Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dün Cem Erciyes, kısadalga.net’de muhalif televizyon kanallarında kültür sanata ayırılan yayın saatinin azlığından bahseden bir yazı yazdı:

“Haber kanalı sayısı on yıl öncesine göre kat kat daha fazla ama kültür sanat haberleri yok seviyesinde… Muhalif kanalların çoğunda tek bir kültür sanat programı yok. Ne büyük konserler, ne önemli sergiler, oyunlar onların ilgisini çekiyor. Hatta ünlü yazarlar bile ekranda görünmüyor.”

Konu sadece televizyonlar da değil aslında. Kültür sanatın ülkenin mevcut gündeminde artık ikinci, hatta üçüncü derece bir gereklilik, belki de tamamen fuzuli bir alan olduğu algısı en azından son beş yıldır, hepimizin kabullendiği ve içten içe hak verdiği bir gerçeğe dönüştü. Asıl sorun bu.

Haberin Devamı

Dolar almış başını gitmiş, ne tiyatrosu? Bu pahalılıkta konsere mi gidilir? Millet aç burada kitap mı tanıtalım diye diye işte kültür sanatı da gizlice yenen pahalı bir yemek, herkesten saklanan lüks ve pahalı bir oyuncak gibi suçlulukla takibe başladık. Bu konulardan utana sıkıla bahsettik.

Sosyal medyada müzik, resim, kitap, film, tiyatro içeriklerini kimse paylaşmıyor. Paylaşacağı varsa da çekiniyor, vazgeçiyor. Ama ezberlenmiş kalıplarda bir espri, bir lafı gediğine koyma tweet’i attığınızda ya da karşı tarafa “geçirdiğinizde”, alkışlar kopuyor, sırtlar sıvazlanıyor. Televizyon yayıncılığında da bu kısır döngü benzer.

Bu ortamın getirdiği bir kazanım var mı? Ama kaybettirdiği çok şey var. Konsantrasyon, yargılama yeteneği, gerçeği ayırt etme ve algılama gibi temel yeteneklerimizi bir kenara bırakırsak, işte Cem’in bahsettiği gibi mesela kültür sanat alanı elimizden kaçıp gökyüzüne doğru uçup giden bir balon gibi uzaklaşa uzaklaşa ufacık bir noktaya dönüştü.

Kitap okuyoruz, müzik dinliyoruz, konsere tiyatroya gidiyoruz belki ama bu konuları medyada, sosyal medyada başkaları tarafından yargılanma endişesi olmadan tartışamıyoruz, yorumlayamıyoruz. Sosyal medyada, internette kültür sanat alanında pek çok içerik var zaten, diye düşünebilirsiniz. Ama son seçimler de gösterdi ki sosyal medya ve genel olarak online mecralar herkesin kendi yankı odalarına hapsolduğu dev bir teyit edilmemiş ham bilgi çorbasından ibaret. Artık mazi diye dalga geçilen televizyonlar ise hâlâ farklı kitleleri bir araya getirme gücüne sahip. En azından Türkiye’de bu böyle.

Haberin Devamı

Cem’in özellikle muhalif kanallara hitap etmesinin elbette bir nedeni var. Şöyle anlatıyor yazısında:

“Ben ana medya ve yandaş kanallardan fazla bir şey beklemiyorum. Çünkü sanatçılara mikrofon uzatmak, iyi sanat eserlerine yer vermek iktidarı rahatsız etmeden mümkün değil. Sadece iktidarı öven sanatçılarla gerçek bir kültür sanat programı, hatta sahtesi bile yapılamayacağı için bu işe pek girmiyorlar.  İyi de muhalifler neden bu işe ilgi göstermiyor, onların gerekçesi ne?”

Bu kanalların gerekçesini kanalların yöneticileri açıklamalı elbette. Yazıda belirtildiği gibi reyting de olabilir. Ama ben salt reyting ile açıklanamayacağını düşünüyorum. Kanallar etik olarak kültür sanatı başta belirttiğim nedenlerle “Ayıp olur” diye, “Tepki alır” diye ya da kendileri gerçekten de lüzumsuz bulduklarından görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Muhtemelen bir tür “kriz” yayıncılığı mantığıyla hareket ediyorlar. “Şimdi sırası değil” diye bakıyorlar.

Haberin Devamı

Halbuki, kültür sanat yayıncılığı, siyasi eğilimi ve duruşu ne olursa olsun, her kanalın veya yayın kuruluşunun kendini güçlü görmek isteyeceği bir alan olmalı. Bu gerçeğin bir an önce hatırlanması gerekir. Öte yandan, “kriz yayıncılığı” çok uzadı, herkesi çok gerdi ve sıktı. İnsanlar hep aynı lafların, aynı fikirlerin, haberlerin ve olayların tekrar edildiği programlardan ve konuşan kafalardan sıkıldı.

Kriz üç beş ay sürse tamam, dişler sıkılır, beklenir. Ama ülkemiz bu, bu şekilde yaşıyoruz biz. Krizler bitmiyor. Televizyonlar krizden normale dönmeli, dönerken de kültür sanatı hatırlamalı. Ne habercilikten ne de ilkelerden kaybeder bir yayıncı, kültür sanata yer verdiği için.