Kardelen!
Son yıllarda, biraz da kardeşimin ve onun oğlu, yeğenimin verdiği ilhamla Temmuz aylarında (tavsiye ederim) “Tour de France” izliyorum.
Bisiklet yarışlarının kendi içinde ne kadar stratejik olduğunu her sene biraz daha yakından takip ederek şaşırıyorum.
Her ne kadar bireysel bir yarış gibi görünse de takımın önemine izlerken şahit oluyorsunuz.
Takım, belli bir plan ve program halinde hareket ettiğinde nihayetinde zorluk derecesi farklı her etaplardan puanlar alarak yaklaşık bir ay süren turnuvadan zaferle çıkmayı başarıyor.
İki haftadan beri Mourinho’nun taktiksel dizilimleri ve farklı maç kadroları konu olmaya başladı.
Akla gelen ilk soru veya tartışma; haftalardır Fenerbahçe’yi taşıyan Kostic ve Oğuz Aydın’ın takımda olmaması.
Veya,
Kaleci Livakovic’in uzun süre kenarda beklemesi ve sonrasında forma şansı bulması…
Aslında bunun nedenini anlamak için tüm takım sporlarındaki süreci takip ediyor ve oradaki neden-sonuç ilişkilendirmesini yapabilmek gerekiyor.
Bir çeşit bayrak yarışı gibi.
Teknik direktör takımına “hepinizin zamanı gelecek ve o an sizinle oynayacağım” mesajını doğru şekilde verebilmiş ve bunu da gerçekleştirmeyi başarabilmişse işte en önemli sorunun üstesinden gelmiş demektir.
Bu her zaman şampiyonluk anlamına gelmeyebilir.
Şampiyon olamamak da bir başarısızlık ölçütü değildir.
Özellikle Türkiye gerçekleri çerçevesinde bunu değerlendirdiğimizde…
Daha önce defalarca kere yazdım; bir kere daha belirteyim.
“Süper Lig’de en zor şey artık Fenerbahçe’nin şampiyonluğudur.”
Aslında yıllardır bunun nedenlerini konuşuyoruz.
Evet, geride bıraktığımız 10 sezonda Fenerbahçe’nin kendi iç kırılganlıkları, çelişkileri, fay hatları belirleyiciydi; ancak bununla birlikte dış faktörlerin ne kadar etkili hale geldiğini de neredeyse her sezon çok kritik seviyelerde görebiliyoruz.
Dünkü maçta Sivasspor’un golünden hemen önce maç 2-0 devam ederken Mert Müldür’ün ceza sahası içinde aldığı bir müdahale var. Hem hakem hem de VAR pozisyonu sessizce izlemekle yetindiler.
Oysa sezon içinde bunun benzerlerinin özellikle Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışındaki rakibi lehine penaltı ile sonuçlandığını hatırlıyoruz.
Yine geçen sezon ve Sivasspor karşılaşmasının artık bitti denilen uzatma dakikalarında Manaj’ın kazandığı penaltı ve skorun 2-2’ye gelişi.
Fenerbahçe’nin şampiyonluktan bir adım uzaklaştığı bir haftaydı o.
Şimdilerde Fenerbahçelilerin ve yorumcularının beğenmediği Tadic yıllardır Avrupa’nın en istikrarlı oyuncusu olduğunu bu sezon bir kere daha duble-duble (10 gol ve 10 asist üzeri) yaparak tekrar etti.
Yetiyor mu? Yetmiyor.
Ne Fenerbahçelileri memnun ediyor ne de takımının şampiyon olmasına katkı sağlıyor.
O zaman bu seviyeleri ve mücadeleyi, teknik direktörü ve oyuncu grubunu farklı ortalamalarla değerlendirmek gerekiyor.
Biraz da insaf çerçevesinde elbette.
Hani insan düşünüyor; 13 Nisan’da Sivas’ta da kar yağar mı?
Fenerbahçe’nin maçı olduğunda hele karşılaşma Sivas’ta oynanıyorsa bundan sonra Saatli Maarif Takvimi’nin yapraklarına “Sivas’ta kar yağışı” diye not düşülmesi artık bir tahmin olmanın ötesine geçiyor.
