Cezalar, sakatlıklar ve onun getirdiği moral bozukluğu Galatasaray’ın dün vasatın altında kalan performansının net karşılığıydı. Ciddi sayıdaki eksiklere rağmen sarı-kırmızılı ekibin maça başlayan on biri aslında hiç de yabana atılır değildi... Bunun farkında olan yeni Konyalı Aykut Kocaman ilk yarıda haddini bilerek, biraz da fazla çekinerek topu rakibe bıraktı, böyle olunca da Galatasaray özellikle ilk 20 dakikada istediği gibi oynadı... Ama gerçekçi konuşmakta fayda var, sarı-kırmızılı ekip o anda da maçın genelinde de bal yapmayan arı gibiydi; zaten golü de tam anlamıyla şans golüydü.
Zorunluluktan üçlü savunma ile oynayan Galatasaray’da gözle görülür bir tedirginlik, sonrasında da yorgunluk dün çok net bir şekilde hissedildi.
Orta alanda Selçuk-Fernando ikilisinin tempo yükseltmekte ve kanatları sıfıra kadar göndermekte yeterli beceriyi gösterememesi Galatasaray’ın hücum performansını allak-bullak etti. Buna elbette Onyekuru’nun kendine alan bulamaması, alternatifsiz Eren’in güçsüzlüğü ve tabiki Feghouli’nin tek devrelik oyununu da eklemeliyiz.
Aykut Kocaman’ın dersini çok iyi çalıştığı, Konyasporlu futbolcuların da Kocaman’ı müthiş bir hızla benimsediği yatsınamayacak
Sakatlıklar, cezalar ve büyük moral bozukluğu, Kayseri karşısında Galatasaray’ı yeni bir sorun yumağına sokacak iddiaları boşa çıktı. Boşa çıkaranlar da, kendilerinden umut kesilenler, yedekliği kader kabul edenler, giydikleri formanın büyüklüğünü bilmeyenlerdi. Galatasaray, ne kadar özel bir camia olduğunu dün onca soruna karşın bir kez daha kanıtladı.
Kayserispor önünde; Ozan, Maicon ve Serdar Aziz’den kurulu üçlü bir savunma ile yer alan Galatasaray, istenmeyen adam noktasına gelen Feghouli’nin liderliği, hamle oyuncusu gibi duran Onyekuru’nun, “Bu takımın değişmezi benim” mesajıyla dün farklı sonuca gitti.
Kimine göre temposuz, kimine göre disiplinsiz, kimine göre ise vurdunduymaz diye tanımlanan Feghouli, kumaşının iyi olduğunu ona mecbur kalındığında gösterdi. Yüksek temposuyla Kayserispor’un oyundan düşmesini sağlayan Feghouli, bu bireysel becerisi ile Galatasaray’ın takım olarak belki de bu sezonun en aklı başında, en haddini bilen performansını göstermesini sağladı.
Feghouli, yanına Belhanda’yı da alıp orta sahada gösterişsiz ama şaşırtıcı bir pres uygulayınca daha 25. dakikadan itibaren maçın ibresi tamamen Galatasaray lehine döndü.
Hücumda üçlü, savunmada ise beşli
Fenerbahçe evinde oynadığı bütün maçlara kazanmak için çıkar. Rakibin adı-sanı, ülkesi, teknik adam ya da oyuncu kalitesi farketmez. Hücum etmek, galibiyet için oynamak ana felsefedir. Bu bir Kadıköy Geleneği’dir ve Fenerbahçe Büyüklüğü bunu gerektirir... Ne yazık ki bu tarihi gelenek unutulmaya yüz tutmuş durumda. Görünen o ki ne Comolli’ye ne de Phillip Cocu’ya bu gelenekten bahseden olmamış. Saracoğlu’nun duvarlarında yer alan, bütün Fenerbahçelilerin yüreklerine kazınan İslam Çupi’nin Fenerbahçe’nin büyüklüğüyle ilgili sözlerini tercüme etmek kimsenin aklına bile gelmemiş. Umarım bugünden sonra birileri çıkar ve bunu yapar, yoksa bundan sonraki tüm maçlarda kazanmak için değil, önce rakibi durdurmak ardından da beraberliğe sevinmek için sahaya çıkan bir Fenerbahçe izleriz...
Tıpkı dün izlediğimiz Fenerbahçe gibi...Üstelik kendi standardının çok altında oynayan Başakşehir’e rağmen...
