Her hafta cuma günü yeni çıkan şarkıları incelemek mesleki gereklilik dışında bende hobi hâlini de aldı. Memlekette neler oluyor, sektör hangi türleri, sanatçıları öne çıkarıyor, kim bu sistemde yer buluyor ve pohpohlanıyor, kim geri planda kalıyor ya da hiç görünmüyor ona bakıyorum biraz da. Bu listelere bakarak label’lar ve stream servisleri arasındaki ilişkileri de üç aşağı beş yukarı sökebilirsiniz.
Hip hop’ın ‘tü kaka’ olduğu zamanlar geride kaldı. Çok çekti rap’çiler ana akımdan ama şimdi iş değişti. Yeni müzik listelerinin neredeyse yarısı Türkçe rap. Ana akım hiç bu kadar rap, rap de hiç bu kadar ana akım olmamıştı.
Ama popülerlik içeriği zayıflattı. Sokağı anlatanlar şimdi partileri, lüksü anlatmaya başladı. Balenciaga, Ferrari şu bu... Kaç rap şarkısının adı lüks araba markası, kaç rap şarkısının adı lüks argosu ya da doğrudan marka bir bakın, zaten manzarayı anlarsınız. Lirikler bitik. Ezbere drill beat’leri her yerde. Beat demişken New
80’lerde, düşük bütçeli bir bilimkurgu dizisindeyim sanki. Bir uzay gemisinin kokpiti. Sisli dumanlı bir ortam. Komutan Zorg az sonra dünyayı yok edecek düğmeye basacak.
Ya da onun gibi bir mizansen. Parlak plastik dekorun sağından solundan yansıyan ışıklar dumanı delmeye çalıştıkça ortaya çıkan gölge oyunundaki şekilleri bir şeylere benzetmeye çalışıyorum. Neon renkler ne kadar da nostaljik ne kadar da retro-futuristik. Ve işte lazer de geldi. Lazer kadar 80’lere ait başka bir şey var mı?
M83, saat tam 21:00’de, kurulmuş bir saat gibi dakik sahneye çıktı. Uzun uzun, hiç acele etmeden, dakikliğin getirdiği kesinlik içinde intro’larını yaptılar. Aynı yeni çıkan “Fantasy” albümünün açılışındaki gibi. Gibisi fazla açılış işte bu zaten. Öyle ya da böyle, bu müziğin ve ışıkların insanı kendine çeken bilinçli ve hesaplı, kurgusal bir mükemmelliyetsizliği, bir yapaylığı var. Başka bir boyut.
“Sahnede olan, mükemmel olmak zorunda değil ki” diyerek bir yudum aldım elimdeki
“Blackbox Life Recorder 21f,” Aphex Twin’in son beş yıldır yayınladığı ilk yeni parça. 4 dakika 26 saniyelik elektronik müzik nehri, aslında elemanın eski zamanlarına ait bir yeni bulunmuş kayıt gibi duruyor. “Richard D. James Album” zamanlarında kaydedilen ama gün ışığına çıkmamış bir kayıt ya da 1992 tarihli “Selected Ambient Works”e ait bir deneme. Belki de 2001’deki “Druqs”tan bir pasaj.
Nasıl oluyor da 2023’te yayınlanan ve harika tınlayan bir elektronik müzik parçasının aynı sanatçının 1992’deki, 1996’daki ya da 2001’deki bir çalışması da olabileceği akla gelebiliyor? Aphex Twin’in büyüsü bu. Zamandan, trendlerden, olaylardan, akımlardan bağımsız, zamanı kendi boyutunda kendine göre dilediği gibi akıtan ve yaşayan, çevirip büken, yeniden yaratan ve hiç ama hiç sıkıcı olmayan, her zaman ne yapacağını merak ettiğimiz isimler gibi Aphex Twin.
İngiltere’nin epik kırsalı Cornwall’da kendi hâlinde yaşayan ve devamlı müzik yapan deha, geçen hafta Barselona’daki
İngiltere yaz boyu bir festivaller ülkesi haline geliyor. Neredeyse her hafta sonu İngiltere’nin her yerinde ve her hafta sonu onlarca festival var. Başka hiçbir ülkede bu kadar çok ve çeşitli festival yoktur. Yeşil alanı bulan İngiliz, tezgâhları, sahneyi kurar, eline pint’ını alır ve festival başlar. Bu hafta mesela Glastonbury haftası. Worthy Farm çiftliğinde 100 bin kadar insan kendilerine geçici bir müzik cumhuriyeti oluşturmuş durumda. Öyle ki resmi olarak tanınıyor bu cumhuriyet. Britanya’nın resmi televizyonu BBC ana haberde hava durumunu verip sonunda Glastonbury raporunu ayrıntılı anlatıyor. Ne de olsa ülkede her evden bir tanıdık şu anda Glasntonbury’de yılın canlı müzik olayını takipte.
