Sıcak havalar vücudumuzun su ihtiyacını her zamankinden daha çok artırıyor. Ancak kimilerimiz sürekli su içemiyor. Siz de o kişilerdenseniz, içeriğini kendi zevkinize göre şekillendireceğiniz su reçeteleri tam sizlik.
Mevsim fark etmeksizin; erkeklerin günde 10-12 bardak, kadınlarınsa 8-10 bardak su tüketmesi gerekiyor” önerisini çok duyduk. Ancak Prof. Dr. Oğuz Özyaral bu önerinin yetersiz olduğunu vurguluyor ve “‘Su’ değil , ‘sıvı’ olacak” diyor. İçtiğimiz çay ve kahvenin bile vücudumuzun günlük su ihtiyacını karşılamak adına fayda sağladığını anlatıyor. Ayrıca sürekli su içemeyenler için de Instagram hesabından lezzetli içecek tarifleri paylaşıyor. Kırmızı ayran, kavun smoothie, serinleten naneli su onlardan bazıları… Röportajımızda ise Prof. Özyaral önerilerini şu şekilde sıralıyor:
Bir bardak süt, iki fincan Türk kahvesi veya iki fincan çay bir bardak suya denk düşüyor. Bu çaylardan biri bildiğimiz Türk çayı, diğeri ise herhangi bir bitki çayı olabilir. Örneğin soğuk nane çayı ile nanenin serinletici etkisinden yararlanabilirsiniz.
Özellikle çocuklar meyve sularını çok seviyor. Günde bir bardak taze sıkılmış elma suyu da bir bardak su yerine geçebiliyor. Elma, susuzluğumuzu
Bazen keyifli başlayan tatil aniden hastanede bitebiliyor. Havuzlardaki enfeksiyonlara karşı doktorların önerilerini dikkate alarak kendinizi koruyabilirsiniz.
Son sınavlar da bittiğine ve bayram tatili iyice yaklaştığına göre bir çoğumuz tatil sezonunu açtık veya açmak üzereyiz. Tatili düşündükçe keyifleniyoruz ama bazen cennet bir tatil köyünde, beldesinde başladığımız tatil aniden hastanede bitebiliyor. Bu süreçte tadımızın kaçmaması adına, keyfin kabusa dönmesini önleyebilecek ipuçlarını Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Bülent Şerbetçioğlu ile konuştuk:
- Yazın vücudumuzu dengeli bir ısıda tutmamız her zamankinden daha önemli. Çünkü bir yanda aşırı sıcaklar, bir yanda ise klimaların üflediği dondurucu hava dengemizi bozuyor. Bu durum kulak, burun ve boğazdaki mikroorganizmaların birden çoğalmasına neden olabiliyor. Bu da direncimizin düşük olduğu bir dönemdeysek (ki aşırı sıcaklar da vücut direncimizi düşürür) hastalanmamıza yol açıyor.
- Üstelik tek risk bu da değil. Altı ayda bir filtreleri temizlenmeyen klimalardaki zararlı virüsler ve bakteriler de hava yoluyla vücudumuza girip hastalanmamıza yol açabiliyor. Özellikle yaşlılarda bu mikroplar zatürreye yol açarak hayati
Vaktinin çoğunu kapalı alanlarda geçiren şehir insanlarına duyuru: The New York Times, doktorların ormanda yürüyüş önerdiğini, orman banyosunun sağlığı geliştirmek ve stresle savaşmak için kullanılan bir yöntem olduğunu yazdı.
The New York Times’da sağlığı geliştirmek adına “Orman banyosu yapın” önerisini okuyunca hemen benim için yeni olan bu kavramı araştırmaya başladım. Orman banyosu meğerse Time’da, Independent’ta ve The Guardian’da da bu yılın farklı zamanlarında haber olmuş. Dünyada sağlıklı yaşam önerilerini dikkatle takip edenlerin yeni gündemi olan bu kavramı Japonlar, koruyucu tıp yöntemi olarak çoktan kullanmaktaymış. Time’da “Shinrinyoku” denilen orman banyosunun bir egzersiz olmadığı; görme, duyma, koklama gibi tüm duyuları kullanarak doğayla bağlantı kurmayı ifade ettiği yazıyor. Kuşların ve böceklerin sesine odaklanmak, doğanın kokusunu içine çekmek, yeşilin farklı tonlarıyla göz zevkini doyurmak yani bir çeşit meditasyon veya mental detoks!
