Bağırsağın ikinci beyin sayılabilecek kadar önemli bir organ olmasını sağlayan bağırsak mikrobiyotasıdır.
Geçen haftaki yazımda mikrobiyotanın ve mikrobiyomun ne olduğundan, kişiden kişiye nasıl değiştiğinden bahsetmiştim. Mikrobiyota, yaşanılan coğrafi bölge, beslenme, genetik, yaş, kullanılan ilaçlar gibi özelliklere göre aynı kişide bile zaman içerisinde farklılıklar gösterebilir. Aynı zamanda ilaçlar arasında özellikle antibiyotik kullanımı, stres, radyasyon, yiyeceklerdeki koruyucu ve katkı maddeleri de mikrobiyotaya etki eder.
Bağırsak mikrobiyotasındaki bakteri çeşitliliği oldukça fazladır. Çoğunluğu “bifidobakteri” ve “lactobacillus”tan oluşur, diğer sık görülen türler “streptococcus”, “enterococcus” gruplarıdır. Beslenmenin bağırsak mikrobiyolojisi üzerinde büyük etkisi vardır ve dünyanın farklı bölgelerindeki insanlar farklı bakteri profillerine sahiptir. Örneğin “prevotella” türü yüksek oranda karbonhidrat diyeti ile bağlantılı iken “bacteroides” yüksek oranda hayvansal yağ ve protein ağırlıklı beslenen kişilerde daha fazla bulunur.
Serotonin bağırsaktan salgılanır
Vücudumuza dost olan bu mikroplar bulundukları bölgede hastalık oluşturacak bakteri ve mantarlara karşı
Bizi zararlı mikroplardan koruyan mikroorganizmaların oluşturduğu sistemin en önemli destekçisi anne sütüdür.
Mikrobiyota, vücudu-muzda bizimle beraber yaşayan milyarlarca mantar, bakteri ve tek hücrelilerden oluşan mikroorganizmalar sistemidir. Toplam ağırlığı birkaç kiloyu bulabilen bu küçük canlılar vücudumuzun çeşitli bölgelerinde kolonileşmiş, sayıca çok fazla bir mikrop imparatorluğu gibidir. Bu mikrobiyotanın sahip olduğu genetik materyele de mikrobiyom adı verilir. Bu isimlerden ilk kez moleküler biyolog Joshua Lederberg ve mikrobiyolog eşi Esther Lederberg’in bakteri genetiği üzerinde yaptığı çalışmalarda bahsedilmiş ve 1958 yılında Joshua Lederberg’e 33 yaşında iken Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır.
Doğum şekli önemli
Mikrop kelimesi her ne kadar zararlı ve hastalık yapan anlamını çağrıştırsa da burada bahsettiğimiz mikroplar aslında bize dost olan ve düşündüğümüzün tam tersi olarak, bizi zararlı mikroplardan ve hastalıklardan koruyan türdendir. Kolonileştikleri yerler deri, idrar yolları, sindirim, solunum ve genital sistem olmak üzere vücudun değişik yerleridir. Yerleştikleri bölgenin doğal florasını oluşturup zarar vermeden yaşarlar. Örnek olarak hastalıktan şüphelenip
Hipertansiyonun tedavisinde ilaç kullanımının yanı sıra yaşam tarzı ve beslenme şekli de önemlidir.
Hipertansiyon kalp damar hastalıklarında önemli bir risk faktörü olup kalp krizine zemin hazırladığı gibi tek başına da inme ve aort damarının yırtılması gibi ölümcül komplikasyonlara yol açan tehlikeli bir hastalıktır. İyice yerleşene kadar kolayca belirti vermez, uzun süre sinsi ve sessizce ilerler. Zamanla vücut yüksek tansiyona alışmış ise başlangıçtaki müphem belirtilerini de artık hissetmez. İşte en tehlikeli hali de budur. Yani kişi tansiyonu çok yüksek olduğu halde hiç farkında değildir ve bu sinsi düşman sessizce ilerleyip maksadına ulaşır.
