Naim Süleyman-oğlu’nun benim yaşamımda çok ayrı bir yeri var... Onu Türkiye’ye iltica ettikten bir ay sonra tanıdım ve dün cennete uğurlayana kadar da dostluğumuz devam etti. Gazeteci-sporcu olarak başlayan ilişkimiz, kısa sürede çok iyi arkadaşlığa dönüştü... 40 yıla yaklaşan mesleki kariyerimdeki en özel bölüm aslında Naim ve onun sonrasındaki haltere aittir.. Naim’in ay-yıldızlı forma altındaki ilk yarışması 1988 yılında Cardiff’deki Avrupa Şampiyonası’dır, son yarışması ise Sydney 2000 olimpiyatlarıdır. Her ikisini de yerinde izledim. Elbette sadece ikisini değil, Naim’in katıldığı tüm Avrupa ve Dünya Şampiyonaları ile 3 olimpiyatı da yerinde izleyen tek gazeteciyim. Onu ağırlıkları kaldırıp yüzümüzü güldürdüğünde baş tacı etmiştik, emeklilik döneminde ise bir kenara attık.. Vefasızlık Türk Sporu’nun klasik hastalıklarından biridir. Ne yazık ki en unutulmazını Naim’e yaşattık. Kırgın, küskün ve asıl önemlisi pişman olarak aramızdan ayrıldı. Ne acıdır ki, yaşarken telefonlarına çıkmayanlar, son iki gündür azılı Naimsever kesildiler. Dün hem Fatih Camii hem de Edirnekapı Mezarlığı bu sahte yüzlerden onlarcasını gördü...
Basına hoşgörülüydü
...Naim, her zaman spor medyasının
Daha ligin 11. haftası... Koskoca Fenerbahçe iflas bayrağını çekti... Bakalım bir ya da birden fazla sorumluluk üstlenen babayiğit çıkacak mı? Yoksa kaf dağının arkasındaki hedef için masal dinlemeye devam mı edeceğiz.
İyi başkan olabilirsiniz ama bu sizi büyük takım başkanı yapmaz.
İyi teknik direktör olabilirsiniz ama bu sizi büyük takım teknik direktörü yapmaz.
İyi yönetici olabilirsiniz ama bu sizi büyük takımın futbol şube sorumlusu yapmaz.
Büyüklük ifadelerle değil, büyüklük söylemlerle değil, büyüklük eylemlerle, büyüklük elde ettiğiniz sonuçlarla ortaya çıkar.
Büyük takım Fenerbahçe, kainatta buna kimsenin itirazı olmaz. Ama başkanından yöneticisine, hocasından oyuncusuna büyük takımın elemanları için aynı şey söylenemez.
Fenerbahçe Başkent Ankara’ya gidecek ve tribüne 2 bin 500 seyircisi gelecek; işte burada bile koskoca Fenerbahçe’nin ne hale geldiğini anlamak mümkün.
Ne ilk sekiz haftanın fırtına takımı Galatasaray ne de derbileri iyi oynamasıyla bildiğimiz Fenerbahçe ortaya kayda değer daha doğrusu dişe dokunur kaliteli futbol performansı koymayınca, sevimsiz ve üzülerek söylemeliyim ki Cüneyt Çakır’ın öne çıktığı bir derbi oldu.
Hem Tudor hem Aykut Kocaman kendi oyuncularını oynamak yerine önceliği rakibinin oyununu bozmaya, ilerde baskı yapmaya, boş alan bırakmamaya ve özellikle kanatları kapamaya verince zaten daha maçın başında kısır, tatsız tuzsuz bir derbi izleyeceğimiz net bir şekilde ortaya çıktı.
Aslında Tudor’un üçlü savunma tercihiyle kumara niyetlenmesi Fenerbahçelileri umutlandırmış olsa da Serdar Aziz’in beklenmedik sakatlığı ve Hırvat hocanın zorunlu olarak dörtlü savunmaya dönmesi o kumarı da ortadan kaldırdı. Kısacası eğri gemi doğru sefer oldu.
