Hakem eleştirisiyle yazıya başlamak pek adetim değildir. Futbolcuların maçın kaderini belirlediğini düşünür ve umutla beklerim. Öne çıkanlar oynayanlar olmalıdır, oynatmayanlar değil. Ne yazık ki dün Bahattin Şimşek ve elbette VAR odası maçın önüne geçtiler. Maçın hemen başında Gustavo’ya çıkmayan kırmızı kart, Başakşehir tarafına kolayca çıktı. Fenerbahçe’nin verilmeyen penaltısını da unutmayalım. İstediğiniz kadar MHK’ları değiştirin, kafalar değişmedikçe hiçbir şey olmaz..
Eli kulağında, ligin ilk yarısı bitti, bitecek… Ve koskoca şampiyonluk adayı Fenerbahçe’nin henüz bir oyun şablonu, daha doğrusu bir sistemi yok. Erol Bulut neredeyse üç maçta bir yeni diziliş deniyor. Hem de rakiplerin oyun yapısını hiç dikkate almayarak… Son örnek ağır tokat yenilen Gaziantep maçından da ders almamış olacak ki, Başakşehir’e karşı çift forvetle çıktı…
İnanılmaz değil mi… Pas oyununu ligimizde en iyi uygulayan, en kompakt takıma karşı 4-4-2 (zaman zaman 4-2-4) oynamak,
Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü Erol Bulut’a bir gömlek büyük duruyor. Hem oyuncu tercihleri, hem uygulatmak istediği ama oyuncuların reaksiyon gösterdiği sistemi, hem de transferlerdeki otoritesi beni bu düşünceye yöneltti.
Ama en çok yaptığı şu son açıklama haklılığımı ortaya koyuyor... Erol hoca diyor ki, ”Şu anda 23 puandayız, sezon başında sorsalar 11. Haftada 23 puana kimse hayır demezdi”... Yani bulunduğu yerden memnun. Cömertçe kaybedilen puanlardan, sergilenen kötü futboldan memnun..
Oysa Fenerbahçe gibi büyük camiaların ne hocası, ne de futbolcusu bulundukları yeri hiçbir zaman yeterli görmezler. Büyüklük ve şampiyonluk hedefinin gereğidir bu... Fenerbahçe forması giymiş Bulut’un bu yazılı olmayan kuralı bilmemesine imkan yok…
Erol hoca aynı açıklamalarında kendisini eleştirenlere de “futboldan ne kadar anlıyorlar ki” diye göndermede bulunmuş…
Şimdi ben o futboldan anlamayanlardan biri olarak soruyorum; “Aylardır forma giymemiş sağ ayaklı Sadık’ı hangi mantıkla
Sezon başındaki bir planlama hatası nelere mâl oldu Fenerbahçe için haftalardır bunu görüyoruz. Sol tarafa alınacak ismin illa Kolarov olması gerekmez, Zanka ve Adil Rami gibi tank transfer etmek yerine adı sanı belli olmayan, ama kesinlikle sakatlığı bulunmayan ve orjini sol bek herhangi bir oyuncu kadroya dahil edilse başka bir Fenerbahçe’den bahsedebilirdik diye düşünüyorum. Elbette bu maçın genelinde Fenerbahçe ile ilgili başka değerlendirmelerim de var. Ama öncelikle yiğidin hakkını verelim.
Rıza Çalımbay ve Mecnun Odyakmaz, bu iki isim Türk futbolunun gerçekten çilekeş isimleridir. Erken bir yaşta futbolu bırakan ve dün 500. maçına teknik direktör şapkasıyla çıkan Çalımbay gerçekçi konuşalım bugüne kadar emeğinin karşılığını alamamış hocaların başında gelir. Umarım Sivas ile şampiyonluğa ulaşır ve başka bir apolet sahibi olarak İstanbul’da onu bir türlü kabullenemeyenlere en güzel yanıtı verir. Mecnun başkan ise bu takım için hapis bile yattı. İki kere şampiyonluğun ucundan döndü. Şimdi
Arka arkaya gelen üç kritik sakatlık (Kruse, Vedat, Mevlüt) bize gösterdi ki, Fenerbahçe’nin kadro mühendisliği sorunu artık zirve yapmıştır... Ve aynı zamanda Ersun Yanal’ın dünkü başlangıç on biri bu büyük sorunun tetikleyicisi olmuştur... Daha yazının ilk satırında bir durum tespiti yapmak da aslında farz oldu. Fenerbahçe gibi hedefi olan büyük takımlarda mazisini arayan oyunculara pek yer olmaz. Motivasyon ve özellikle de aidiyet güçlüğü çeken bu tür oyunculardan medet ummak bir futbol mucizesi gerektirir ki, Fenerbahçe’de bu tür oyuncularla gelen bir mucizeye tanıklığımız söz konusu değil...
