Bir dolar telaşıdır aldı başını gidiyor. Dolar kuru 4 lirayı aşarak 4.5 TL’ye vurdu. ABD’de faizlerin (10 yıllık Hazine tahvilleri) 4 yıldan bu yana istikrarlı yükselerek yüzde 3’ü aştığı bir süreçte bizim gibi gelişmekte olan ülke olarak anılan ekonomilerden para çıkışı doğal. Bu ligin içinde yer alan ve dersini yapmakta geç kalan ülkelerin en büyük problemi güçlenen dolar. Bu yolda yalnız değiliz; Rusya, Arjantin, Brezilya, Güney Afrika ve dahası... Tüm bu ülkelerin para birimleri bir süredir değer kaybediyor.
İçerideki karmaşayı ve yaşananları bir kenara bırakırsak, bu çıkışın yaşanacağını planlayarak bugünlere hazırlananların oldukça kârlı durumda olduğu söylenebilir. Hazırlık yapmayanlar için ise yeni bir plan şart.
“Faiz insin. Yok canım daha da artsın” tartışmalarıyla geçen aylar, yılların ardından buralara geldik. Faiz ve doların gözü yükseklerde. Enflasyon çift hane. Olan oldu! Şimdi önümüze bakalım... Yanıtı aranan soru belli; “Peki ne yapmalıyız?”
Herkesin merak ettiği konu işte bu.
Bir bilen diyor ki!
Piyasanın bir bileni ile konuştuğumda aldığım yanıt net: “Türk ekonomisi tek elden yönetildiğini güçlü bir şekilde ispat etmeli. Bunun da yolu ekonomide tek ses çıkmasından
Dünya gergin, “gelişmekte olan ülkeler” daha da gergin, adeta yay gibiyiz... Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bu ligin üyesi ülkelerin para birimlerindeki değer kaybı son dönemde ciddi boyutlara ulaşmış durumda. “Dolarizasyon”a dayalı ekonomilerin şu sıralar hiç şüphesiz en büyük problemi ABD Başkanı Donald Trump’ın izlediği politikalarla güçlenen “dolar”...
Üstelik Türkiye bir yandan bu güçlü dolar belasıyla uğraşırken diğer taraftan da Suriye’deki askeri operasyon ve seçim sürpriziyle karşı karşıya. Tüm bunlar bir araya gelince de ülke olarak enflasyona ve yüksek faize karşı planladığımız uzun vadeli projeksiyonlar şimdilik havada kalıyor.
Umudumuz hızla ayaklarımızın yere sağlam basması ve gerek yurtdışı gerekse yerli yatırımcı tarafında, yakın geçmişte arkamıza aldığımız güçlü rüzgarın yeniden esmesi...
Farklı görüşler var
Dünyada ve Türkiye’de bunlar yaşanırken, ülkemizde başını büyük grupların çektiği bir yapılandırma rüzgarı moda oldu. Farklı hesaplarla -hesapsız kitapsız demek diğer büyük gruplara ayıp olur- çıktıkları yolculukta bankalarla milyar dolarlık kredi ilişkilerinde sorun yaşayan bazı holdingler avantajlı yapılandırma planlarının peşinde koşuyor. İstekleri gayet
İş dünyasının gündemi şu sıralar çok yoğun. Yay gibi gergin piyasada iş yapmanın incelikleriyle uğraşan iş alemi, bir yandan erken seçim ve sonrası için planlarını yaparken, diğer taraftan kendi seçim telaşına düşmüş durumda. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’ndeki (TİM) Başkanlık seçimlerinden bahsediyorum.
Ülke genelinde TOBB’a bağlı tüm oda ve borsaların seçimleri nisan ayıyla birlikte tamamlandı. Tüm başkanlar seçildi ama her şey bitmedi. Şimdi TOBB’un Başkanlık koltuğu için seçim yapılması lazım. Yasal olarak zamanlama bu ay (mayıs) olarak görünüyor. Ancak ortada büyük bir sessizlik hakim. Seçim takvimi hâlâ açıklanmış değil.
