Üst düzey teknik adamların genellikle takıntıları vardır. Kiminin sistem takıntısı vardır, elindeki oyuncu topluluğunun yapısına bakmadan onları vazgeçemediği sistemine uydurmaya çalışır. Bazılarının da oyuncu takıntısı vardır, ısrarla kötü oynayan oyuncuya aynı ısrarla her hafta onbirde forma verir...Tıpkı Ersun Yanal’ın Tolgay tercihi gibi. Tolgay iyi bir oyuncu olabilir. Bu göreceli bir değerlendirme elbette.Ama Beşiktaş performansları Tolgay’a bir kredi sağlıyor. Ancak, her iyi oyuncu sürekli oynar diye bir kaide yok. Tolgay hatfalardır “ben formsuzum” diyor, ne ilginçtir ki Ersun Yanal ne görüyor, ne de duyuyor. Ersun hoca üç maymunları oynuyor ve bu kötü oyun kapalı gişe olsa da karın doyurmuyor...Yanal formsuz, Yanal cesur değil, Yanal hücum oynatmayı unutmuş, risk almak artık kitabında yazmıyor. Sanırım Fenerbahçe Teknik Direktörü olduğunun farkında değil, yoksa beraberlikleri sevinçle karşılayacak kadar hedefsiz kalmazdı.
Bakın ilk yarının neredeyse tamamında Alanyaspor, Fenerbahçe’yi hallaç pamuğu gibi attı. 15. dakikadan sonra neredeyse oyunun tamamı Fenerbahçe ceza alanı içinde cereyan etti. Çok büyük şans eseri gol yemeden soyunma odasına gitti Fenerbahçe. Hem de
Galatasaray’da kötü başlayıp iyi bitirmek artık bir alışkanlık... O nedenledir ki ilk 45 dakikada 2-0 gerideyken bile çok rahat, hatta zaman zaman vurdumduymaz bir takım vardı sahada... İşin ilginç tarafı, Fatih Terim de kenarıda sakin ve müdahaleci değildi. Terim’in durumunu, soyunma odasında yaşanacak fırtına önceki sessizlik olarak değerlendirmek mümkün... Ama kim ne derse desin, sonuç ne olursa olsun ilk yarıdaki Galatasaray için şampiyonluk adayı demek, Bursaspor’a, Yusuf ve Senegallilere haksızlık olur.
Olağanüstü güzellikteki golleri unutmadan maçı özetlemek gerikirse; tek devrelik Galatasaray, genç ve tecrübesiz Bursaspor’u alaşağı etmeye yetti diyebiliriz.
Bursaspor’un her iki kanadı mükemmel kullanıp Yusuf ile fırtına gibi estiği ilk yarıda, Galatasaray neredeyse hiç pozisyon üretemedi. Samet Aybaba’nın talebeleri 45. dakikaya kadar hem orta sahayı iyi kontrol ettiler hem de Feghouli-Belhanda ikilisinin etkili pas trafiğini engellediler. Ne var ki soyunma odasına gitmeye saniyeler kala duran toptan gelen gol Galatasaray’a can suyu oldu.
Galatasaray ikinci yarıya evinde oynuyorcasına etkili bir baskıyla başladı. Sarı-kırmızılı ekip en iyi yaptığı işi, yani önde
Bu sezon en umut verici, en heyecanlandıran ve taraftarını en az tedirgin eden Fenerbahçe’yi izledik. Özellikle ilk 45 dakika mükemmele yakın bir performans sergilediler. Kanatları değişerek kullanan Moses-Valbuena ikilisi, Hasan Ali ve Isla’dan aldıkları olağanüstü desteklerle, hem sarı-lacivertli ekibin çok iyi hücum etmesini sağladılar hem de ilerde baskı yaparak Zenit’in çıkışını büyük ölçüde engellediler.
Ama asıl önemlisi, yine ilk yarıda çok etkileyici bir orta saha izledik. Özellikle Jailson ve Eljif Elmas neredeyse tüm ribaundları topladılar, bir tane bile dönen top bırakmadılar. Hazır sahanın en iyilerinden biri olan Eljif Elmas’tan bahsetmişken, Ersun hocanın güçlü orta alana en çok ihtiyaç duyduğu bir anda onu kenara almasını anlamakta zorluk çektiğimi belirtmeliyim. Eljif çıktıktan sonra Zenit, korner üstüne korner kullandı ve hiç olmadığı kadar hücum şansı buldu. Yaslanan bir Fenerbahçe bu yüzden son 15 dakika hücumu neredeyse hiç yapamadı.