“Şifa” hissi etkisi
Haberde orman banyosunu deneyimleyenlerin görüşlerine yer verilmiş. Örneğin hayatının zorlu ve stresli bir döneminde olduğunu bildiren biri ağaçların kendisine “şifa” hissi verdiğini söylüyor. Uzmanlar doğanın
Uzman diyetisyen Dilşat Baş yeni çıkan kitabı “Beslenmenin Kanser Tedavisindeki Gücü”nde, kanser ve beslenme arasındaki ilişkiyi açıklıyor. Kanserden korunmak için, kanserle mücadele ederken ve kanseri atlattıktan sonra nasıl beslenmeli?
Uzun yıllar Hacettepe Üniversitesi’nde onkoloji diyetisyeni olarak çalışan uzman diyetisyen Dilşat Baş’ın bilgi birikimini ve deneyimlerini paylaştığı kitabı “Beslenmenin Kanser Tedavisindeki Gücü” (Destek Yayınları) raflarda yerini aldı. Önsözünde “Beslenmeyle ilgili yazılmış binlerce kitap olmasına karşın ülkemizde kanser hastalarının beslenmesine rehberlik edecek kaynak sayısı yok denecek kadar az” diye yazan ve kanser hastalarının beslenme konusunda ciddi bir çaresizlik yaşadığını belirten Baş, kanser tedavisinde beslenme takibi ve tıbbi beslenmenin olmazsa olmaz olduğunu vurguluyor.
Kanser tanısı almış hastalara, çevresindeki herkes bundan sonra sağlıklı beslenmesi gerektiğini söyler. Oysa bu “sağlıklı beslenme”nin ne olduğu konusunda kafalar epey karışıktır. Ayrıca kanserin tek bir hastalık olmadığı; tuttuğu organ, tümör tipi gibi çok sayıda alt dalı olduğu ve bunlara hastanın kişisel farklılıklarının da eklendiği düşünüldüğünde durum iyice
Bronzlaşmak, güneşten korunmak ve sinekleri kaçırmak gibi yaz mevsimine özel isteklerimize doğal çözümleri eczacı ve aromaterapi uzmanı Hülya Kayhan ile konuştuk.
Yazın bir çoğumuz bronzlaşmak, güneşten korunmak ve hatta sinek, böcek ısırıklarını önlemek adına doğal kürlerin arayışına giriyoruz. Bitkilerden elde edilen sabit ve uçucu yağlar kullanılarak hazırlanan aromaterapi kürleri bu arayışı gidermek için tercih edilebiliyor. Eczacı ve aromaterapi uzmanı olan Hülya Kayhan yaz ihtiyaçlarımızı gidermede aromaterapi yağlarını kullanmanın etkili ve güvenli bir yöntem olduğunu söylüyor. Kayhan ile mevsime özel yağ karışımlarını konuştuk.
Son zamanlarda güneş ışınlarının ciddi zararlı etkileri konusunda farkındalık arttı. Bu nedenle bronz bir ten hayaline artık “Peki daha sağlıklı nasıl bronzlaşırım?” sorusu eşlik ediyor. Bu arayışa Kayhan “Bitkilerin tohumlarından elde edilen yağlar, güneşin belirli dalga boylarında parçalanan kimyasal maddelere göre daha sağlıklı bir alternatif oluşturuyor” diyor. Ayrıca yağların uzun süre bariyer oluşturduğunu ve bu durumun cildin daha uzun süre nemli kalmasını sağlayarak güneş ışınlarına bağlı cilt kuruluğu riskini ortadan kaldırdığını söylüyor
Prof. Dr. Haluk Yavuzer bugün ve yarın hayallerindeki üniversiteyi ve bölümü kazanmak için sınava girecek gençlere iki sınav arasında, açık havada zihin detoksu yapmalarını öneriyor
Hayal ettikleri üniversiteye ve bölüme girmek için adaylar bugün TYT (Temel Yeterlilik Testi) için ter dökmeye başlayacak. Yarın ise AYT (Alan Yeterlilik Testi) ve YDT (Yabancı Dil Testi) için sınava girecek. İlk defa birbirini takip eden günlerde üniversiteye giriş sınavına girecek adayların potansiyellerini en iyi şekilde değerlendirmeleri için neler yapması gerektiğini gelişimsel psikolojinin duayen ismi Prof. Dr. Haluk Yavuzer’den öğrendik.