Bu ortamda yılların Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu adaylığını açıklamadı. Kendi seçimlerini kazanan etkili oda başkanlarından da şimdilik bu koltuk için adaylığını duyuran bir isim yok.
Adaylar pek sessiz
Sessizliğe bakıp da “Bu seçim yapılacak mı, yapılmayacak mı?” diye düşünenlere verilecek yanıt tarafında ağırlık “Yüzde 51 erteleme olmayacak” noktasında. Çoğunluk “seçim yapılacak” dediğine göre, TOBB Başkanlığı için en güçlü aday kim olacak?
TOBB’a delegeler seçildi. Dolayısıyla Başkanlık seçimi için oy verecek isimler
Türkiye’de konut sektörü bir ilki yaşıyor. Açık anlatımla arz (konut üretimi) talebin (ihtiyacın) üzerinde.
Aslında bu durum Türkiye için çok da büyütülecek bir konu değil. Çünkü gerek ‘genç nüfus’, gerek ‘büyüyen ekonomi’ gerekse ‘evlenme ve boşanma rakamları’ konuta olan ilginin ülkemizde sürekliliğini sağlıyor.
Bunların üstüne bir de “Paran olsa ne yaparsın?” denildiğinde gelen yanıtın “Ev alırım” olması hali eklenince gayrimenkul Türkiye için kale gibi sektör olarak karşımıza çıkıyor.
Peki zaman zaman “Konutta balon mu var?” sorusunun tartışılmasına da yol açan, arzın mevcut talebin üzerinde olmasının (evlerin satış hızının azalmasının) nedeni ne?
Gayrimenkul sektörünün markalı üreticileri işini iyi yapanın hâlâ kazandığı görüşünde birleşiyor. Ancak markalı üreticiler toplam pazarın çok küçük bölümü. Diğer tüm müteahhitleri işin içine aldığımızda satışlarda ciddi durgunluk olduğu bir gerçek.
Sermaye ve arz sınırı
Bu noktada, geçtiğimiz aylarda “Sektöre hem sermaye hem arz sınırı gerek” çıkışına imza atan Nef’in İcra Kurulu Başkanı Erden Timur’un görüşünü bir kez daha hatırlatmakta fayda var; “Gayrimenkul sektörünün sürdürülebilir olması gerekiyor. Bu yüzden her isteyen konut projesi
Türk ekonomisi 24 Haziran’a kadar sürecek “erken seçim” maratonuna girdi. Bundan 10 gün önce iş dünyasında kime sorsanız “Hadi canım ne erken seçimi, imkânı ihtimali yok” derdi. Şimdi hemen herkes “Beklenen bir durumdu” diyor.
Kim ne derse desin bu seçim “sürpriz” oldu. İş alemi için de beklenen bir gelişme değildi. Olan oldu... Şimdi kafalardaki soru şu; “Erken seçimin ekonomiye etkisi ne olacak?”
Buna yanıt bulmak için iş dünyasından görüştüğüm isimler şunun altını net bir dille çiziyor; “Erken seçimin erken açıklanmasına çok sevindik!..” Bu mutluluğun altında yatan sebep “erken seçimin gecikmeyecek olması.”
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin işaret ettiği tarih olan 26 Ağustos veya eylül-kasım arası yapılacak bir seçimin işleri ciddi anlamda duraklatma ihtimali, 24 Haziran noktasında iş aleminin rahatlamasına yol açtı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürpriz yaparak erken seçim tarihini 24 Haziran olarak açıklaması, dolayısıyla kısa bir zaman diliminde bu işlerin bitirilecek olması, yeniden gündemin ekonomiye dönülmesi ihtimalini kuvvetlendiriyor.
Erken seçim tarihinin uzaması halinde ekonomide patinajlı bir sürece girilmesi iş dünyasının 24 Haziran’a ısınmasındaki etken olarak görülüyor.
‘Yatırı
İyimser olmak. Kötümser olmak.
Pesimist olmak. Optimist olmak.
Bardağın dolu tarafına bakmak. Bardağın boş tarafını görmek.
