Galatasaray evinde kazanma becerisiyle, becerinin de ötesinde artık alışkanlık haline gelen yapısıyla zoru biraz da Abdullah Avcı’nın tercihleriyle kolaya çevirdi... Ve belki de şampiyonluk hedefinde %50’lik barajı aştı.
Başakşehir, doksan dakika boyunca bildiğimiz Başakşehir gibi hiç oynamadı. Karşılaşmanın neredeyse tamamında Galatasaray’ın baskılı, tempolu, ağırlıklı olarak kanatlardan oynamasına çözüm üretemedi. Oyunu tutmak, topun daha çok Galatasaray’da kalmasına izin vermek ve sonuçta Ali Sami Yen’den beraberlikle ayrılmak ana planı gibi görünse de Başakşehir bu planını da uygulayamadı.
İki teknik adamın da ilginç, ilginç olduğu kadar kesinlikle maçın sonucunu etkileyen tercihleri vardı. Fatih Terim, haftalar sonra Denayer’i sahaya sürerek bir ölçüde kumar oynadı. Geçmişten herkes iyi bilir ki Terim kumarı da iyi oynar. Blöf yapmaz, ama beş benzemezle rest de çeker. Dün de Denayer ile Donk tercihleri Terim’in restiydi ve o rest Galatasaray’ın masadan kazanarak kalkmasını sağladı.
Oyunu yavaşlattı
Abdullah Avcı’nın sürpriz olmayan ama bu maç için doğru tercih olmadığı tartışılan Arda Turanlı oyunu ise işe yaramadı. Eski Barcelonalı futbolu unutmuş gibi. Hızlı pas
Beşiktaş dün izlediğimiz Karabük’le arka arkaya 100 kere karşılaşsa bırakın kaybetmeyi, birinde bile berabere kalmaz... İki takım arasındaki fark bu denli büyük... Ve bu kadar büyük bir farkın elbette Beşiktaşlı tüm oyuncular da farkında... Ve o Beşiktaşlı oyuncular bu durumdan hiç etkilenmemiş, aksine bir final maçı oynuyorcasına yüksek motivasyona sahiptiler... Öncelikle bu iş disiplini, bu ciddiyet ve taraftara olan bu saygıdan dolayı Beşiktaş takımını tepeden tırnağa yürekten kutlamak lazım...
Böylesi ne yapacağı belli olmayan rakip karşısında 90 dakika boyunca tempolu oynamak, maçın kontrolünü hiç kaybetmemek, sürekli gol düşünmek ve tüm bunları yaparken de oyun disiplininden hiç kopmamak tamamıyla bir büyük takım becerisidir. Beşiktaş dün bunu tüm rakiplerine net bir şekilde bir kez daha hatırlattı.
Bu tür maçların bir güzel tarafı daha vardır, o da hem eksikleri hem de defoları görmektir. Elbette üstün becerilerinden dolayı övgüleri sunacağımız oyuncuları dile getireceğiz... Ama önce beş gol atan siyah-beyazlı takımın defolarından bahsetmek lazım... Öncelikle top kayıpları... Ligin en zayıf rakibine karşı işi bu kadar ciddiye alırken mutlaka top kayıpları rakibin gücüne
Fatih Terim’in sihirli değneği çalışmaya başlamış mı? Zorlu Kayseri deplasmanı öncesi kafalardaki ana soru buydu. Başta kritik oyuncu Fernando olmak üzere sakatlar, ne gerekçe ile olduğu henüz anlaşılamayan kadro dışı kalan Gomis, benim için hiç de şaşırtıcı olmayan Belhanda’nın yedeğe çekilmesi gibi etkenler aslında Galatasaray’ın işinin bir hayli zor olacağını gösteriyordu. Yani sade sihirli değneğe değil sarı-kırmızılıların şansa da ihtiyacı vardı, ki öyle de oldu. Bir devrelik tempolu oyun Galatasaray’ın zor deplasmandan mutlu dönmesine yetti de arttı bile...
