı, rakibin etkili ve soluk aldırmaz baskısı oyun kurmayı neredeyse olanaksız hale getiriyordu.
Oysa birkaç maçta topu rakibe teslim ederek, ona baskı yaparak tam tersi etkiyi yarattığını da biliyoruz; Mourinho’nun takımının.
Topun taç çizgisine neredeyse paralel oynanmaya çalışılmasının da oyun kurmayı zorlaştıran bir detay olduğunu söyleyebiliriz.
Bu oyunda ne Mert ne de İrfan Can etkili olabildiler.
Ne zaman oyun orta alana döndü işte bu bölümlerde Fenerbahçeli oyuncuların geriden topla çıkmada çok daha başarılı olduklarını gözlemledik.
Ambarabat ve Fred’in merkezde doğru pas
Takımlar, tribünlerdeki koreografi eşliğinde sahaya adım atarken aklıma gelen iki görüntü vardı.
Biri 6 Kasım 2002’deki Fenerbahçe tribünleri, diğeri de Liverpool’un Şampiyonlar Ligi’nde 3-0’ın rövanşında Barcelona karşısında maça çıkarken stadyumun atmosferi…
Acun Ilıcalı karşılaşma sonunda biraz da camiayı yatıştırmak için “hiçbir şeyin bitmediği, sezonun daha başında olunduğu” yönündeki açıklamalarını dinlerken de bir an kendimi Premier Lig’de oynanmış bir derbi maçı izlediğim hissiyatına kapıldım.
Aslında futbol belki de biraz böyle yaşanmalı ve orada bitmeli.
Peki ya Türkiye’nin gerçekleri?
Hatta masadaki eli bir kademe yükselteyim; Fenerbahçe’de hayat böyle mi yaşanıyor?
Birkaç sezondur aynı cümleleri yazıyorum neredeyse; Süper Lig’de iç saha karşılaşmaları çok önemli, özellikle de derbilerde kazanılan veya kaybedilen puanlar şampiyonlukları belirliyor, diye.
32 hafta önce Fenerbahçe Trabzonspor’u sahasında yenmiş olsaydı geçen sez