Sarı-lacivertli ekipte korku dağları bekliyor... Bütün oyun planı “telaş” üzerine kurulmuş. Oyuncular sistemi sahaya yaymak, set oynamak yerine alışkanlıkları sayesinde bir yapı inşaa etmeye çalışıyorlar. Kurgusu herhangi bir antrenmada denenmiş tek bir organize atak izlemedik. Fenerbahçe adına
Fenerbahçe’nin tarihinde kötü sezon başlangıçları bir hayli çoktur. Bunlara bir de Phillip Cocu eklendi. Görünen o ki Cocu’nun Fenerbahçesi lige 4. haftada havlu attı... Bir geri dönüş olur mu, bu puan farkı kapanır mı, Fenerbahçe yeniden şampiyonluk hesapları yapabilir mi? Elbette mümkün. Ama gerçekçi olmak lazım dünkü Phillip Cocu’nun Fenerbahçesi böyle bir geri dönüşü gerçekleştirme şansına sahip değil. Hayal görmeye gerek yok. Cocu ile olmayacak. Yol yakınken ve beklentilerde bu yöndeyken bir değişim şart...
Ali Koç’un Fenerbahçesi her türlü değişimi kaldıracak krediye ve beklentiye sahip. Ama Hollandalı’nınki öyle değil.
Belli ki o da kendi doğruları üzerinde ısrarcı. Sisteminden vazgeçmiyor ama oyuncudan vazgeçiyor. Sistem yorgun, sistem iflas etmiş olsa bile ısrarını sürdürüyor, bu ısrar yüzünden formda oyuncuyu dahi kenarda tutuyor... Açık söyleyelim, net konuşalım Phillip Cocu’nun Fenerbahçesi’nden ne köy olur ne de kasaba. Olsa bile o köyün muhtarı Cocu olamaz.
Diego Reyes iyi bir cv’ye sahip olabilir. Etkili görüntüsüyle rakiplerine maç başlamadan korku salabilir. Ama o da etten kemikten. Maç eksiği Reyes’i de diğer bütün futbolcuları olduğu gibi etkiler.
Düşük fizik gücü
Öncelikle Fenerbahçe taraftarına hoş geldin demek lazım... Çok uzun bir aradan sonra bir derbi dışında Kadıköy 40 bin kişiyi birarada gördü. Harikaydılar... Belli ki, onlar Fenerbahçe’yi özlemiş, Fenerbahçe de onları... Başlangıç böyle olursa devamını siz düşünün...
Ali Koç ve yönetimi bir “Yeniden Doğuş” gerçekleştirmişler... Bu dün çok net tribünde de saha içinde de ve özellikle kenar yönetiminde görülüyordu.
Hazır kenar yönetimi demişken Phillip Cocu’ya da hoş geldin mesajımızı iletelim... Ligin ilk maçına Barış ile başlayarak bu sezon sıklıkla gençlerden kurulu kadroyu sahaya süreceğini bize gösterdi. İlginç olan çok sevdiği ve Hollanda’da asla vazgeçmediği 4-3-3’e Topal-Souza ikilisini de adapte etmiş olmasıydı. Ne var ki 4-3-3 kısa sürdü... Biz uzunca bir süre o yıllardır alıştığımız 4-2-3-1’i izledik... Cocu mu istemişti, yoksa Topal’la Souza’yı yan yana gören diğer oyuncular alışkanlıklarına geri mi dönmüşlerdi bir izleyen olarak çözmek zor... Ama önceki sezonlardakinden biraz daha tempolu ve biraz daha az pas hatası yaptıkları da bir gerçek... Ancak savunmanın bireysel hata yapma alışkanlığı da her zamanki gibi hat safhadaydı. İşte o hataların en sonuncusunda da kaleci
Duvar tenisini andıran bir maç izledik. Fenerbahçe ayağına gelen her topu ileri vurdu, bu topları toplayan Benfica pas üzerine pas yapıp Fenerbahçe’nin altıpastan çıkmasını engelleyip kendi başına oynayıp durdu. Dün birden fazla atamayan Benfica ciddi anlamda şanssız, Fenerbahçe ise şanslıydı... Hatırlatmakta fayda var Fenerbahçe’nin yediği golde ciddi bir kaleci hatası var.