Genelde hakem yazmayı pek sevmem. Bu konuyu uzmanlarına bırakmayı tercih ederim. Ayrıca hakemlerin anlık kararlarının görüntü tekrarlarıyla doğru orantılı olmadığını düşünürüm ve bu açıdan hakemlere haksızlık yapıldığını savunurum... Bu görüşüm dünkü maç için de geçerli. Ne varki Cüneyt Çakır’ın maçın sonucunu etkileyen bir numaralı isim olduğunu söylemek asla yanlış olmaz. Cüneyt Çakır
Görünen o ki, hem Aykut Kocaman hem de Fenerbahçeli futbolcular Akhisar maçından çok önemli dersler çıkarmışlar... Dün o derslerin getirdiği değişiklikler sayesinde 70 dakika gözümüzün pasını silen, Kadıköylü Fenerbahçe gibi hücum oynayan, ilerde basan, sürekli atağı düşünen ve şaşırtıcı biçimde dikine oynayan bir takım seyrettik. Ozan’ı ilk defa bu kadar 8 numaraya yakıştırdık. O 70 dakika içinde Giuliano’nun neden Zenit’teyken sürekli Brezilya Milli Takımı’na davet edildiğini anladık. Neto’nun savunmadan çıkışlarda çok önemli bir oyuncu olduğunu net biçimde gördük. Tüm bunların sonucunda ilk yarıda üç tane gol atan bir o kadar da kaçıran Fenerbahçe seyrettik. Derbi öncesi moral yükleyen bir Aykut Kocaman’a da tanıklık ettik.
Skor, ilk 70 dakikadaki oyun, yine aynı süredeki tempo ve istekli görüntü alkışa değerdi. Ancak tüm bu olumlu görüntülerin yanında Aykut Kocaman’ın çok daha önemsemesi gereken defolar vardı. Bu defolar kesinlikle sonucu olmasa bile oyunu gölgede bırakacak nitelikteydi.
Dirar’ın dünkü 90 dakikanın en özel ve en verimli oyuncusu olduğuna dikkat çekip defolara geçelim.
Futbol oynamak isteyen, oyunu hiç çirkinleştirmeyen, sertliği aklından bile geçirmeyen
Igor Tudor’un kumarı Bursaspor karşısında az da olsa tuttu... Paul Le Guen erken gelen gol sonrası takımının geriye yaslanmasına ve kendi evinde kontratak oynamasına onay verince, Tudor’un kumarıyla birlikte şansı da devreye girdi.
Sezon başından beri kazanan ve bunu alışkanlık haline getiren takımı değiştirmemek son derece mantıklı bir uygulamaydı. Ama bu kadar yüksek özgüvenle ve bu kadar risk alarak oynamak Galatasaray için bile fazlaydı. İşte bu yüzden neredeyse maçın tamamında baskılı oynayan, rakibini hapseden Galatasaray olsa da daha çok pozisyon bulan, daha çok üreten Bursaspor’du.
Mariano ve Rodrigues sağ kulvarı olağanüstü iyi kullandılar. Bu kadar abartılı bir değerlendirme yapmamın nedeni bu ikilinin kendi çizgilerinden gelen hemen her atakta topu Bursaspor kalesine kadar taşımalarıydı. Belki final pası ve vuruşlarında becerikli değillerdi ama Bursaspor’u takım olarak yoran en önemli ikili onlardı.
İlginç olan 60. dakikadan sonra Tudor’un bu ikiliyi bozup Mariano’yu kenara alması, Rodrigues’i de savunmaya çekmesiydi. Aslında bu hamle Tudor’un 1-0 gerideyken net bir şekilde Le Guen’e rest çekmesiydi. Fransız hoca resti görmeyince de önce Feghouli, sonra Tolga fileleri
Aykut Kocaman’ın yıllardan beri Valbuena ısrarının nedenini artık iyice herkes anlamıştır sanırım. Fransız bücür, dün Alanya karşısında büyük bir futbol sergiledi. Attığı gol hem pozisyonun başlangıcı, hem de bitirilmesi açısından derslikti... Özgüveni yüksek, lider olduğunun farkında ve çoktan Fenerbahçe ile ilgili aidiyet duygusu zirve yapmış bile.