Herkes biliyor ki Slimani iyi bir golcü... Özellikle Premier Lig’deki performansı hala akıllarda... Belli ki bir kan uyuşmazlığı, bir aidiyet eksikliği söz konusu... Dün attığı gol öyle her babayiğit santrforun atabileceği bir
Sergen Yalçın’ın büyük takımları analiz etmedeki müthiş becerisi dün de Galatasaray’a engel çıkardı. Ara transfer döneminde net bir biçimde şampiyonluğunu ilan eden sarı-kırmızılılar gerçek şampiyonluk yolunda aynı performansı gösteremediler... Takımda yeni oyuncu çok, alışkanlık, uyum, aidiyet sorunu var ama en önemlisi Mariano’nun erken sakatlığıdır. Bu sakatlık Fatih Terim’in tüm planlarını alt-üst etmeye yetti ve hatta kaybedilen iki puanın ana nedeni oldu.
Birarada hiç oynamamış dört savunma oyuncusu ve bunlardan bir tanesi en kritik bölgede ilk defa forma giyiyor. Önlerindeki üçlü, beceri ve mücadele yönünden ligin belki de en iyisi ama en vurdumduymazları, kanatta iki özel isim ne var ki onların da geriye dönüp savunmaya destek vermek gibi bir huyları yok. Forvette ise müthiş kariyer, ne yazık ki onun da gücü yok.
İşte böyle bir Galatasaray’a karşı maçın neredeyse tamamında önde baskı yaparak oynayan Alanyaspor 90 dakikanın hakimiydi. İstediği zaman Galatasaray’ın oynamasına izin verdi (ki bu süre en fazla 15 dakika), istediği zaman tempo yaptı ve en önemlisi topun kontrolünü sürekli elinde tuttu.
Fatih Terim’in ilk yarıdaki 4-3-3’lük sistemi kağıt üstünde ve
İşler bir kere ters gitmeye görsün... Aksilikler arka arkaya gelir... Murphy kanunu işte... Birbirinden güzel iki gol atan Mehmet Ekici penaltı kaçırıyor. Soldado antrenmanda bile bulamayacağı pozisyonda topu kaleciye nişanlıyor... “Top tekniği yüksek orta sahayı organize eder, tek pasla forvetleri pozisyona sokar” diye transfer edilen Benzia, top öldürme ustası olup çıkıyor... Yılların tecrübeli ismi Mehmet Topal ikinci paslara girmekten ürküp kaçıyor. Buna rağmen sezonun en iyi futbolu oynanıyor... Ve bu takım ne ilginçtir ki, kümede kalma mücadelesi veriyor...
Fenerbahçe’nin efsane başkanlarından Ali Şen, 7 yıl sonra sırf bu maç için tribünlerde... Bodrum’da onca işini bırakıp maça gelen efsane başkan aynen şunu söylüyor: “Tarihimizin en kritik maçını oynuyoruz. Fenerbahçe için kapıcı, bekçi olmaya gerek yok. Taraftarlar maça gelsin yeter”...
Akil adam bu açıklamasıyla çok net, “Destek zamanı, Fenerbahçe asla yalnız kalmamalı” mesajı veriyor. Tribün mesajı almış; ya oyuncular? Gerçekçi konuşmak lazım. Bu takımın üzerindeki ölü toprağı dünkü müthiş galibiyete rağmen kalkmış değil... Kiralık oyuncular Ayew ve Benzia ile Roman hâlâ başka dünyalarda dolaşıyorlar... Ayew ve
ADANA uçağı Atatürk Havali-manı’ndan kalkıp yükselişe geçtiğinde, ben de kafamı koltuk başlığına yaslayıp şöyle bir geçmişe gittim. Varış noktamız Türkiye’nin en çok göç alan ve en bilindik on kenti arasında bulunan Mersin olunca, “Mersin’e en son ne zaman gitmiştim, orada neler yapmıştım, nereleri gezmiş, neler yemiştim, beni etkileyen her hangi bir olay olmuş muydu?” diye düşünmeye başladım. Yok yok öyle hemen aklıma tantuni ve cezerye gelmedi. Cezeryeye lafım yok. Zaten laf eden taş olur... Sadece böylesi olağanüstü bir tatlının bunca zaman “Dünya Tatlı Mirası”na dahil edilmemiş olmasına inanamıyorum hepsi o! Ama gerçekçi konuşayım tantuni sevmem. Çok yağlı olur, ayrıca da en iyi yaptığını iddia edenler bile malzemeden çalarlar... Tantuninin tadını almak istiyorsanız size önerim malzemesini duble koydurun ve tek yaprak lavaşa sardırın...
