Yeni Türkiye, AK Parti ve Gülen Hizmet Hareketi arasında, dershaneler üzerinden yapılan iktidar savaşını izlerken, OECD, eğitim alanında yaptığı PISA 2012 Eğitim Endeksi’ni açıkladı.
Türkiye, notunu biraz artırmakla birlikte, yine, çok kötü bir sıralamayla, 64 ülke içinde 42. oldu.
PISA Endeksi, 64 ülkede 15 yaş öğrenci grubuna yaptırılan testlerle belirleniyor.
Türkiye, Matematik’te 44., Okuma-Anlamada 42., Fen’de 43. sırada yer aldı.
Üzücü bir sonuç.
Okul açmak, okul kitaplarını dağıtmak, eğitim altyapısını ülke genelinde güçlendirmek çok önemli, ama yetmiyor.
PISA Endeksi’nin ilk sıralarında Çin, Hong Kong, Kore, Malezya ve Japonya yer alıyor. Bundan ders almalıyız: Ancak, vizyon ve bilimsel temelde eğitime eğilince başarı geliyor.
7 Şubat 2012 Türkiye siyasi tarihinde bir dönüm noktasıydı.
Özel yetkili savcı, başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere, önemli MİT mensuplarını KCK soruşturması içinde ifade vermeye çağırıyordu.
Bu çağrı, 7 Şubat MİT krizi olarak tanımladığımız bir “iktidar mücadelesi”ni başlatıyordu.
Adı koyulmasa da, bu iktidar savaşının tarafları, AK Parti ile Gülen Hizmet Hareketi’ydi.
Başbakan’a yakın bir düşünce kuruluşu olan SETA Vakfı Başkanı Taha Özhan, 7 Şubat’ı, “iktidara ortak olmak” için “Yeni Türkiye’ye karşı yapılan bir sabotaj girişimi” olarak tanımlıyordu (Sabah, 17 Şubat 2012).
7 Şubat, yeni Türkiye’nin en önemli aktörü olan AK Parti’ye, özellikle de Erdoğan’a karşı yapılıyordu. Esas hedef, Hakan Fidan değil, Başbakan Erdoğan’dı.
O günlerde, Radikal İki’de şöyle yazmıştım: “7 Şubat, ‘vesayet-sonrası’ yeni Türkiye’nin ilk iktidar savaşı” olarak görülmelidir.
2013 yılını bitiriyoruz. ABD Başkanı Obama, İran’la nükleer müzakerelerde varılan uzlaşmadan çok memnun; “tarihi nitelikte bir gelişme yaşıyoruz” diyor.
Gerçekten tarihi ve Ortadoğu’da “oyun değiştirici” bir gelişme.
Obama bu sonuca, İran Cumhurbaşkanı Ruhani’yle konuşarak varıyor.
Bugün öğreniyoruz ki, İran, bu noktaya gelmek için çalışmaya çok önce başlamış; sessiz ve etkili bir diplomasi uygulamış.
Obama, Suriye krizine çözüm konusunda da, Putin’le görüşerek,“Obama-Putin inisiyatifi”ni oluşturmuş, iki lider diplomatik çözümü devreye sokmuştu. İran’la da olan yakınlaşmadan sonra, Suriye krizine çözüm için Cenevre II toplantısı önem kazandı.
Obama, Ortadoğu’da istikrar için önemli bir adımı da, İsrail’i Türkiye’den “özür dilemeye” zorlayarak atmıştı.
Obama yönetiminde Amerika, son beş yılda Kaya Gazı’nda attığı teknolojik adımlarla, “enerji bağımlılığı olmayan” bir ülke konumuna geldi.
Çözüm sürecini tartışırken ortaya çıkan ve önemli gördüğüm bir ikilem var.
Türkiye’de çözüm sürecini tartışırken odak noktamız, sürecin “yöntemi” ve başarı için gerekli olan “demokratikleşme hamleleri”. Yurtdışında, özellikle, Amerika’da yapılan tartışmalarda odak noktasıysa, sürecin “Ortadoğu, özellikle de Irak ve Suriye’yle ilişkili bölgesel dış politika boyutu”.
Bu köşede sürekli vurguluyorum: Hem ülke içinde barış ve demokratikleşmeyi sağlamak, hem de, Türkiye-Kürtler işbirliğinde, bölgesel gelişmelere ve değişime yanıt vermek, çözüm sürecinin iki ana amacını ve hedefini oluşturuyor. Bu iki amaç ve hedef, birlikte, sürecin, tüm sorunlara rağmen, devam etmesini sağlıyor.
Çözüm sürecinin bölgesel dış politika boyutuna yeterince önem vermediğimiz zaman, demokratikleşme hamlelerinde yeterli adımlar atılmadığı halde sürecin niye devam ettiğini anlamakta zorluk çekiyoruz.
Hafta sonu, küçük bir grup, Amerika Enerji Bakanı Ernest Moniz ve yakın çalışma arkadaşlarıyla yemek yedik. Bakan Moniz’i dinliyorum. “Kaya Gazı üretiminde son beş yıldaki başarılı çalışmamızla, bugün yüz yıllık doğalgazımız var, enerji bağımlılığımız bitiyor, dahası, enerji ihracatına geçiyoruz” diyor.
