Seyirci tribünde, Fenerbahçe de takım olarak sahada maça iyi başlamışlardı. Oyunun kontrolü sarı-lacivertli takımda gibi görünürken, Samet'in o inanılmaz hatası tüm geceyi berbat etti... Futbolda kabul edilebilir hatalar, şanssızlıklar, sürprizler çoktur. Samet'in bu hatasını da bu kategorilerden birine koymamız mümkün ama ne var ki kendisinin geçmişinde benzer hatalardan çok var ve bunların sonucunda kaybedilen puanlar bulunuyor. İşte bu durum dünkü hatayı üzülerek söylemeliyim ki, affedilemez hatalar kategorisine sokuyor.
İşte bu hatanın sonrasında önce seyirci oyundan düştü, maçı bıraktı, desteği tamamen unuttu, başka bir moda girdi. Taraftarın olumsuz tavrı doğal olarak takımı da etkiledi. Top kayıpları ve düzensiz oyun stratejisi 44. dakikada ikinci golü de getirince İspanyollar ummadıkları kadar rahat bir şekilde, fişi erken çektiler.
Tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu yıl da Fred'li ve Fred'siz oyunun getirilerini konuşmaya başlıyoruz. Brezilyalı oyuncu bu sezon her ne kadar ligde beklenenin çok gerisinde kalsa da, iddia
Bu maçın başrol oyuncusu kesinlikle Beşiktaş seyircisidir. Kulüp tarihi bir kaos içindeyken takım arka arkaya kötü sonuçlar alıp Hollandalı hocasını kaybetmişken bir Fenerbahçe derbisinin anlamını çok iyi bilen siyah-beyazlıların olağanüstü taraftarı tedirgin takımını önce normal seviyesine çekti, ardından da Fenerbahçe’yi rahatlıkla yenebileceklerini onlara hissettirdi. Bu taraftar alkışın en büyüğünü yerden göğe kadar hak ediyorlar. Helal olsun onlara...
Beşiktaş’ın galibiyetindeki bir diğer önemli aktör ise Serdar Topraktepe’ydi. Kırgınları, küskünleri tekrar bu takımın oyuncusu yapan Topraktepe hem Fenerbahçe’yi çok iyi çalışmış hem de mecburiyetten başına geçtiği kendi takımını... Serdar hoca dünyaca ünlü meslektaşını önce uyuttu, sonra da kapıya kadar yolcu etti.
Aslında maçın Beşiktaş taraftarı kadar özel ve Türk futbolu için de çok güzel bir aktörü daha vardı. O da karşılaşmanın hakemi Mehmet Türkmen’di. Yönetimi, saha
Fenerbahçe’nin önce Sivasspor ardından da Zenit maçlarındaki bol gollü ve hücumu düşünen görüntüsü “Mourinho acaba format değişikliğine mi gidiyor?” sorusunu gündeme getirmişti... Dünkü 6-2’lik Kayseri galibiyeti bu sorunun yanıtının net bir şekilde “evet” olduğunu kanıtladı bize... Jose Mourinho attığını koruyan bir Fenerbahçe’den vazgeçmiş, gol üstüne gol kovalayan, “önce savunma değil hücumu yapayım, savunma nasılsa gelir” diyen bir “yapıyı” planlarının birinci sırasına koymuş. Umarım genlerinde hücum futbolu felsefesini taşıyan Fenerbahçe’yi hep böyle izleriz.
Dünkü gibi farklı galibiyetler, hele bu galibiyet deplasmanda elde edilmişse bir çok defonun halının altına süpürülmesine neden olur. Yenilen iki gol ve özellikle savunma bloğundaki anlaşmazlıklar unutulur gider. Oysa hedefleri büyük olan takımlarda kazanırken de ders almak asli görevlerden biridir. Kısacası dünkü görkemli galibiyette aslında asla gözardı
Çantada keklik gibi görünen, “mutlaka kazanırız” kategori- sine sokulan, ama aslında “son derece kritik” maç statüsüne alınması gereken bir karşılaşmayı kaybedince, doğal olarak Vincenzo Montella bir anda eleştirilerin hedefi haline geldi.
Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında yere göğe sığdıramadığımız Montella’yı duvardan duvara vuran da, “hemen istifa etsin” diyen de, “ben zaten bu İtalyan’dan ümidim yoktu” söyleminde bulunan da var. Sabır öneren, gerçekçi eleştiriler yapanların “Montella sevici” ilan edildiği bir ortamda, İtalyan hocanın performansını bir yol kazası gibi algılamak aslında hayalcilik. Ama bugüne kadar elde ettiği başarıların karşılığında da gerçekçi bir eleştiriyi hak ettiği yadsınamaz bir durum.
Sonuçta çok önemli bir maç kaybettik. Yitirilen bu grup liderliği sonrası ben Montella’nın sadece, “Felsefemle ters düşerim. Bu nedenle fizik kapasitesi tercih etmedim” söylemini eleştirenlerden biriyim. Hiçbir takım ve hiçbir teknik direktör
AZ Alkmaar maçı sonrası Jose Mourinho açıklamaları, bu maç için radikal kararlar alacağına işaret ediyordu... Mert Hakan Yandaş ve Samet Akaydın tercihleri işte o radikal kararların net karşılığıydı ve Mourinho yaptığı bu değişikliklerden de sanırım hiç pişman olmamıştır.
