Önce Demir Grup Sivasspor maçına değinelim... Beşiktaş yine, kaybetmemesi gereken bir deplasmanda üç puan bıraktı. Şenol Güneş, Osmanlıspor maçını sadece farklı bir skorla değil güzel bir oyunla da kazanan kadroyu, dünkü maçta da bozmadı. Yanlış diyemeyiz fakat bu kadro, her maçın kadrosu olması halinde, yanında bazı riskleri de getirir. Türkiye sınırlarından girdiği günden beri, Talisca'nın çok üstün yeteneklere sahip olduğunu, hepimiz dile getirdik. Lakin çok azımız, Brezilyalı futbolcunun henüz takım oyunu oynayabilecek ve de takıma 10 numara katkı sağlayacak seviyede olmadığını belirttik. O varsa Beşiktaş 10 kişidir. Onun yanındaki Quaresma'nın da varlığı, zaman zaman mevcut kadroyu, 9 kişiye düşürmüşlüğü olmuştur. Bu durum Vodafone Park'taki maçlarda sırıtmayabilir ama zorluk derecesi yüksek deplasmanlarda 32 iki dişini birden gösterir. Osmanlıspor maçında, neredeyse tek ön liberolu sisteme sahip Başkent ekibinin gücü, Lawal'ın erken sarı kart görmesiyle düşmüştü. Bu durum Beşiktaş Teknik Heyeti'nin serap görmesine neden olmuştur. O günkü maç, Talisca ve Quaresma'yı aynı anda idare edebildi fakat dünkü maç, bu gerçeği berrak bir şekilde gösterdi. Serap değil kabustu.
Bu mantık
Babel'in attığı üçüncü gol sonrasıydı... Vodafone Park'ın, hibrit çimine yağan yağmur, tıpkı Beşiktaş'ın attığı goller gibiydi. Hollandalı oyuncunun ağlara gönderdiği üçüncü gol, sanki gökyüzünü yırtmış, bulutların içinde ne kadar birikmiş yağmur varsa, hepsini Dolmabahçe'ye yağdırmıştı. Ortam sanki bir futbol tarikatının ayinine dönüşmüş gibiydi. Şu bir gerçek, dün Vodafone Park'ta, Osmanlıspor seçilmiş bir kurban, hibrit çim ise sunaktı sanki. Taraftar desen, kendinden geçmiş, ligde kaybolan puanların acısını çıkartırcasına, ses tellerinin uyumasına izin vermiyordu. Dedik ya, dün gece bir futbol maçı değil bir futbol ayini seyrettik.
Bu tarihi gecede, Babel maçın adamı olurken, bu başarının arka planında kalan kahramanları da unutmamak gerek. Tosic, Adriano, Gökhan Gönül, Pepe ve Medel ilk akla gelenler. Oyunu öyle bir ileriye yığdılar ki, Fabri bu sayede kendi ceza sahasında değil de evinin bahçesinde yürüyormuş gibi keyif yapıyordu. Negredo'nun golünden sonra çalınan İspanyol notaları, Vodafone Park'a bir anda çok farklı bir hava getirdi. Tribünler kendilerini bu notalara öylesine teslim ettiler ki Sanki maç, Madrid'te oynanıyor gibiydi. O sırada sol yanımdaki bir hanım
İtiraf etmek gerekirse, uzun zaman oldu böyle bir derbi seyretmeyeli... Bir tarafında kazanan bir tarafında ise yenilen. 0-0 berabere biten derbilere, derbi bile denilmez. Bir derbi berabere bitecekse de, bol gollü şekilde bitmelidir. Lakin dünkü maç bambaşka bir şeydi. Fark 3-0 ama tarihi bir fark da olabilirdi. Değil bir futbolcunun, bir sumo güreşçisinin bile atabileceği goller kaçmamış olsaydı, Tudor, Beşiktaş iskelesinden yüzerek Hırvatistan'a giderdi.