Yaklaşık bir yıl önce, “Yeni Anayasa süreci bitiyor ve bizler aldatıldık” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Yazım üzerine, Anayasa Yapım Komisyonu üyeleri dahil, milletvekillerinden ve Cemil Çiçek’ten olumlu yanıt almıştım.
“Lütfen siyasi partileri zorlamaya devam edin” demişlerdi.
Bizler, sivil toplum örgütleri olarak, yeni Anayasa için çalışmaya devam ettik.
Örneğin, direktörü olduğum İstanbul Politikalar Merkezi örgütleyiciliğinde, yüz bir sivil toplum örgütü “Birarada” inisiyatifini kurduk, yıl boyunca yeni anayasa çalışmalarını izledik, sürece desteğimizi ve çalışmalarımızı, başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere, Çiçek ve siyasi parti liderleri ve üst yöneticileriyle paylaştık.
Benzer destek girişimleri, çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından yapıldı.
Şunu söylemek yanlış olmaz: Toplum, üzerine düşeni yaptı ve yeni Anayasa isteğini ve gerekliliğini dile getirdi.
Diyarbakır buluşması, gerçekten, Başbakan Erdoğan’ın nitelediği gibi tarihi oldu.
İki gün boyunca, gerek Başbakan’ın, Barzani’nin ve Şivan Perwer’in konuşmaları; gerek Başbakan’ın Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyareti; gerek KCK-PKK için, seçim sonrasına kalsa da, bir tür af ya da yasal düzenleme olasılığının konuşulması; gerekse de bölgede oluşan olumlu hava, Çözüm Süreci ve Kürt Sorunu temelinde, tarihi bir dönüm noktasının oluşmasına yol açtı.
Başbakan’ın 2005 Diyarbakır konuşması tarihi bir dönüm noktasıydı. 2013 Diyarbakır buluşması da, tarihi bir dönüm noktası oldu.
Çözüm Süreci canlandı, Kürt sorununa, müzakere ve demokrasi temelinde çözüm olasılığı arttı.
Objektif yaklaşırsak, Diyarbakır buluşmasıyla, Başbakan, çok önemli ve başarılı bir siyasi manevra yapmış oldu. Başbakan, Sedat Ergin’in doğru saptaması gibi, sadece, Çözüm Süreci’nde, 2014 seçimlerine giderken, “önemli bir zaman kazanmış” olmadı (Hürriyet, 19 Kasım). Aynı zamanda, süreci silaha ve şiddete geri dönülmez bir noktaya getirirken, bu sürecin ve Kürt sorununa çözümün “ana aktörlerinden biri” olduğu gerçeğini de pekiştirmiş oldu.
Çözüm Süreci’yle, silah ve şiddetin zamanı bitmiş,
Diyarbakır bugün çok önemli iki buluşmayı yaşayacak.
Başbakan Erdoğan, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yle buluşurken, bölgenin ünlü sanatçıları Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses birlikte düet yapacaklar.
Erdoğan-Barzani Diyarbakır görüşmesi bir ilk olurken, Şivan Perver, 37 yıldan sonra ilk defa Türkiye’ye gelecek.
Diyarbakır, Başbakan’ın nitelediği gibi, “tarihi bir gün” yaşayacak.
Diyarbakır tercihi de doğru. Kürt sorununun ve bölgenin “kilit kenti” olan Diyarbakır’ın önemi giderek artacak.
Başbakan Erdoğan, bugünü, “Çözüm Süreci’nin taçlanması” olarak tanımlıyor. Şüphesiz ki, bu görüşme yavaşlayan sürece ciddi katkı sağlayacaktır.
Bazı yorumculara göre, Başbakan, Barzani’yle Diyarbakır’da buluşarak, Öcalan’a, Kürtlerin tek lideri olmadığı mesajını veriyor. Bazılarıysa, bugünü, Başbakan’ın seçim hamlesi olarak görüyor.
Yıl 1923. Türkiye kadınları, Kadın Halk Fırkası adıyla, Nezihe Muhittin başkanlığında ilk “kadın partisi”ni kurma girişimindeler. Yasalar mümkün kılmayınca, dernekleşiyorlar. Unutmayalım; bu kadın girişimi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kurulmasından önce yapılıyor.
Tarih 3 Mart 1924. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye kadınları “eşit eğitim hakkı”na sahip oluyorlar.
Yıl 1930. Belediye Yasası’yla, Türkiye kadınları, “yerel yönetim seçimlerine katılma hakkı” kazanıyorlar.
Yıl 1934. Türkiye kadınlarına seçme-seçilme hakkı veriliyor, siyasi anlamda “kadın-erkek eşitliği ve vatandaşlık”, Avrupa ve Amerika’dan önce Türkiye’de yaşama geçiriliyor.
Tüm bu gelişmeler bize, genelde “haklar dilinin”, tikelde de “kadın hakları alanının”, erken Cumhuriyet dönemindeki önemli yerini gösteriyor.
Yıl 2013. Kadınların ilk kadın partisi kurma girişiminden 90 yıl sonra, bugünün Türkiye’si.
Polisler kahveleri, evleri basıyor. Kız ve erkek öğrencilere kimlik ve adres soruyorlar, ceza kesiyorlar.