Terim, öyle köklü bir değişikliğe gitmemiş... Önceki teknik direktörün sıklıkla yaptığı kumardan vazgeçmiş, hepsi o... Yani üçlü savunma gibi mevcut kadronun pek kolay oynayamayacağı riskli yapıyı tamamen yok etmiş; sadece kaliteli bazı oyunculara “iyi futbolcu olduklarını” hatırlatmış... Bunların başında ilk 45 dakikanın en öne çıkan oyuncusu Eren Derdiyok ile Selçuk İnan vardı. Elbette maçın tamamında ise Rodrigues ilk sırayı alan isimdi...
Galatasaray’ın neredeyse Fatih Terim ile birlikte genlerine sirayet etmiş 4-3-3 sistemi de Kayseri’de akılda kalan bir başka noktaydı. İlk 45 dakikada Kayserispor Teknik Direktörü
Hem Galatasaray camiası hem de Igor Tudor adına belki de bu sezonun en kritik maçıydı.
Akhisar kağıt üstünde çantada keklik gibi görünse de, sarı-kırmızılıların içinde bulunduğu garip durum, o kekliği Ege Atmacası’na çevirmişti. İlk 45 dakikada gelen iki gol, Akhisar’ı erken havaya sokup, Tudor’u İstanbul dışına göndermiş gibi olsa da; devre arası dopingi ve elbette büyük takım kimliği ikinci yarıda maçı Galatasaray’a çevirmeye yetti.
2-0 geriden gelip, maçı 4-2 kazanmak doğrusu her babayiğidin harcı değildir.
Bu sonuç, sıkıntılı süreçte Tudor’u ipten almış, beraat noktasına taşımıştır. Aynı zamanda ligin devre arasına kadar Dursun Özbek ve yönetimine kredi sağlamış ve o kredinin karşılığında da mutlak bir sol bek transferi olduğunu şart koşmuştur. Kısacası dün Galatasaray 45 dakikalık performansıyla, bir sezonun ilk devresini kurtarmıştır.
Maçın hakemi Ümit Öztürk’ün sonuca mutlak tesir ettiğini vurgulayıp öne çıkan aktörlere değinelim...
Başrol kesinlikle Galatasaray taraftarınındır. Tudor’a, oynamayan bazı yıldızlara, tepki koydukları yönetime rağmen yine tribündeydiler, 2-0 gerideyken bile umut yüklüydüler. Pozitif enerjileriyle maçın kazanılmasında büyük rol oynadılar.
Fernando
Galatasaray adına çok kritik ve bir o kadar da önemli galibiyet... Normal zamanda ve normal koşullarda Galatasaray’ın neredeyse tamamı dolu stadında Alanyaspor’u yenmesi kadar doğal bir şey olamaz... Ne var ki, 5-1’lik ağır bir yenilginin hemen arkasından cezalılar, sakatlar ve maçın hemen başında yaşanan kayıplar dünkü karşılaşmayı Galatasaray adına gergin ve korkutucu yapıya çevirdi. Sarı-kırmızılılar doğrusunu söylemek gerekirse önce taraftarı sonra da Hüseyin Göçek’in kritik düdükleriyle kazanmayı başardı.
Önce Galatasaray taraftarının hakkını teslim edelim... Dün Alanyaspor maçının kazanılmasındaki en önemli rol onlara aitti. 5-1’lik yenilgiden sonra sil baştan yapıp takımını her taraftar grubu böylesine coşkulu, böylesine arzulu desteklemez... O taraftarın katkısıyla Galatasaray sahada tempo yapmayı, en olmadık anlarda pozisyona girmeyi ve belki de yine taraftarın desteğiyle zaman zaman aşırıya kaçan sertliği yapmayı becerdi...