Festivalcilik bir tür modern zaman âdeti değil bir Ortaçağ köylü geleneği aslında burada. Ya da sanayi devrimiyle birlikte gelen ve çalışmaktan neredeyse ruhunu teslim eden işçi sınıfının bir tür emniyet subapı. Her şey bir yana, festivalcilik ciddi bir iş kolu ve ekmek kapısı. Hem ışıkçısı, sesçisi, nakliyecisi, yani
Dün Cem Erciyes, kısadalga.net’de muhalif televizyon kanallarında kültür sanata ayırılan yayın saatinin azlığından bahseden bir yazı yazdı:
“Haber kanalı sayısı on yıl öncesine göre kat kat daha fazla ama kültür sanat haberleri yok seviyesinde… Muhalif kanalların çoğunda tek bir kültür sanat programı yok. Ne büyük konserler, ne önemli sergiler, oyunlar onların ilgisini çekiyor. Hatta ünlü yazarlar bile ekranda görünmüyor.”
Konu sadece televizyonlar da değil aslında. Kültür sanatın ülkenin mevcut gündeminde artık ikinci, hatta üçüncü derece bir gereklilik, belki de tamamen fuzuli bir alan olduğu algısı en azından son beş yıldır, hepimizin kabullendiği ve içten içe hak verdiği bir gerçeğe dönüştü. Asıl sorun bu.
Dolar almış başını gitmiş, ne tiyatrosu? Bu pahalılıkta konsere mi gidilir? Millet aç burada kitap mı tanıtalım diye diye işte kültür sanatı da gizlice yenen pahalı bir yemek, herkesten saklanan lüks ve pahalı bir oyuncak gibi suçlulukla takibe
Geçmişi incelerken bazen şunu düşünürüz. Eskiden neler yapılıyormuş da kimse ses etmiyormuş. Şimdi yapsan yer yerinden oynar. Bazen de şunu: Bu ne ki, şimdi bunun katbekat fazlası var, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Milli Vanilli belgeseli insanı iki arada bir derede bırakan cinsten. Biraz ondan, biraz bundan.
Milli Vanilli, bilmeyenlere anlatalım, 1989’da pop müzikte global bir fenomen olmaktaydı. Münihli iki DJ’in (Robert Pilatus ve Fabrice Morvan) “Girl You Know It’s True” adlı hit şarkıyla 1988’de başlayan ve bir yıl içinde Grammy kazanmaya uzanan yükselişi, aslında her şeyin sahte olmasının anlaşılmasıyla aniden son buldu. Hiçbir şarkılarını kendileri söylememişlerdi, sadece görüntüydüler ve dudak oynatıyorlardı. Ama elbette kliplerde, basın toplantılarında, televizyon programlarında her şey güzel görünüyordu. Aslında bir kazayla ortaya çıkmasa kimsenin anlayacağı ya da umursayacağı bir durum da değildi bu. Milli Vanilli, 1989 yılında en iyi yeni pop sanatçısı Grammy’sini de aldıktan sonra, onlarca televizyon ve sahne şovunun
Geçen hafta kiminle konuşsam, konu eğitime, oradan da özel okulların yeni açıklanan fiyatlarına geldi.
İngiltere’de olduğumdan merak ediliyor, acaba burada durum nasıl? Ama önce şunu söyleyeyim; burada da okullar pahalı. Hem de çok pahalı. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde özel okullar ucuz olsunlar diye kurulmamıştır. Ayrıca iyi okul her zaman maliyetiyle gelir. Anlatayım.
İngiliz sisteminde “state school” denen devlet okulları, “indepenent school” denen özel okullar var. Devlet okulları ücretsiz ve adres sistemine göre öğrenci kabul ediyor. Sınav yok. Sisteme girip oturduğunuz alanda sizi kabul edecek alanda (cathcment area) yer alan okulları sırayla tercih ediyor ve bekliyorsunuz. Sistem sizi uygun yerlere yerleştiriyor. Eğer taşındıysanız, yıl ortasında okul değiştirdiyseniz istisnalar var ama genel olarak sistem bu.
Her şey çok güzel görünüyor ama sistemde boşluklar var. Mesela devlet okullarının iyileri var, vasatları var, çok kötüleri var. Eğer bir devlet okulu üniversiteye öğrenci göndermede çok
Apple’ın yeni ürünü, 2024’te piyasaya çıkacak sanal gerçeklik gözlüğü Vision Pro’nun rakiplerinden farkı gözleri gösterebilmesi. Biri size dışarıdan baktığında gözlerinizi görebiliyor. Ama bu görüntü, camın arkasında duran gerçek gözlerinizin görüntüsü değil. Vision Pro’nun bu şekilde işleyen bir şeffaf camı yok. Dışarıdan bakıldığında görülen, gözlerinize çevrili kameraların görüntüsü. Yani sanal gözlük gerçek gözlerinizi kameralarının onları gördüğü şekilde dışarı yansıtıyor. Çok garip bir görüntü. Sizsiniz ama siz değilsiniz. Neden buna gerek duyulmuş olabilir? Bu suratımıza yapıştırılan ekran daha insancıl görünsün diye mi? Karşımızdakine yabancılaşmayalım diye mi? Galiba insanın en önemli iletişim kanalı olan gözleri istendiğinde kaybetmemek için. Dâhiyane! Gözlerimiz zaten görünürken, gözlerimizin görünmesini sağlayan bu teknoloji gerçekten insanlık için