Beşiktaş ile gittiğim yurt dışı kamplarının en güzel tarafı sanki Dünya’dan bir süre tecrit edilmiş, ve cennetin kapısına bir adım yakınmış gibi durmanızdır. Yerküredeki kötülüklerden ve stresten uzaklaşmanıza neden olan bu kamp yerlerinden, kuş sesleri hiç eksik olmaz. İşiniz gereği futbolun içindesiniz ama, öyle bir ortamda kamp yapılıyor ki, kendimi İskandinav liglerinden birini takip ediyormuş gibi hissediyorum.
Huzur... Ne ülkemizde ne de futbolumuzda fazlaca yer almayan bir kavram/duygu. Halbuki hangi meslek, hangi ev hangi işyeri ve hangi ortam olursa olsun, huzurun olmadığı bir yerde, insan çok para kazansa bile, her geçen gün damarlarının tıkandığını fark etmez. Küçüklüğümde bir büyüğüm söylemişti: Büyüdüğünde; sana stres yaşatan kişileri, hayatından mutlaka çıkar. Gerçekten de öyle yapıyorum. Stres dışarı huzur içeri diyelim.
Kamp yerlerinin böylesine huzurlu olması elbette takımlara da çok iyi geliyor. Beşiktaş’ın kamp yaptığı Samorin kasabasındaki X-Bionic tesisleri, benim bugüne kadar gördüğüm en iyi kamp tesislerinden biri. Küçük bir olimpiyat köyü gibi sanki. Çevredeki ağaçların kokusu, rüzgarla burnumuza öyle bir geliyor ki, o an insanın beyninde yaşanan
“Fransa’da o kadar üzüm bağların var neden bu yaşta hala bu işi yapıyorsun” dediğimde “Çimin kokusunu alabiliyor musun?” diye yanıt vermişti. “İşte beni futboldan koparmayan tek şey bu çim kokusu” demişti. Futbolu para için değil, amatör olarak seviyordu. İdealistti... Hayata bakış açısı çok farklıydı. Ömrünü Mali’deki fakir çocuklara adamıştı. Evet onun adı tahmin ettiğiniz gibi Jean Tigana. Onunla yaptığım sohbetlerde kendi kendime hep şunu derdim: Karşındaki adam bir teknik direktör değil bir futbol şövalyesi.
Girişi Tigana ile yaptık ama hikayenin asıl kahramanı Guy Stephan... Peki kim bu Guy Stephan. Arjantin’i Dünya Kupası’nın dışına atan Fransa Teknik Direktörü Deschamps’ın yardımcısı. Aslında Deschamps onun yardımcısıdır. Bakmayın ikinci planda olduğuna. O Fransa’nın en önemli futbol akıllarından birisidir. Özellikle Afrika Kıtası’ndaki gençleri çok yakından takip eder. Tam bir yetenek avcısı ve futbol uleması. Arjantin maçında onu Deschamps’ın yanında gördüğümde böylesine bir futbol entelektüelini ülkemizde tutamadığımıza bir kez daha üzüldüm. Türkiye ile ne ilgisi var diye soracak olursanız; o Beşiktaş’ın Tigana döneminde, Fransız hocanın da yardımcısıydı. Tigana
Hiç unutmam, lise yıllarımın bir mahalle kavgasında, karşı mahalleye tek başıma gitmiştim. Beni bekleyen eli sopalı bir grup vardı. Bende ise sopayı geçtim elimde çakıltaşı bile yoktu. Amacım kavga olmadığı için sokak dilindeki gibi, emanetsiz gitmiştim karşı tarafa. Uzlaşmacı yanımı, en güçlü silah olarak kullanmıştım. O dönem John Lennon’un “Barışa bir şans verin” sloganı benim için çok anlamlıydı. Farklıydım mahallemin çocuklarından. Biraz hippi biraz tikiydim. Sokak çocuğu gibi görünmezdim. Ama o mahalle kavgasını, eli sopa tutmasını bilmeyen ben bitirmiştim.