Mersin’e son ayak bastığımda 2013 yılının haziran ayıydı. Keskin sıcaklar başlamış, o ağır nem çoktan kentin üzerine karabasan gibi çökmüştü. Akdeniz Oyunları’nın açılışını izleyip bir iki gün sonra da dönmüştüm. Doğrusu şu ki şehirle ilgili aklımda çok fazla bir şey kalmamış. Hatırladığım hummalı bir altyapı çalışmasının başladığı ve yerel
Asırlık tarihi boyunca şampiyonluk için mücadele eden bir takımın hiç bilmediği, hiç yaşamadığı bir kulvarda yarışıyor olması onu, hata yapmaktan korkan, oyun disiplinini unutan, tedirgin, ürkek bir takım haline getirmesi kadar doğal bir şey olamaz...
Fenerbahçe kümede kalma mücadelesi veriyor. Yani sorular bu sezon hiç çalışmadıkları yerden çıktı. Bilmedikleri, hiç yaşamadıkları hatta akıllarına dahi getirmedikleri bir iş yapmaya çalışıyorlar... İşte bu yüzden, dün gol attıktan sonra ne yapacağını bilmeyen bir takım vardı sahada... Oysa, bu sezonun en kritik ve belki de dönüm noktası olan bu maçın kazanılması çok önemliydi. Ama olmadı... Gerçekçi olalım, ruhunu kaybetme noktasına gelmiş bu takım kazanma becerisini de yitirmiş...
Gole kadar hiç de fena bir Fenerbahçe yoktu sahada... Ama ne zaman ki sarı-lacivertliler Soldado ile golü buldu işte o zaman başka bir takım çıktı karşımıza... Kimlik değiştirmişlerdi. Onca tecrübeli oyuncu olmasına karşın Volkan dahil takımın tamamı koruma içgüdüsüne büründü... Böyle olunca da, top da, oyun da Bursaspor’un oldu.
İkinci yarı Samet Aybaba’nın iki dokunuşu ölüp ölüp dirilen sarı-lacivertli takımı tam anlamıyla perişanlar mangasına
Bir tarafta sakatlıklar, diğer tarafta cezalar, üstüne bir de hem form düzeyi düşük hem de güven duyulmayan oyuncular olunca doğal olarak kadro kurmak ve kurulan bu kısır kadrodan üst düzey pozitif futbol beklemek hayalcilik olur. Galatasaray’ın şu anda içinde bulunduğu durum budur. O nedenledir ki, Rizespor önünde kazanılan bir puan da ya da kaybedilen iki puan da sevinilecek, bir o kadar da üzünülecek bir durum değildir...
Bu genel tespitimizi yaptıktan sonra gelelim dün eldeki oyunculardan ortaya çıkan kadronun performansına... Gerçekçi olmakta fayda var. Cezalı Fatih Terim, tribünde oturuyor olsa da gölgesi kesinlikle saha kenarında... Ondan olacak ki ilk yarı Terim’in o çok sevdiği 4-2-4 düzeni neredeyse kusursuz işledi. Ana sorun bu işleyen sistemde son vuruş becerisindeki düşük kaliteydi. Sağlam üç pozisyon sadece tartışmalı bir gol getirdi.
Bu yarıda ve maçın genelinde Selçuk İnan’ın yüksek verimli oyunu belki Galatasaray’a bir puanı getiren en önemli unsur olarak karşımıza çıktı. İlk yarıdaki bir başka önemli durum da Rizespor Teknik Direktörü Okan Buruk’un Galatasaray’ın çok oyuncuyla hücum etmesine, ilerde yoğun biçimde baskı kurmasına reaksiyon gösterecek bir yapıyı