Böyle bir yenilgiden sonra, doğal olarak eleştiri okları, Galatasaray Teknik Direktörü İgor Tudor'un üzerine çevirildi. Fakat adam ne yapsın? Dünkü Beşiktaş'ın karşısında, Guardiola bile olsa, ayakta duramazdı. Şunları göz ardı edemeyiz. Kadro zenginliği Beşiktaş'ta. Saha avantajı Beşiktaş'ta. Neden sözleşmesi uzatıldı diye beğenilmeyen Tosic bile Beşiktaş'ta. Dolayısıyla Tudor maça eşit şartlarda başlamadı. Buna rağmen Galatasaray ilk yarıda, futbol adına yapılması gereken bazı şeylerin çoğunu yaptı. Bu durum Muslera'nın yediği golden sonra bozuldu. Şimdi bazıları kendine kendine soruyor: Acaba Muslera o golü yemese, maç çok daha farklı bir kalıpta olur muydu? Olmazdı.. Olmazdı çünkü, Beşiktaşlı futbolcular, ortalığın altını
Böyle bir skordan sonra Beşiktaş’ın futbolunu tartışmaya hiç gerek yok. Maç yerine sahada öne çıkan isimleri ele almak daha mantıklı bir yaklaşım olur.
Önce Orkan Çınar’dan başlamak gerek. Soyadı “Çınar” ama Beşiktaş’ın arkada yetişen fidanlarından biri. Bakmayın zayıf rakiple oynandığına. Orkan’daki yetenek öyle gizli falan değil. Yeter ki diğer maçlarda da süre alabilsin.
Dört gol atan Negredo, golsüz geçen günlerin acısını çıkarır gibiydi. Kaçırdıklarını da atsa, Türk futbol tarihine bile geçebilirdi. Golcülerin özgüveni açısından bu tür maçlar önemlidir. Lens ise kilo vermiş görüntüsüyle, eski maçlarına oranla çok daha hızlıydı. Attığı üç gol de, ilk 11’e girme konusunda, onu muhakkak umutlandırmıştır.
Gelelim skora... Manisaspor adına üzücü. Ne olursa olsun bu seviyede bir takım, karşında Beşiktaş bile olsa bu kadar gol yememeliydi. Dedik ya maçtan öte oyuncuların performansını değerlendirmek lazım... 9 gol yiyen kaleci Emrullah’a kimse kızmamalı. Maçtan sonra Negredo onu teselli etmek istedi ama bu yazıyı okuyan herkese soruyorum; Beşiktaş’ın bu kadar gol atmasına gerek var mıydı?
Lig tarihinde şampiyonluk yarışlarında muhakkak puan kayıpları olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu durum, her daim futbolun içerisinde var olmuştur. Fakat şampiyonluk yarışındaki kayıp puanları, kaybedilmemesi gerekilen yerlerde kaybediyorsanız, bir an önce önlem almanız lazım. Sırasıyla; Gençlerbirliği, Teleset Mobilya Akhisar ve Evkur Yeni Malatyaspor maçlarında yitirilen 7 puan, kalan haftalarda bir an önce telafi edilmeli. Eğer bundan sonraki haftalarda sürpriz puan kayıpları olursa, kalan süreçte Beşiktaş'ın sadece kazanması yetmeyecek aynı zamanda şansın da yanında olmasını bekleyecek. Çünkü bir sonraki olumsuz gerilemede, siyah - beyazlı takım, rakiplerinin de puan kaybetmelerini beklemek zorunda kalacak.
Maçtan sonra başta Başkan Fikret Orman, yöneticiler, Şenol Güneş, futbolcular ve kulüp çalışanlarının ağzını, deyim yerindeyse bıçak açmıyordu. Maç gündüz vakti oynandığı için, o günün akşamındaki uçaklardan biriyle döneceğimizden dolayı, hava limanında bazı taraftarlarla sohbet etme imkanı bulduk. İçlerinden biri, "Şampiyonlar Ligi'ndeki Beşiktaş, Malatya'daki Beşiktaş'ı 5-0 yenerdi" diyerek maçı tek bir cümleyle özetlemiş oldu. Taraftar çok doğru söylüyor.