Hikayeyi anlatmamın nedeni ise şu: Ali Koç’un, seçimi kazandıktan sonra yaptığı balkon konuşmasındaki duruşu, beni eskilere götürdü. Ali Koç seçilir seçilmez kendisini bir mahalle kavgasının tam ortasında buldu. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş semtleri arasındaki ezeli değil, son 20 senedeki gereksiz kavgayı bitirecek adam olabilir kendisi. Şükrü Saraçoğlu’ndaki balkon konuşmasına baktığımda, kendisi yüksekte olsa da, balkondaki oturuş tarzı, halkın içinde gibiydi. Kim diyebilirdi ki, Fenerbahçe’de bir halk devrimi olacak ve bu devrimi bu toprakların en zengin ailesine mensup birisi yapacak. Bu yaşıma kadar ben bir
Beşiktaş’ta, Mustafa Pektemek kadar baskı altında oynayan bir başka oyuncu yoktur sanırım. Mevcut kadroyu geçtim, Mustafa, siyah - beyazlı takımın tarihinde bile, bu kadar eleştiri bombardımanına hedef olmuş bir kaç oyuncudan biridir. Dünkü maçtaki tek golü atan Mustafa, sadece oynadığı futbolla değil, sakatlandığı için de eleştirilen bahtsız bir krampondur. Halbuki Mustafa Pektemek, geçen sezon, şampiyonluk şansını son haftalara kadar kovalayan lig ikincisinin önemli golcülerinden biriydi.
Bu durum şu acı gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpıyor: Futbol kültürümüzdeki evrim; henüz cilalı taş dönemini yaşıyor. Bursaspor maçında oyuna sonradan girdiğinde herkesi şaşırtan Mustafa, takıma yaptığı katkıyla teknik olarak geçer not almıştı. Takımın bir başka şanssız ismi ise Jeremaine Lens oldu. Direkten ve çizgiden çıkan gol arayışları, her ne kadar ağlarla buluşmasa da, teknik adamlar için gol pozisyonlarına girilmesi gol niteliği taşır. Bir oyuncu gol pozisyonlarına girebiliyorsa, mutlaka o özlediği gollere de kavuşacaktır. Tıpkı Vagner Love gibi. Brezilyalı’nın ilk kez onbirde yer aldığı Gençlerbirliği maçı, hem onun hem de Beşiktaş açısından önemli verilere sahipti. Bir devre arası
Önce şu durumu belirtmekte fayda var. Puan olarak baktığınızda geriye düşmüş bir Beşiktaş’ın, hem Ziraat Türkiye Kupası, hem lig ve hem de Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek olması, her takımın kaldırabileceği bir görev değil. Bu çerçeveye göre dünkü Gençlerbirliği maçına as ve yedeklerden kurulu bir onbir çıkartan teknik direktör Şenol Güneş, ilk maçta turu garantileme arzusu içerisindeydi. Şubat ayındaki yoğun fikstürü göz önünde bulunduran deneyimli hoca, haklı olarak ligdeki Bursaspor maçını da düşünerek bazı asları yanında oturttu.
Karşılaşmaya hızlı başlamasına rağmen ilk yarıyı 1-1 bitiren Beşiktaş, yedek kulübesindeki zenginliğini ikinci yarıya taşımasını bildi. Adriano-Talisca-Oğuzhan değişiklikleriyle fabrika ayarlarına geri dönen Kartal, sahadan turu garantileyebilecek bir skorla ayrıldı. Bu maçta öne çıkan en önemli detay ise Negredo’nun performansı oldu. Kendisinden mi yoksa sistemden mi kaynaklanıyor belli değil lakin, Vagner Love bu takımın birinci forveti olursa hiç şaşırmam.
Ziraat Türkiye Kupası’nda, Osmanlıspor ile rövanş maçını oynayan dünkü Beşiktaş, sizce Bundesliga ikincisi Leipzig’i Almanya’da yenebilir mi? Elbette hayır. Fakat Şampiyonlar Ligi’nde, Leipzig’i deplasmanda 2-1 yenen kadroya yakın bir onbir sahadaydı. Üstelik Almanya’daki maçta Pepe bile yoktu. Ama burada olmasına rağmen Beşiktaş, o günkü kadar etkili olamadı.