Mazisini arayan bu iki isim tahmin edeceğiniz gibi Alper ile Moses. Ne yazık ki, ikisi de en fazla antrenman futbolcusu olabilir. Alper, neredeyse tüm melekelerini yitirmiş. Boş koşular yapıyor ama bir o kadar boş işler de yapıyor. Fizik gücü sıfır seviyelerinde, neredeyse tüm ikili mücadeleleri kaybetti, oyun okuma becerisini de yitirmiş. Deniz ve Rodriguez kenarda dururken Ersun hoca forvet olarak onu nasıl tercih
Fenerbahçe adına Denizli deplasmanından gelen bu galibiyet çok ama çok önemli... Biraz abartılı olabilir tespitim belki, ama adeta “yeniden doğuş” maçıydı sarı-lacivertliler için...O nedenledir ki dün Fenerbahçe’de sıklıkla eller, ayaklara dolaştı, organize olmak, set oynamak, topu kontrol etmek unutuldu. Futbol kalitesi yerlerde süründü...Ama hedef 3 puandı, ona da ulaşıldı...Zaten güzel futbolu kim ne yapsın ki?
Haftalardır eksikliği çok net bir biçimde hissedilen iki oyuncu dün ilk onbirdeydi. Hasan Ali Kaldırım ve Garry Rodrigues maç eksiği olmasına karşın galibiyette kritik rol üstlendi. “Oynasa takımını bir kademe yukarı taşır” denilen Garry Rodrigues’in Fenerbahçe’ye hız ve tempo kazandırdığını dün Denizli’de çok net biçimde gördük. Rodrigues, elbette öyle sürekli bir tempo yapamadı ama takımının rakip alanda eskiye oranla daha çok kalmasını sağlayan en önemli isimdi.
Hasan Ali ise daha yorgun görünmesine karşın, savunma güvenliği açısından
Galatasaray Başkan Yardımcısı Yusuf Günay, dün “Zorunlu Açıklama” başlığı altında yapmış olduğu yazılı açıklama ile doğru haberin kalesi olan Milliyet Spor’u da hedef alınca, bizim için de bir “zorunlu açıklama” yapmak farz oldu.
Önce, dün Milliyet Spor’un “Divan-ı Harp” başlığıyla manşetinde yer alan ve Sayın Günay’ın “servis edildi” dediği habere bir bakalım...
Galatasaray kafilesi, 3-2 kazandığı Kayseri deplasmanından dönüyor. Yolculuk öncesi Günay ile sohbete başlayan Fatih Terim, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile yaşadıkları gerilime dikkat çekip, “Bizim stadın içinde Koç Grubu’na ait Divan Restoran var. Neden hâlâ çalıştırıyorsunuz” diye soruyor, Yusuf bey, “Devam eden bir sözleşmemiz” var deyince de, Terim, “Tazminatını verin feshedin, paranız yoksa ben öderim” şeklinde tepki koyuyor.
Bu son derece ilginç ve özel haberi ilk olarak meslektaşım Gökhan Dinç geçtiğimiz pazar günü, TV360’da Haluk
Bu beklenmedik beraberliğe birden fazla gerekçe bulabiliriz. Örneğin, “Fatih Terim’in sürpriz rotasyonu takımın dengelerini bozdu” diyebiliriz. Ya da, “Terim ve ekibinin cezalı oluşları, otorite boşluğu yarattı, organizasyon bozuldu” şeklinde değerlendirme de yapabiliriz. Hatta, bu denli kaliteli ve tecrübeli kadroya rağmen “Şampiyonlar Ligi yorgunluğunu üzerlerinden atamamışlar” diye abartılı bir yorumda bile bulunabiliriz. Ve bunlar gibi başka nedenler sıralamak da mümkün...
Ama gerçek bir tane... O da, Galatasaray’ın iyi takım olmasına karşın iyi futbolu henüz oynamıyor olması...
Sarı-kırmızılı ekibin, “Bunu ben de atarım” türünden çok sayıda goller kaçırması kimseyi aldatmasın. Malatya maçına çıkmadan Fenerbahçe maçıyla yatıp-kalkan lidersiz takımın “şuursuz” olması son derece doğal değil mi?
Gerçekçi konuşalım, Fatih Terim’in kenarda olmadığı her maçta Galatasaray saha içi organizasyonda sorun yaşıyor. Dünkü Malatya maçı bu tespit için harika bir
Ligin 4. haftası oynanıyor ama, dünkü Alanyaspor maçı sezonun tamamına yetecek kadar Fenerbahçe ile ilgili defoları ortaya çıkardı. İlk 3 haftadaki heyecanlı, keyif veren futbolun karşılığında Emre Belözoğlu isminin yazdığı çok net görüldü. Dün Emre’nin yokluğu, Fenerbahçe’nin Alanya karşısındaki yokluğuyla eş değerdi. Maçın neredeyse tamamında dikine oynayamayan, savunma yapma konusunda beceriksizler mangasını andıran, topu ileri taşıma çabasında ise komik durumlara düşen bir Fenerbahçe izledik. Yenilen üç gol, üçünde de çok büyük savunma hataları.
Ersun Yanal’ın neden ısrarla bir sol bek istediğini dün çok net bir şekilde Kolorov’a yaşlı diye itiraz eden Fenerebahçeli yöneticiler sanırım anlamışlardır. Doğru bir sol bek Dirar’ı gerçek yerine taşır, Ozan’ı da zorunlu sağ bek pozisyonundan çıkarırdı. Ozan’ın bölgesi dün tam anlamıyla koridor oldu. Alanyaspor baskıyı da, hücumu da öncelikle Ozan’ın alanına yığdı. Alanyaspor burada