Oysa, Alanya’nın giderek risk aldığı son 10 dakika hariç Galatasaray hep “bal yapmayan arı” misali oynadı. Sürpriz bir şekilde kadroya dahil olan Yasin’in herkesi şaşırtan performansı, sağ tarafta Mariano-Rodrigues ikilisinin etkili çıkışları, orta
Naim Süleyman-oğlu’nun benim yaşamımda çok ayrı bir yeri var... Onu Türkiye’ye iltica ettikten bir ay sonra tanıdım ve dün cennete uğurlayana kadar da dostluğumuz devam etti. Gazeteci-sporcu olarak başlayan ilişkimiz, kısa sürede çok iyi arkadaşlığa dönüştü... 40 yıla yaklaşan mesleki kariyerimdeki en özel bölüm aslında Naim ve onun sonrasındaki haltere aittir.. Naim’in ay-yıldızlı forma altındaki ilk yarışması 1988 yılında Cardiff’deki Avrupa Şampiyonası’dır, son yarışması ise Sydney 2000 olimpiyatlarıdır. Her ikisini de yerinde izledim. Elbette sadece ikisini değil, Naim’in katıldığı tüm Avrupa ve Dünya Şampiyonaları ile 3 olimpiyatı da yerinde izleyen tek gazeteciyim. Onu ağırlıkları kaldırıp yüzümüzü güldürdüğünde baş tacı etmiştik, emeklilik döneminde ise bir kenara attık.. Vefasızlık Türk Sporu’nun klasik hastalıklarından biridir. Ne yazık ki en unutulmazını Naim’e yaşattık. Kırgın, küskün ve asıl önemlisi pişman olarak aramızdan ayrıldı. Ne acıdır ki, yaşarken telefonlarına çıkmayanlar, son iki gündür azılı Naimsever kesildiler. Dün hem Fatih Camii hem de Edirnekapı Mezarlığı bu sahte yüzlerden onlarcasını gördü...
Basına hoşgörülüydü
...Naim, her zaman spor medyasının
Daha ligin 11. haftası... Koskoca Fenerbahçe iflas bayrağını çekti... Bakalım bir ya da birden fazla sorumluluk üstlenen babayiğit çıkacak mı? Yoksa kaf dağının arkasındaki hedef için masal dinlemeye devam mı edeceğiz.
İyi başkan olabilirsiniz ama bu sizi büyük takım başkanı yapmaz.
İyi teknik direktör olabilirsiniz ama bu sizi büyük takım teknik direktörü yapmaz.
İyi yönetici olabilirsiniz ama bu sizi büyük takımın futbol şube sorumlusu yapmaz.
Büyüklük ifadelerle değil, büyüklük söylemlerle değil, büyüklük eylemlerle, büyüklük elde ettiğiniz sonuçlarla ortaya çıkar.
Büyük takım Fenerbahçe, kainatta buna kimsenin itirazı olmaz. Ama başkanından yöneticisine, hocasından oyuncusuna büyük takımın elemanları için aynı şey söylenemez.
Fenerbahçe Başkent Ankara’ya gidecek ve tribüne 2 bin 500 seyircisi gelecek; işte burada bile koskoca Fenerbahçe’nin ne hale geldiğini anlamak mümkün.
Ne ilk sekiz haftanın fırtına takımı Galatasaray ne de derbileri iyi oynamasıyla bildiğimiz Fenerbahçe ortaya kayda değer daha doğrusu dişe dokunur kaliteli futbol performansı koymayınca, sevimsiz ve üzülerek söylemeliyim ki Cüneyt Çakır’ın öne çıktığı bir derbi oldu.
Hem Tudor hem Aykut Kocaman kendi oyuncularını oynamak yerine önceliği rakibinin oyununu bozmaya, ilerde baskı yapmaya, boş alan bırakmamaya ve özellikle kanatları kapamaya verince zaten daha maçın başında kısır, tatsız tuzsuz bir derbi izleyeceğimiz net bir şekilde ortaya çıktı.
Aslında Tudor’un üçlü savunma tercihiyle kumara niyetlenmesi Fenerbahçelileri umutlandırmış olsa da Serdar Aziz’in beklenmedik sakatlığı ve Hırvat hocanın zorunlu olarak dörtlü savunmaya dönmesi o kumarı da ortadan kaldırdı. Kısacası eğri gemi doğru sefer oldu.
Genelde hakem yazmayı pek sevmem. Bu konuyu uzmanlarına bırakmayı tercih ederim. Ayrıca hakemlerin anlık kararlarının görüntü tekrarlarıyla doğru orantılı olmadığını düşünürüm ve bu açıdan hakemlere haksızlık yapıldığını savunurum... Bu görüşüm dünkü maç için de geçerli. Ne varki Cüneyt Çakır’ın maçın sonucunu etkileyen bir numaralı isim olduğunu söylemek asla yanlış olmaz. Cüneyt Çakır