İlk maçın skor avantajı elbette dünkü kötü futbolun önemli nedenlerinden biridir fakat, Dünya’ya açılan bir Beşiktaş’ın, her maçında oyuncular önce istekli olmalı. Bu saatten sonra her siyah-beyazlı futbolcu “arkadaş ben Pasifik’ten Atlantik’e kadar bilinen bir takımın oyuncusuyum” diyebiliyor mu? Maçın adı, türü ve önemi hiç ölçü olmamalı. Eğer bütün Dünya’ya, “Ne olursan ol yine gel” diye mesaj gönderiliyorsa, futbolcular bu oyundan önce, büyük bir sorumluluk altında, zevk almaya bakmalı. Sen zevk al ki, izleyenler de senin gibi zevk alabilsin.
Özetleyecek olursak, karşılaşmanın son 20 dakikasında daha net pozisyonlara girmeye başlayan Beşiktaş, mağlup olmasına rağmen turu geçmesini bildi. Futbolda elbette yenilgiler vardır lakin bu işe de “bitse de gitsek” gibisinden bakılmaz!
Teşekkürler Cenk Tosun... Teşekkürler çünkü uzun bir süre sonra tüm Türkiye'yi yeniden ekran başına topladın. 62. dakikada hocan seni oyundan çıkardığında, eminim ülkenin yarısı kanal değiştirmiştir. Sadece Beşiktaşlısı değil, tüm renkler, Everton'un mavi-beyazında buluşmuş gibiydi. Sana nasihat vermeye hiç gerek yok. Arkanda böyle bir ailen olduktan sonra, çok daha iyi yerlere geleceksin. Daha ilk Premier maçında, oynadığın futbolla Everton taraftarlarına umut oldun. Haa unutuyordum az kalsın; hanginiz atarsanız atın, Babel ile yaptığın sevinci mutlaka Rooney ile yap. Bir iletişimci olarak adım gibi eminim, Ada basınının sayfalarına çok yakışacaksınız.
Tottenham-Everton maçına geçecek olursak, hiç kuşkusuz maçın açık ara favorisi Londra ekibiydi. Slaven Bilic zamanında İngiltere'ye gittiğimizde; seyrettiğimden daha iyi bir Tottenham vardı. O zamanlarda da Dier ve Kane gibi isimler oynuyordu lakin dünkü Tottenham, Everton'ın çıkmasına izin vermedi. Everton Teknik Direktörü Sam Allardyce, Rooney - Tosun ikilisine çok güveniyordu. Nitekim de haklı çünkü Rooney ile Cenk ikilisinin, Everton hücum hattını şimdiden renklendirdiği ortada.
Peki Everton neden 4-0 yenildi. Maç
Önce maçın hikayesine değinip, sonra başlığın içine gizlenmiş, soru işaretini ortaya çıkarırız. Kupadaki oynanan ilk maçta 9-0 biten Manisa maçı, Negredo için neyse, dünkü maç da Oğuzhan için oydu. Manisa maçında dört gol atan Negredo, o günden sonra özgüvenden tutun, takımın bir parçası olmaya kadar, önemli virajları geride bıraktı. Oğuzhan ise dün yaptığı asistler, verdiği ara paslarla, Mario Gomez döneminin Oğuzhan’ından enstantaneler sundu. Her ne kadar eksik kadro olsa da her ne kadar açık futbol oynamış olsa da, Osmanlıspor karşısında bu varyasyonları yapan Oğuzhan, ligin ikinci yarısında çok daha farklı bir oyun kimliğiyle geri dönüş yapabilir.
Demir Grup Sivasspor maçında Quaresma’yı şikayet eden Negredo ise deyim yerindeyse tam da istediği pasları aldı. Aslında Beşiktaş, Mario Gomez dönemindeki pas oyununa dönebilirse, Negredo da onun gibi milli takımına dönüş yapabilir.
Milli takım demişken, Dünya Kupası’nda, Portekiz formasını giymesi beklenen Pepe, Ziraat Türkiye Kupası’nı anlamlandıran en önemli isimlerden biri oldu. Yılbaşı tatilini ülkesinde geçirmek yerine, sevdiklerini buraya getiren Pepe’nin profesyonelliği, ülkemizin genç yerlileri için ders niteliğindeydi.