Valbuena’ya başta Giuliano olmak üzere Dirar, Mehmet Ekici, Ozan Tufan ve Souza gibi isimler destek verip, onun hızlı pas trafiğine ayak uydururlarsa çok farklı, sevimli ve asıl önemlisi Fenerbahçe taraftarının yıllardır görmek istediği takımı izlememiz mümkün olabilir... Kısacası Fenerbahçe’nin kilit ismi Valbuena, oynayıp oynatınca sarı-lacivertliler çok kritik bir galibiyete imza attılar.
Sezon başından bu yana orta sahaları bu kadar kolay geçilen hiçbir takım izlememiştik. Alanyaspor da, Fenerbahçe de her kalabalık geldiklerinde orta sahayı ellerini kollarını sallayarak katettiler. Fenerbahçe’nin oyuncuları daha becerikli ve daha tecrübeli oldukları için bu kolay orta saha geçişleri sonrasında gol şansları yüksek oldu. Hatırlatmakta fayda var, sarı-lacivertliler uzun bir aradan sonra gerçek bir golcü ile oynamanın avantajına da
Bu galibiyet kimseyi yanıltmasın. Fenerbahçe’de işler hiç ama hiç iyi gitmiyor. Isla bir tarafa Fenerbahçe’nin berbat bir savunması var. Valbuena bir tarafa, Fenerbahçe’nin korkak, tedirgin ve sadece yana pas yapan bir orta sahası var... Fenerbahçe’nin forveti zaten yok. Golünü de rakip kendi kalesine atıyor, anca o zaman golle tanışabiliyor.
İçler acısı durumun en güzel görüntüsü 90+4’teki oyuncu değişikliğidir. Gençlerbirliği uzatmalar dahil maçın bitmesine 10 dakika kala sahada 9 kişi kaldı. Fenerbahçe’nin kalan bu sürede pozisyon üstüne pozisyon bulması, gol sayısını artırması beklenirken yaşanan tam tersiydi. Sanki eksik olan sarı-lacivertliler... Akın akın gelen, sürekli hücum düşünen ise Gençlerbirliği. Öyle ki 90+4’te Aykut hoca artık bu takımdan ayrılmasına kesin gözüyle bakılan Souza’yı savunma yapsın, hava topu alsın diye oyuna sokuyor. Gerçekten Fenerbahçe’nin şu andaki görüntüsü içler acısı noktasında...
Bu takım düzelir mi?
Elbette düzelir. Önce en az üç takviye, sonra küçük düzeltmeler, ardından da (ki en önemlisi bu) sistem değişikliğine ihtiyaç var. Sistem değişikliği derken, öyle şu sayıdan bu sayıya geçmek değil, benim kastettiğim Aykut hocanın artık saplantı
İlk maçı 2-0 kaybetmişsin. Turu geçebilmen için üç gole ihtiyacın var ve gol de yememen gerekiyor. Normal futbol mantalitesi böyle durumlarda ‘Risk al’ der. Hiçbir kimse de, uleması, otoritesi, taraftarı ya da başkanı ‘Niye risk aldın?’ demez, aksine zorunluluktan kaynaklanan bu duruma destek verir...
Fenerbahçe’nin ve doğal olarak Aykut Kocaman’ın alması gereken risk, çok hücumcuyla oynamak. İki santrfor, arkadan üçlü-dörtlü destek... Şimdi siz ‘Fenerbahçe’de bırak çift santrforu yarım santrfor bile yok’ diyebilirsiniz ama eldeki kırık döküklerden bile, hücum yapan bir takım oluşturmak mümkün. Ama gördük ki Aykut Hoca’nın aklından hiç böyle bir şey geçmemiş. Bildiğiniz o klasik kontrollü oyunu oynayacak, aman top bizde kalsın diyecek kadroyu sahaya sürmüş.
İddia ediyorum Souza kart cezalısı olmasaydı Aykut Hoca bu kontrollü oyun saplantısı yüzünden, yemeden üç gol bulmak durumunda olduğu bu maça Topal-Souza ikilisiyle çıkardı...
Yazık, gerçekten çok yazık. Onca emeğe, onca harcanan paraya, asıl önemlisi, zar zor tribüne getirilen hem de yıllardan sonra getirilebilen taraftara. Şimdi yeniden bu taraftarı nasıl heyecanlandıracaklar, nasıl tribüne çekecekler çok merak ediyorum.
Gelelim