Hafta sonu binlerce, hatta on binlerce İsrailli, Gazze’ye doğru yürüyüşler yaptı, yardım götüren konvoyları durdurdu, yardım kutularını parçaladı.
Bu sözüm-ona protesto hareketi yeni değil. Küçük gruplar, aylardır yardım konvoylarının önünü kesiyordu. Ancak protestocular artık cesaretlenmiş görünüyor; kamyonları durdurmakla kalmıyor, kapılarını açıyor ve içindekileri parçalıyor. Kan, serum, ilaç ve gıda maddeleri yollara saçılıyor, toplansa bile kızgın Ortadoğu güneşi altında birkaç saatte tümü kullanılamaz hale gelmiş oluyor.
Gazze de Batı Şeria gibi İsrail işgali altında, yasadışı yerleşime açılmış ve köktendinci Yahudiler, “kitabın emrini,” yani Yehova’nın bütün Filistin Yahudi toprağı olursa, ancak o zaman vaat edilen diğer topraklara (örneğin ta Kayseri-Erzurum hattına kadar, Fırat ile Dicle’nin arasına) yerleşmeye izin vereceği inancını yerine getirmek üzere harekete geçmişlerdi. 1970’te başlayan Batı Şeria ve Gazze işgalinde on binlerce Arap evlerinden,
TRT’nin İngilizce kanalı TRT-World, geçen hafta çok yararlı bir hizmet yaptı; program yapımcısı Paul Salvatori ile Chicago Üniversitesi’nde görev yapan Amerikalı siyaset bilimi profesörü John J. Mearsheimer’ın İsrail’in Filistin konusunu nasıl çözümsüz bir sorun haline getirdiğine ilişkin mülakatını altyazılı olarak yayınladı. (Keşke bu program seslendirilse ve TRT’nin diğer haber kanallarında da yayınlansa.)
İsrail’in Filistin açmazını anlattıktan sonra, Prof. Mearsheimer, “Şimdi bana bu sorun nasıl çözülecek diye sorarsanız, cevabım şu olacak: Bilmiyorum. Çünkü İsrail ile onun müttefikleri ABD ve Avrupa ülkeleri bir çözüm yolu öneremiyorlar,” dedi. Prof. Mearsheimer, Amerikan bilim ve medya dünyasında, ülkesinin İsrail’e sağladığı kayıtsız-şartsız desteği kınayan az kişilerden biri. “Uluslararası Politikada Yalan Gerçeği”, “İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası” ve “Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi” isimli kitapları
Acaba iki ABD ve iki Biden mı var? Yoksa biz hayal mi görüyoruz? Yoksa Biden, sadece Amerikalı gençleri ve Demokratları değil, aynı zamanda tüm dünyayı kör ve sersem mi sanıyor?
Önce “İsrail’e, ölçüsüz saldırılarda kullandığı için 900 kiloluk bombaları vermiyoruz” dediler; ama 200 kiloluk bombaların verilmeye devam edildiği anlaşıldı. Sonra bizzat Biden, “İsrail’e silah sevkiyatını durduruyoruz çünkü bizim silahlarımızı sivil halkı öldürmekte kullanıyorlar” dedi; daha bu demecin mürekkebi kurumadan Beyaz Saray sözcüsü, “İsrail’in soykırımı yaptığının kanıtı yok” diye açıklama yaptı.
Bu açıklamanın yapıldığı salonda TRT Washington Muhabiri Ali Artmaz, CNN-Türk temsilcisi Yunus Paksoy ve diğer Türk gazeteci kardeşlerimiz bulunmasalar, o uygar dünyanın icabında aleme insanlık dersi veren medyasının temsilcileri, sözcüye “Sizin ölçülerinize göre kaç sivilin öldürülmesi soykırımı sayılmak için yeterli?” diye
İkinci uzay adamımız Tuva Cihangir Atasever’in uzay yolculuğu takvimi ve programı açıklandı. 8 Haziran’da gerçekleştirilecek, 1.5 saat sürecek bilim misyonu çerçevesinde Atasever, 7 bilimsel deney yapacak. TÜRKSAT 6A uydusu da aynı tarihlerde fırlatılacak.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin astronotları Alper Gezeravcı ve Atasever ile ortak bir toplantıda detayları açıkladı. Havacılık ve uzay çalışmalarının ayrıntılarına vakıf olmayan bizler için, “Uzayda İnsülin Kalemi Testi” veya “akıllı ve aktif bir giyilebilir iyonize radyasyon dozimetresi” ile yapılacak radyoloji ve kanser araştırmalarında, çalışanların ne kadar iyonize radyasyona maruz kaldıklarının anlık olarak tespit edilmesinin neden önemli olduğunu anlamak zordur. Ancak bir uzay aracının fırlatılması, mürettebat ve pilotların bu sıradaki deneyiminden tutun, dünyadaki 10 uydu üreticisinden birisi olmanın ve yakında kendi uydusunu kendi aracıyla uzaya göndermenin hazırlığına kadar, ülkemizin ve ulusumuzun önünde açılan yeni
Rumca bilmiyorum ama Türkiye gibi “Sagapo” ne demek biliyorum. Bugün ağırladığımız komşumuz Kiryakos Miçotakis’in, adını taşıdığı eski Yunan Başbakanı Kiryakos Venizelos gibi maceracı bir lider olmadığını, limanlarını, antrepolarını Almanya’ya satacak kadar ülkesini iflasın eşiğine getiren silahlanma yarışından (hemen hemen) vazgeçtiğini biliyorum. Ve bu bilginin verdiği güvenle, Miçotakis’e “Hoş geldiniz” diyorum.