Peki Sivas’ta kar yağıyorsa, hava da soğuksa, bir de umutlar kar örtüsünün altına gömülmüşse?
İşte o zaman; kışın soğuğunu ve karanlığını yarıp çıkarak açan bir çiçek olarak, umudun ve direncin, zorluklara rağmen yaşamın güzelliği ve gücüne olan inancı temsil eden, yeniden doğuş ve yenilenmenin sembolü kardeleni arar gözler.
Bu sezon Sivas’ta Fenerbahçe’nin ilk frikik golünü Talisca ile bulması az önce yüklediğimiz derin anlamla bir arada düşündüğümüzde başka bir değer kazanmıyor mu?
O nedenle çıkmayan candan umut kesilmez!
Matematiksel olarak Fenerbahçe’nin şansı devam ettiği sürece sonuna kadar hem o sabrı göstermek hem de umuda tutunmak gerekiyor.
Maçın öyküsü…
Bu kadar lafı boşuna etmiyorum sevgili okuyucu…
Çünkü her maç kendi içinde farklı eşikleri, surat köprülerini, zorluklarını, tutukluklarını, hatalarını içinde barındırıyor.
Biraz bıçak sırtında bir karşılaşmaydı demek de doğrusu olacak.
Sivasspor Fenerbahçe’yi son beş sezonda iki defa şampiyonluktan etmiş bir takım olarak dün de Lig’deki pozisyonunun da verdiği hırsla çok zorladı dersek abartmış olmayız.
Livakovic’in üç mutlak kurtardığı şut vardı ilk yarı; en az birini gol bile saymak mümkündür.
Maçın adamı Talisca mı Tadic mi sorusunun içine belki de en başa Livakovic’i bile koyabiliriz.
Aslında ilk yarı Talisca’nın attığı o muhteşem frikik (şutu) golü olmasa Fenerbahçe adına olumlu konuşabileceğimiz etkili pozisyon (ilk yarı gol beklentisi xG – 0,42; maça sonu 2,09) bile yok.
Gol kuşkusuz belli bir rahatlık, konfor alanı yarattı. Bu özgüven ile ilk yarının hemen başında skor 2-0’a geldi.
Az önce yazdığım Mert Müldür’ün penaltı pozisyonuna kadar Fenerbahçe oldukça da iyi oynamaya başlamıştı.
O pozisyonun dönüşünde Efkan’ın ekstra müthiş golünden sonra işin rengi tekrar değişti ve yaklaşık 30 dakika süren sıkıntılar başladı.
Mourinho bu maçta ilginç başka bir hamle daha yaptı ve karşılaşmanın 81. Dakikasına kadar oyuncu değiştirme hakkını kullanmadı!
Oysa birçok maçta bunun aksine golü yediği anda müdahale ederdi.
Herkesin kendine göre değerlendirmesi var. Sezon boyunca biliyorsunuz Mourinho’nun hep oyuna gereksiz oyuncu değişiklikleriyle müdahalelerini eleştirdim.
Dünkü tutumunu veya hamlesizliğini bu nedenle sessizce izlemeyi tercih ediyorum.
Ancak oyuncu değişikliklerinden sonra gözle görülür bir şekilde Fenerbahçe’nin oyununun olumlu yönde farklılaştığını, peşinden hemen Sivasspor’un on kişi kaldığını söyleyebiliriz.
Sonlara gelirken “bu Tadic neden hala oyunda” sorularının yükseldiği bölümde Tadic’in mükemmel golünü izledik.
Nihayetinde Fenerbahçe kazandı ve Galatasaray ile arasındaki yakın takibini sürdürdü.
Nereye kadar devam edeceğini izleyip, görmek gerekiyor. Herkesin bir görüşü, bilgisi, inancı, bakış açısı var; ama artık yarışın bu seviyelerinde çok bir şey ifade ediyor mu emin değilim.
Birçoğunun “ben demiştim” diyebilmek için söylendiği bir kaos ikliminin içindeyiz maalesef.