Prof. Yavuzer sınavların birbirini takip eden iki günde olmasının, psikolojik üstünlük sağlamak adına gençlerin yararına olacağına inanıyor. Yavuzer’e göre sınavın iki ayrı günde yapılacak olması, stresin de ikiye bölünmesini sağlıyor. İkinci sınavın bir sonraki gün olması ise gençlerin ısınma turunun ardından sınav atmosferinden çıkmadan ikinci sınava daha hazırlıklı girmesine olanak tanıyor. ÖSYM İstanbul İl Başkanlığı yaptığı dönemde tek oturumluk sınavın gençler tarafından “varlık yokluk savaşı” olarak görüldüğüne ve gençleri gerdiğine şahit olduğunu da
Harvard Üniversitesi Küresel Sağlık Sistemleri Profesörü Rıfat Atun “Hastalıkların tedavisinden ziyade bireyin sağlıklı kalmasına odaklanan yeni bir sağlık sistemi kurmalıyız” diyor.
Geçen hafta Harvard Üniversitesi’nde katıldığım sempozyumdan gelişmeleri yazmıştım. Oradaykan Harvard Üniversitesi Küresel Sağlık Sistemleri Profesörü olan Prof. Dr. Rıfat Atun’la da bir araya geldim. Farklı ülkelerde sağlığın iyileştirilmesi için projeler geliştiren Atun ile dünyada sağlığı etkileyen değişimleri konuştuk. Değişimlere ayak uyduramazsak hiçbir devletin artan hastalık yükünü karşılayabilecek ekonomik güce sahip olamayacağının altını çizen Atun, Türkiye sağlık sistemi için de öneriler sundu.
Prof. Atun “30-40 yıl önce Türkiye’de doğan bir çocuğun yaşam beklentisi 50-60 yıl kadardı, bugün 75’in üzerine çıktı” diyor. Bu durum da yaşlı grubun genel nüfusa oranını ciddi şekilde artırıyor. Atun’a göre ikinci büyük sorun yaşlılığın beraberinde getirdiği diyabet, hipertansiyon, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıkların çok hızlı artıyor olması... Atun Türkiye’nin sağlık sistemindeki ana problemin de bu hastalıklar olduğunun altını çiziyor. Çünkü kronik hastalıklar varlığını devam ettiriyor. Bu
Sonsuz gençliğin sırrını çözmek, yediklerimizle hastalıklar arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için bilimsel çalışmalarını sürdüren araştırmacıları Harvard Üniversitesi’nde dinledik.
Birçoğumuz bize haz veren yiyeceklerden dilediğimiz kadar yiyelim istiyoruz. Çoğu zaman “Teknolojinin bunca imkanı varken neden rahatımızı bozup daha çok hareket edelim ki” diye düşünebiliyoruz. Metabolik hastalıkla da bu nedenle çağın kaçınılmaz sorunu olarak karşımızda duruyor. Üstelik her geçen gün sıklığını artırarak… Mayıs sonunda Boston’da Harvard Üniversitesi’nde katıldığım, II. Metabolizma ve Yaşam Sempozyumu’nda da bu konular ele alındı. Nobel Tıp Ödülü sahibi konuşmacıların da yer aldığı sempozyum, Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi tarafından Sabri Ülker Vakfı ev sahipliğinde düzenlendi. Araştırma merkezinin başındaki Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ile Harvard Üniversitesi T.H. Chan Halk Sağlığı Fakültesi’nde yer alan merkezlerini gezip ne gibi çalışmalar yaptıklarını da inceledik. Hotamışlıgil ve ekibinin son buluşları vücudumuzda bulunan Nrf1 molekülüyle ilgili… Bu molekül kolesterolün hücreye vereceği zararı önleyebiliyor. Nrf1’in bu özelliği sayesinde çok fazla sayıda insanda