Fransa, elindeki hurda gemileri Yunanistan’a satma hevesindeydi. Almanya, sanki yok pahasına satın aldığı Yunan gelir kapısı tesisleri yetmiyormuş gibi, 100 yıl önceki Anadolu macerasında Venizelos’un Anadolu’yu mezar ettiği bir milyon Yunan genci az gelmiş gibi, Yunanistan’ı yeni bir maceraya, Avrupa Ordusu’na sürükleyebileceğini sanıyordu. İşin kötüsü, dostumuz Miçotakis de bundan önceki dönemde, Ege’deki el kadar adalara Türkiye’nin mavi vatanının 40 katı deniz hükümranlığı kazandırabileceğine inanıyordu.
Son seçimi kaybeden ve ikinci turda anayasal destekle açıktan
ABD’de bir-iki valinin rektörlere baskı yaparak üniversitelerine asker-polis sokup, Filistin yanlısı, Netanyahu karşıtı, soykırımının durdurulması ve cezalandırılmasını isteyen öğrencilerin toplantı ve gösterilerini engellemesi neye yaradı? Gösteriler daha da arttı, daha önce öğrencilerin toplanmadığı üniversitelere de yayıldı.
ABD Temsilciler Meclisi’nde, üniversitelerdeki Musevi öğrencileri korumak iddiasıyla kabul edilen (ABD anayasasının yürürlükte olduğu 246 yılda ilk kez) ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasa tasarısı neyi değiştirdi? Hiçbir şeyi. Tam tersine, ABD üniversitelerinde ve medyada “anti-semitizmin Yahudi düşmanlığı olmadığı ama İsrail’i pençesine alan Siyonist ideolojinin reddi anlamına geldiği” daha çok haykırılmaya başlandı.
ABD ve AB, kendilerini zora sokacak şekilde İsrail’e yardım ve silah yağdırdı, sonra da soykırımı ortağı olarak Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmaları ihtimali doğunca silah sevkiyatını “askıya aldıklarını” açıkladı. Ne
ABD Anayasası’nın “Haklar Bildirgesi” adıyla bilinen ek 10 maddesinin birincisi şöyle diyor:
“Kongre, dini bir kuruma ilişkin veya serbest ibadeti yasaklayan ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın sükûnet içinde toplanma ve şikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapmayacaktır.”
Şimdi buna Temsilciler Meclisi’nde “HR 6090” numaralı bir yasa ile şu ek yapılıyor:
“Amaç İsrail’i korumak ise ABD’de her türlü ifade ve basın özgürlüğü kısıtlanabilir!”
Şaka değil: Onaylanıp yürürlüğe girdiğinden bu yana geçen 246 yılda yapılmayan şey yapılıyor ve ABD’de ilk kez ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir yasa teklifi kabul ediliyor. Teklif, şimdi Senato’ya gidecek ve muhtemelen kabul edilecek; Biden da imzalayacak ve yürürlüğe girecek. Uygar ABD’lilerin tek umudu, Yüksek Mahkeme’nin bu yasayı,
Amerika ve iki başlı AB’nin başlarından biri, dünyayı aldatmaya devam ediyor. Bunlara göre daima haklı, daima masum, daima mağdur ve daima terörizmin tehdidi altında bulunan İsrail’e yardım etmek, Batı için varoluşsal bir zorunluk. 1973’te Araplar, “hiç uyarıda bulunmadan, üstelik Musevilerin Yom Kippur bayramında, birlik olup saldırdıklarında” nasıl yardımına koştularsa, İsrail’e yine önünü ardını düşünmeden yardımcı olmaları gerektiği kanısındalar.
Yom Kippur Savaşı, İsrail’in 1967’de başlayan Filistin’i ve Filistinlileri yok etme stratejisinin, komşu Arap ülkelerine doğru yayılma siyasetinin, Golan Tepeleri, Ürdün Nehri’nin batı yakası, Gazze Şeridi ve Şarm el-Şeyh’te işgallerinin ve neredeyse 10 yıllık katliamlarının sonucuydu. Mısır ve Suriye’nin önderliğinde bir araya gelen Arap ülkeleri, bu savaşla Filistin meselesini dünya kamuoyuna sunuyorlardı. İsrail’in bu sinsi stratejisine ABD ve Batı Avrupa ülkeleri tam destek veriyorlardı. Nitekim, Mısır ve Suriye içindeki Batı istihbarat ağı, bu