Mert Hakan Yandaş gecenin en iyisiydi. 70 dakikalık fizik gücü vardı ve tamamını olağanüstü seviyede kullandı. Mert Hakan’ın futbol oynamayı özlediği belli. Böyle oynasın, saha içinde kalsın, takımına sağladığı katkılarla alkışlansın yeter. O zaman Türk futbolu onu olması gerektiği yere rahatlıkla oturtur.
Samet Akaydın müthiş bir alkışı hak ediyor. Montella’nın ondaki ısrarını sanırım dün herkes anlamıştır. Haftalardır forma bekliyor. Herkes oynuyorken, o seyrediyor. Sonra en kritik maçta, ‘gel sorumluluk al’ deniyor, o da taşın altına elini koyup hem gol atıyor hem de müthiş savunma performansı sergiliyor. Doğal olarak takdirin en büyüğünü hak ediyor.
Ve elbette Amrabat… Geldiğinden beri kırk yıllık Fenerbahçeli gibi oynuyor. İstisnasız forma giydiği her
Bir hazırlık maçından halliceydi... Saman alevi misali ilk yarıda 3-4 pozisyon, kaleci hatasından gelen bir gol. İkinci yarının hemen başında önde baskıdan doğan pozisyon sonrasında bir Dzeko golü, üstüne bir de Amrabat performansı, hepsi o kadar... Çok sayıda kaçan fırsat var, ve ne ilginçtir ki cömertçe harcanan o fırsatların hepsinde Fenerbahçe seviyesindeki bir takımın oyuncularına yakışmayacak beceriksiz vuruşlar izledik.
Aslında ilk yetmiş dakika Mourinho’nun istediğine yakın bir futbol oynadı Fenerbahçe; gösterişsiz ama galibiyet getirecek tempoydu sahada sergilenen. Taraftarın geçen sezonki performansını dört gözle beklediği İrfan Can, sol bek performansı çok merak edilen Kostic, uzunca bir süredir formasından uzak kalan İsmail Yüksek ve ilk 11’de başlayan En Nesyri hepimizin en çok merak ettiği isimlerdi. En Nesyri gol atarak hocasını mahcup etmedi. Kostic de ‘idare eder’ seviyede oynadı ama İrfan ve İsmail bildiğimiz performanslarından ve elbette heyecanlarından çok uzaktılar. Özellikle İsmail, onda görmeye
Bir soru ile başlayalım yazıya. Yıldızlarla dolu bir takım nasıl bu kadar ağır oynayabilir? Devam edelim... Dünyanın en iyi hocalarından dediğimiz Jose Mourinho bu oyuna nasıl sahip çıkabilir?
Koskoca 90 dakikada oyuncu değişikliklerinin yapıldığı an ile sonrasındaki 5 dakikada hızlıya yakın bir futbol oynayan Fenerbahçe organize bir gol buldu. Zaten tek organize atağı da buydu. Sezon başından beri sarı-lacivertli ekip maçların ilk 45 dakikasını çöpe atıyor. Gol atmış olsalar bile ortaya koydukları futbol içler acısı. Geri vitese takılı kalmış yıllar öncesinin Anadol marka otomobili gibiler.
Ayakta duramıyorlar, tam tempo yapacakları an geriye pas verme sevdasına kapılıyorlar. En önemlisi topla çıkmayı beceremiyorlar. Avrupa’da oynarken kale önünden pasla çıkışın kitabını yazan Fred, Amrabat ile oynadığı sürede Çağlar ve maçın tamamında Djiku acemiler mangası gibi davrandılar. Açık söylemek lazım saha kenarına iki Mourinho da getirseniz bu takıma Kovacic’i de alsanız ya da onun benzerlerini transfer etseniz yine ortaya sonuç alacak takım
Futbolun bir sonuç oyunu olduğunu bilmeyeniniz yoktur. Kötü oyun üç puan getiriyorsa “bu maç bitti amacımıza ulaştık, yenisine bakalım” değerlendirmesi hep karşımıza çıkar... Dün Fenerbahçe’nin ortaya koyduğu futbol bu gerçeğin net bir karşılığıydı. Sarı-lacivertli ekip, seyircisinin önünde acemiler mangası gibiydi. İki gol attı ama ilki duran toptandı, ikincisini rakip kendi kalesine gönderdi. Hani bir tabir vardır, “Ölüp, ölüp dirilmek” diye... İşte Fenerbahçe’nin dün gece yaşadığı da tam buydu. Tamam; Avrupa yolculuğuna üç puanla başlamak gayet güzel... Hele ağır Galatasaray yenilgisinden sonra bu başarıyı elde etmek çok daha önemli. Boşalan moral depoları bir parça doldu. Lige seyirciyle dönmek yeniden mümkün kılındı. Ama şurası bir gerçek, tatsız tuzsuz, tedirgin eden oyun hiç bir Fenerbahçelinin yarınlara umutla bakmasını sağlamıyor.
Şimdi gelelim Jose Mourinho’nun Fenerbahçesinin defolarına... Başta dünün en iyisi olan Livakovic olmak