Hayat boyu tedavi ve takip gerektirir
Birçok tehlikeli sonuçlara yol açan hipertansiyonun ilaçla tedavisinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Unutulmaması gereken en önemli konu, bu tedavinin örneğin antibiyotik gibi geçici olarak kullanılıp hastalığı iyileştiren ve sonrasında bırakılan türden değil, hayat boyu sürecek bir tedavi olduğudur. Çoğu kimse kardiyoloğunun verdiği ilaçla tansiyonunun normale indiğini görüp iyileştiğini düşünerek ilacını kesmeyi veya azaltmayı aklından geçirir. Bu kesinlikle yanlış bir yaklaşımdır. Bir
Trans yağlar hazır satılan paketlenmiş ürünlerin yanı sıra defalarca kullanılan kızartma yağlarında karşımıza çıkıyor.
Geçen haftaki yazımda trans yağlara karşı sizi uyarmış, çeşitlerinden ve nasıl ortaya çıktıklarından bahsetmiştim. Kötü olduğu bilinen bu yağlar günlük hayatta birçok şekilde karşımıza çıkar. Yaz sıcağında afiyetle yediğimiz dondurmalarda, hazır satılan kek ve yaş pastalarda, pizzalarda, waffle’larda, kremalarda, süt ve kahve tozlarında, salata soslarında, et suyu ürünlerinde, patlamış mısırda, kurabiyelerde, bisküvilerde, krakerlerde, sandviçlerde, cips, margarin ve katkı yağlarında, patates kızartması, fast food gıdalar, çikolata, gofret, yapay süt tozu, mayonez, kısacası raf ömrü olan, paketlenmiş, ister tatlı ister tuzlu tüm gıdalarda trans yağlara rastlamak mümkündür. Ayrıca hem evlerde hem de restoranlarda, kızartma yağlarının defalarca kullanılması sonucunda da trans yağlar oluşabilir. Yağlar dünyada kullanılmaya başladığından beri çok tercih edilmektedir. Bunun esas sebebi, gıda firmalarının kullanımını kolay, üretimini de ucuz bulmasıdır. Bunlar ayrıca uzun süre dayanmakta ve yiyeceğe güzel bir tat vermektedir. Trans yağlar ticari tavalarda birden çok kez
Kaçınmamız gereken trans yağlar, “hidrojenasyon” denilen kimyasal yöntemle oluşturulan yağlar ile kızartma işleminden geçen sıvı yağlardır.
"Yağdan çok yiyelim”, “Az yiyelim”. “Kolesterol yapar”, “Yaparsa yapsın”. “1 gramı 9 kalori kolay kilo aldırır”, “Yok aldırmaz”. Bu tartışmalar süredursun, herkesin ortak görüşte olduğu bir konu var ki, o da trans yağların çok zararlı olduğu.
Birincisi, doğada bulunmayan ve bitkisel yağların endüstriyel bir işlemden geçirilerek hidrojenize edilmesiyle oluşturulan trans yağlardır. İkincisi sıvı yağların yüksek sıcaklıkta sürekli olarak ısıtılması ve kızartılması ile oluşan trans yağlar ve üçüncüsü doğal olarak bazı geviş getiren koyun, kuzu, inek gibi hayvanların işkembelerinde, et ve sütünde bulunan trans yağlar. Doğal olan bu yağların, diğer trans yağlar gibi bir zararı yoktur. Zararlarından bahsedeceğimiz ve esas olarak kaçınmamız gereken trans yağlar ilk iki çeşit olarak bahsettiğim yağlardır.
Kızartma işleminin birçok bakımdan sağlıksız olduğunu zaten biliyoruz. Bunlardan bir tanesi de trans yağlara dönüşümü tetiklemesi nedeniyledir. Diğer, sentetik olarak “hidrojenasyon” adı verilen kimyasal bir yöntemle oluşturulan yağlar da insan
Vücutta tiroit hormonu üretiminde kullanılan iyotun eksikliği, birçok hastalığa yol açabilir. İyot eksikliği erken evrede belirti vermezken daha ileri evrede hipotiroidiye neden olur
Rutin tahlillerimizi yaptırdığımız zaman pek çok değere baktırdığımız halde iyot düzeyini ölçtürmek pek aklımıza gelmez. Bu nedenle iyot yetersizliği çoğunlukla gözden kaçar. Oysa kolayca düzeltilebilen iyot eksikliği göz ardı edildiği zaman vücudumuzda önemli birçok belirtilere ve hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle her yıl haziran ayının ilk haftası “İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi Haftası” olarak anılır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya nüfusunun yüzde 54’ü iyot yetersizliği ve bunun yaratabileceği hastalık riskleriyle yaşamaktadır.