Nereden başlasak diye düşünecek olursak, o kadar çok başlangıç noktası var ki, hangi birinden başlayacağımızı bulmak mümkün değil. Fabri'nin, o hakem katliamı Dinamo Kiev maçından sonraki göz yaşlarından başlasak, o damlaların içerisinde boğulup kalıyoruz. Aboubakar'ın, dünkü maçtan sonraki üçlüsünden girsek, taraftarın göz yaşlarındaki akıntıya kapılıp duruyoruz. Kartal'ın bu sene itibariyle değil, Şenol Güneş'in gelişiyle başlayan bu güzel hikayesine girmek mümkün değil. Tıpkı onun dediği gibi, hangi kelimeleri kullansak, denizde birer damla gibi kalıyor. Deneyimli hoca, damla damla o denizi taşırmak istiyor. Karadeniz'in bu isyankar çocuğu, tıpkı o coğrafyanın falezlerini, toz duman eden dalgaları gibi olmak istiyor. Ama o da biliyor ki, Şampiyonlar Ligi'nde öyle dalgalar yaratmak istiyorsan, daha çok damlaların o denize dökülmesi lazım.
Böylesine ilginç bir gruptan lider çıkarak, Şampiyonlar Ligi'nde tek Türk takım unvanını elinde bulunduran, Beşiktaş'ın çocuklarının hızına, tarih yazan kalemler yetişemiyor. Attığı her golle, yaptığı her asistle, Cenk Tosun'un yükselen bonservisine, ne doların ne de euronun hızı yetişemiyor. Bu ülkede ilk kez bir değerimiz, dövizden daha hızlı
Önce maçın adamından başlamak lazım... Talisca, nasıl olur da böylesine bir değişim gösterir. Aklıma iki seçenek geliyor. Ya Talisca'nın başka bir ikizi var ya da dünkü Talisca'nın içine, Mesut Özil kaçmıştı. Böylesine bir performans başka türlü nasıl açıklanabilir?... Acaba, Benfica yüksek bonservis istemesin diye zaman zaman ölü taklidi mi yaptı Talisca? Cevabı olmayan bu tür sorular içerisinde kaybolmak istemiyorsak, Brezilyalı oyuncudan maça geçmek, daha doğru bir yaklaşım olur.
Hiç şüphesiz futbolu futbol yapan etkenlerin arasında, taraftarın apayrı yeri vardır. Maçtan önce, Beşiktaş taraftarlarını taşıyan otobüslerin taşlanması ne kadar çirkinse, Göztepe taraftarının 90 dakika dinmek bilmeyen desteği de bir o kadar güzeldi. İşte taraftarlığın böylesine güzel yanlarını gördükçe, işimizden daha çok keyif alıyoruz. Futbolumuzun kalitesi, böylesine kitlelere sahip kulüplerimizin, Süper Lig'de yer almasıyla artabilir.
Tribünden sahaya inecek olursak, zemin futbol oynamaya pek müsait değil gibi gözüküyordu. Fakat buna rağmen sahada tam bir futbol aklı vardı. "Efendim Beşiktaş, niye Avrupa'da başka, Türkiye'de başka oynuyor" diyorlar ya, dün bunun cevabını bir kez daha
Beşiktaş'ın, Medipol Başakşehirspor karşısında neden puanlar kaybettiğini, dünkü 90 dakikanın içerisinde ararsak yanlış yapmış oluruz. Şenol Güneş'in sürekli dile getirdiği gibi sonuçtan sebebe gitmek işin kolayı lakin ortada üst üste puan kayıpları varsa ne sonuca bakılır ne de sebebe. Son iki senedir iyi bir hava yakalayan Beşiktaş, her geçen gün havasını kaybediyor. Eğer Şenol Güneş; yılların tecrübesini, öğretmen kimliğiyle, babacan bir şekilde, bu takımın kanayan yarasını tedavi etmekte, şu günlerde kullanamazsa, atı alan Üsküdar'ı çoktan geçer.
Gelelim oyuna... Takip edenler bilir; bu köşede, Talisca'nın değil 25 milyon Euro, anca 7 milyon Euro edebileceğini aktarmıştık. Brezilyalı'nın bireysel yetenekleri var mı?.. Var. Dünya'nın sayılı frikikçilerinden mi? Kesinlikle evet. Peki sorun ne? Sorun şu: Talisca bir 10 numara değil. Talisca bir takım oyuncusu değil. Talisca, pas oyununun en zayıf halkası. Sosa döneminin tiki-taka futbolunu gözümüzün önüne getirebilirsek, ne demek istediğimizi daha iyi anlarız. Ya da iki sene evvel Bursaspor maçında, Oğuzhan'ın attığı golden önceki pas trafiğini hatırlamaya çalışalım. İşte bu pas oyunun en temel taşlarından biri olan Sosa'nın