Elbette rövanşta cezası biten Souza’nın, biraz daha güçlenmiş Soldado’nun, sakatlığı geçmiş, Fenerbahçe’nin ihtiyacı olan tempoyu sağlayacak Ayew’in katılımıyla daha farklı bir Fenerbahçe izlememiz olası... Ancak net bir sorun var ki, sarı-lacivertli takım şuanda hangi oyuncuyu devreye sokarsa soksun bu sorunu giderme ihtimali kısa sürede yok gibi... Vurgulamak istediğim sorunun karşısında, yeni sisteme uyum ve takım olma olgusu yazıyor.
Dün artık ne yazık ki Fenerbahçe’de klasik haline gelen hücuma çıkarken top kaybetme hastalığı zirve yaptı. Geçen sezon sırf bu nedenle Aykut Kocaman, Isla ve Valbuena’ya kement atıp onları yedek bankına çekmişti. Ne ilginçtir ki, bu ikili dün Benfica karşısında yine kritik bölgede rakibe en çok top kaptıran oyunculardı. Valbuena’daki tek gelişme ise hakkını teslim edelim,
Okan Buruk ve talebelerine yürekten alkış... Bu kupa onlara analarının ak sütü gibi helaldir... Aslında Akhisar için son derece kolay bir maçtı... Sezonda iki kere yendikleri takımı, üçüncü defa yenmek onlar için çocuk oyuncağı misali son derece kolaydı. Okan Buruk, Aykut Kocaman’ın herzamanki gibi korkak oynayacağını, Valbuenasız oynama saplantısından vazgeçmeyeceğini gayet iyi bildiği için topu bıraktı Fenerbahçe’ye, üç kere gidip istediği golleri buldu, haklı olarak da kupanın sahibi oldu. Akhisar’a bu kupa çok yakıştı.
Bir kez daha gördük ki, Aykut Kocaman’ın tutuculuğu, saplantısı, korkak pas oyunu, garip oyuncu tercihleri ve benzeri bir çok acayip uygulamaları Fenerbahçe’ye pahalıya patladı.
Yaptıklarını anlamak mümkün değil... Neredeyse üç haftadır takımın en kötüsü Alper, “bu ülkede futboldan anlayan-anlamayan herkesin görüşü bu yönde” Aykut Kocaman ısrarla onla başlıyor ve koskaca 45 dakikayı heba ediyor... İşte en son örnek Bursaspor maçı...
İkinci yarı zorunluluktan çift santrfora dönüyorsun ve belki seni kupaya götürecek golü de buluyorsun... Sonra inanılmaz bir biçimde takır takır işleyen sistemi bozup çift santrfordan vazgeçiyorsun... Ellerinle Akhisar’a maçı teslim
Aykut Kocaman yatsın kalksın Fırat Aydınus’a dua etsin. Aydınus, Titi’ye o kırmızı kartı çıkarmasa, Kocaman’ın oyun anlayışıyla ne kadar golcü var onların hepsini sahaya sürse bile Fenerbahçe gol atamazdı. Bırakın 5-10 dakikayı iki 90 dakika dahi oynansa hiçbir değişiklik olmazdı... Aykut hocanın bu ısrarını aslında ısrar demek yanlış, bu tutuculuğunu anlamak mümkün değil.
Alper oyunda, Valbuena kenarda. Alper’in oynadığı ilk 45 dakikada tek bir pozisyon yok. İkinci devrede Valbuena oyunda, pozisyon üstüne pozisyon, bir o kadar da hücum zenginliği var. İşin ilginç yanı, Alper’in kaybettiği top sayısıyla Valbuena’nın ki neredeyse aynı. Bu maç Valbuena varken daha farklı oynandı. Ve gerçekçi konuşalım Fenerbahçe’de Valbuena varken o maçların tamamı da farklı oynandı.
Yiğidin hakkı yiğide, elbette futbol sonuç oyunu. Üç puanı kazanan alıyor. Ama bu maçta alkışı alacak taraf hiç tartışmasız Bursaspor’dur. Haftayı yarım yamalak antrenmanlarla, hatta son iki gün neredeyse hiç idmansız geçiren, bir hafta önce ligde kalmayı garantileyerek hedefsiz kalan ve bu nedenle müthiş bir rahatlama içine giren Bursaspor’dan, belki kendi camiası bile böylesi bir reaksiyon beklemiyordu.
İlk yarı