Dolara hücum sonrası döviz kurunun yukarı doğru oynaklığı, dev Türk grupların borçlarını uzun vadeye yayma ve yapılandırma iştahının kabarması, Suriye ekseninde ABD-Rusya çekişmesiyle ortaya çıkan kıyamet senaryoları...
Tüm bu gelişmeler ve dahası karamsar olanların hanesine son dönemde hep artı yazıyor.
İyi düşün, iyi olsun
Bardağın sürekli boş tarafına bakanlara elbette diyecek lafımız yok. Duruma göre pozisyon almak, çıkarını korumak herkesin hakkı. Ancak bu söylemlerden sıkılanlar için söyleyeceğimiz enerji artırıcı birkaç söz, aktaracağımız birkaç anektod var. Lüks otelciliğin efsane markası Four Seasons’ın kurucusu ve CEO’su 86 yaşındaki “Isadore Sharp” ile başlayalım... Lüksün duayen ismi ile Kasım 2017’de İstanbul ziyaretinde Boğaz’da bir araya gelmiştik.
İnternet devi Facebook, “rakiplerini yok etme” ve “yüksek kâr elde etme” hırsı yüzünden milyarlarca kullanıcısının kişisel bilgilerini hoyratça kullanınca tüm dünyada hedef tahtasında.
Mark Zuckerberg ile ekibi yaşanan bu kötü olayı unutturmanın yollarını ararken, şirket, kişisel bilgilerin gizliliği ve güvenliği noktasında art arda değişikliklere imza atıyor.
Dahi çocuk Zuckerberg kırmızı ışıkta geçerken yakalandı ama bu yolda yalnız gitmediği de ortada.
Yeni ekonominin baronları Google ile Facebook reklam pazarından elde ettikleri milyarlarca doların üzerine yeni milyarlar eklemek için var gücüyle yarışta. YouTube ile Instagram’ın da sahibi olan ve adeta birbirleri dışında rakip tanımıyan bu ikili tüm dünyada dijital reklam pastasının büyük bölümünü afiyetle mideye indiriyor. Üstelik iştahları hiç kesilmeden!
Gözü kapalı harcıyorlar!
İşin bir başka boyutu daha var. Google ile Facebook kullanıcı bilgilerini kârlarını katlamak için kullanırken, acaba Türkiye’deki reklamveren şirketler ne yapıyor? Piyasanın etkili oyuncularından birinin yorumuyla, uzatmadan hemen söyleyelim, “Gözleri kapalı, alternatif bile bakmaksızın Google ile Facebook’a dağıtıyorlar...”
Türkiye’de iş yapan e-ticaret v
Uluslararası politika ve ekonomide, baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Rusya ile İngiltere’nin çekişmesi tüm Batı dünyasına sıçradı. Karşılıklı diplomatların ülkelerden gönderilmesi “Yeni bir soğuk savaş mı başlıyor?” diye sorulmasına neden oldu.
ABD Başkanı Trump’ın Çin mallarına vergi üstüne vergi koyması, Çin’in bu duruma karşılık vereceğini açıklaması “Ticaret savaşları mı başlıyor?” sorusunu beraberinde getirdi.
Bizim de dahil olduğumuz Suriye sorunu ise Rusya ve Amerika’nın çekişmesiyle şekilleniyor. Günümüzün öne çıkan aktörleri ABD, Rusya ve Çin arasındaki ekonomik ve politik manevralarla yeni bir dünya düzeni bizleri bekliyor.
İnönü’nün meşhur lafında dediği gibi; “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini bulur.”
Bu yeni dünyayı Türkiye olarak iyi anlamamız ve stratejimizi iyi kurmamız lazım. Bugünü ve geleceği iyi anlamak için yapılabilecek olan en iyi şeylerden biri de tabii ki geçmişi ve tarihi anlamak.
Bu bir ilk değil...
Tüm dünyada best-seller olan İngiliz tarihçi Peter Frankopan imzalı “İpek Yolları” kitabı geçmişi ve geleceği anlamamız için bizlere ilginç bir perspektif sunuyor. Tarihe yeni bir bakış getirdiği için büyük övgülerle karşılanan bu kitabın