Neden gerekli?
İyot, vücutta tiroit hormonu üretiminde kullanılan bir mineraldir, bunun yanı sıra üreme sisteminin gelişimi, normal bir şekilde işleyişi, çocuklarda beynin sağlıklı olgunlaşabilmesi için belirli oranda gereklidir. Vücudun kalsiyum ve fosfor kullanımına yardımcı olmak, cilt, saç, tırnak ve kemiklerin sağlıklı olmasını sağlamak, metabolizmanın düzenlenmesine yardımcı olmak iyodun faydaları arasındadır. Dünya Sağlık Örgütü, yetişkin
Kalp damar hastalıklarının risk faktörlerinden olan sigara, birçok yönden etki ederek damarların tıkanmasına neden olur, kalp krizi ve ritim bozukluklarına zemin hazırlar.
Geçtiğimiz cuma günü Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık Bilimleri Üniversitesi ve Yeşilay işbirliğinde “31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü Programı” sunuldu. Bu konuda takdire değer çalışmalarıyla tanıdığımız Yeşilay Yönetim Kurulu Üyesi Esra Albayrak da toplantıda önemli bilgiler paylaştı. Bu programa ait panelde, ben de sigaranın kalp damar sağlığına olan etkilerinden bahsettim. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre, sigara içenlerde koroner arter hastalığı ve beyin felci geçirme riski iki ile dört kat daha fazla. Pasif olarak sigara dumanına maruz kalmak yetişkinlerde yüzde 25-30 oranında kalp damar hastalıkları olasılığını artırıyor.
Damar yapısını bozar
Tütün ürünlerinin tümü insan sağlığına zararlıdır. Bu ürünlerden en tanınanı ve en yaygın kullanılanı da sigaradır. Kalp damar hastalıklarının düzeltilebilir risk faktörlerinden olan sigara, birçok yönden etki ederek damarların tıkanmasına sebep olur. Sigara, damarın iç yüzeyini döşeyen endotel dediğimiz tabakayı bozar, yüzey bütünlüğünün bozulduğu yerde başta
2016’da Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan Yoshinori Ohsumi orucun insan sağlığına iyi geldiğini bilimsel olarak da ispatlamıştır.
Oruç tutmak ruh sağlığına iyi gelir: Beden ve ruh sağlığını her zaman bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Tüm ibadetlerde olduğu gibi, oruç tutmak da Allah’a yakınlaşmayı, ruhu arındırmayı, vicdan açısından rahatlamayı sağlar. Her zaman iyi bir insan olarak dikkat etmemiz gereken özelliklere Ramazan ayında daha da çok dikkat ederiz. Güçsüz ve muhtaç kişilere yardım edip, dedikodu, fitne ve fesattan uzak kalırız. Ramazan ayı oruç ibadetiyle beraber dostluğu, kardeşliği, dayanışmayı, birlik ve beraberlik içinde olmayı çağrıştırır. “Tok açın halinden anlamaz” atasözünde olduğu gibi oruç tutan kişi açlığın ne demek olduğunu yaşayarak görür, yiyecek alamayan insanın halini çok iyi anlar.
Hormonların doğru salınmasına ve kilo vermeye yardım eder: Oruç tutmak, obezitenin sebeplerinden olan insülin ve leptin direncinin düzelmesine yardım eder. Bu hormonların salınımı düzene girer ve kilo vermek kolaylaşır. Tiroid bezi gibi hormon salgılayan diğer bazı organların çalışmasına da olumlu etkisi vardır. Aç kalmaya dayanıklılık artar. Açlık ile tetiklenen ketozis dolayısıyla