Her yerde Kovid-19 salgınının verdiği zararlar, zorluklar ve kötü sonuçlar konuşuluyor. Zaten henüz iyi bilmediğimiz, ne yapacağı tam belli olmayan ve bizi evimize hapsetmiş, insanları hasta edip kimi zaman da ne yazık ki ne olduğunu anlamadan apar topar yoğun bakıma sokan, hatta öldüren bir mikrop var karşımızda. Olayın tüm bu kötü tarafları insanı yeterince korkutuyor ve moralini bozuyor.
Bağışıklık sistemini güçlü tutmak bu virüsle mücadelede son derecede önemlidir diyoruz ancak streste kalmak bağışıklığımızı baskılayıp, sistemin doğru bir şekilde çalışmasını da engelliyor. İşte bu yüzden de en zor zamanlarda olduğumuzu hissetsek de enseyi karartmadan, olayı iyi tarafıyla görmeye çalışmalı ve en önemlisi de bu işin üstesinden geleceğimize inanmalıyız.
Salgının korkutucu özelliğinin yanı sıra aslında alınacak tedbirlerin de çok basit olduğu ortada. Herkes buna dikkat ederse salgının ilerlemesini önlemek mümkün. Ne kadar çok dikkat o kadar erken çözüm. Bir de keşke herkes bunun farkına varsa ve ona göre davransa.
Covid-19 salgını hepimizi etkiliyor. Hayatımızı, günlük yaşantımızı hatta alışkanlıklarımızı tümüyle değiştiriyor. Virüsten korunmak için evde kal çağrısına uyuyoruz. Sağlık çalışanları, ulaşım, iletişim, güvenlik, gıda satışı, ülke yönetimi gibi alanların dışında çalışanların büyük kısmı evde kalıyor, çalışmıyor ya da çalışmaya evden devam ediyor. Bu alanlarda çalışanların da bir kısmı yaşı ileri olduğu için ya da çeşitli sağlık problemleri olması sebebiyle idari izinle bu dönemi evinde geçiriyor.
Beraberlik zamanı
Sağlık dışındaki birçok alanda çalışma yükü büyük oranda azaldı. Bu durum insanların büyük kısmına durup düşünmeye, birbiriyle konuşmaya, birbirini dinlemeye, anlamaya, ya da kendi kendine kalıp değerlendirmeler yapmasına imkân tanıyor. Biz millet olarak dostluk, kardeşlik, yardımlaşma, vatan ve millet için bir araya gelme içgüdüsüne sahip insanlarız. İçimizde nice tanınmış, tanınmamış kahramanlar mevcut. Birlik, beraberlikten kuvvet doğar. Biz
Kovid-19’un ne olduğu, neler yapabileceği ve nasıl korunmamız gerektiği konusunda artık hepimiz aşağı yukarı gerektiği kadar bir fikir sahibi olduk. Her gün her yerde artık bu hastalık konuşuluyor. Hangi ülkede kaç yeni hasta var, kime ne yapmış, kaç kişi test yaptırmış kaçı pozitif çıkmış anında takip ediyoruz. Hepimizin gündemi koronavirüs oldu. Tabii bu hain virüs hiç birimizin gözünün yaşına bakmadan canımıza kastettiğini bildiğimiz için de içimizde ister istemez bir korku rüzgârı esmeye başladı. Zaten keyif alacağımız her yer kapalı. Sinema, kafe, restoran alışveriş yapacağımız mağazalar hepsi yasak. Sevdiğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız hatta aile fertlerimizin büyük bir kısmıyla görüşmelerimiz kısıtlandı. Zaten bu hal bile tek başına moral bozucu bir de üstüne Kovid-19’un sebep olduğu ölümlerle ilgili haberler, yaptığı hastalığın ciddiyeti gibi konular konuşuldukça sinir bozukluğu iyice artıyor.
Unutmayalım, mücadele ekip işi
Ancak genel durumdan haberdar olmak, şeffaf iletişim de önemli ve çok
Dünya Sağlık Örgütü gerekli uyarıları yapıyor, Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca olayı en başından beri titizlikle yönetiyor. Bizim yapmamız gereken ise ‘koronavirüsün anayasası’ olan 14 kurala uymak!
Yeni koronavirüs diğer adıyla Kovid-19 artık global bir şekilde tüm dünyayı tehdit eder halde. Dünya Sağlık Örgütü Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus, 11 Mart tarihindeki duyurusuyla Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19 salgınını resmen pandemi olarak ilan ettiğini bildirdi. Alınacak tedbirler de buna göre belirlendi. Minnacık mikrop müthiş bir korku rüzgârı estiriyor. Ülkelerin sınırlarını kapattırıyor, ekonomilerini yerle bir ediyor, insanları evine hapsettiriyor, en kötüsü, zaten aynı zamanda da tüm bunların sebebi insanları hasta edip öldürüyor. Nerede kaç tane vaka görüldü, ölenler kaç kişi, herkes çok yakından takip ediyor.
Taşıdığı C vitamini nedeniyle limonun faydaları saymakla bitmez. Özellikle de şu sıralar bütün dünyanın başına dert olan yeni koronavirüsle mücadele etmek için bünyemizi güçlü tutmak her zamankinden daha da fazla önem taşıyor. Virüsten korunmak için bulaşmayı önlemek üzere alınan tedbirler elbette önemli. Ancak sürekli astronot gibi özel kıyafetler giyerek yaşayamayacağımıza göre ön planda bünyemizi daha doğrusu bağışıklık sistemimizi güçlü tutmamız gerekir. Bağışıklığı güçlendirmek için iyi uyku dâhil olmak üzere dikkat etmemiz gereken pek çok nokta var. Doğru ve sağlıklı beslenmek bunların başında geliyor. Ninelerimizden, dedelerimizden beri bildiğimiz gibi üşüttüğümüzde, soğuk algınlığı ve griple karşılaştığımız zamanlarda ilk başvurduğumuz yiyeceklerdendir limon. Bu hastalıklarda mevsim genellikle kış olduğu için kış meyvelerinden portakal, mandalinayı da sayabiliriz tabi. Ancak ben bu yazımda özellikle limondan bahsetmek istiyorum. Hem yaz hem de kış mevsiminde hem
Hastalık gelmeden önlem almak, sağlığı korumak için yediklerimize ve içtiklerimize dikkat etmemiz gerektiğini biliyoruz. Sağlığımıza zararlı olanlarından uzak durmak gerektiği gibi bir de içerdiği vitamin, mineral ve antioksidanlar sayesinde bizi bir takım hastalıklara karşı koruyan yiyecekler vardır. Fonksiyonel tıbbın da temelini oluşturan bu kıymetli ajanlar bizi korumak üzere tüketeceğimiz yiyecekler listesine girmelidir. C vitamininin bağışıklığımıza yaptığı olumlu etki özellikle kış aylarında bizi gribe karşı koruması açısından çok önemlidir. Vücudumuzun kanser hücreleriyle mücadelesinde, onları yok edip kanser oluşumunu engellemede de bağışıklık sistemimize büyük iş düşer. Bu savaşı kazanması için çok iyi çalışıyor olması gerekir. C vitamini de başka başta yemek borusu, ağız boşluğu, mide, pankreas, rahim ağzı, kalın bağırsak ve meme kanserleri olmak üzere bağışıklık sistemine bu savaşında yardım eder. C vitamini günde en fazla 1000 mg olarak alınmalıdır. Fazlası emilmeyerek idrarla atılır. C vitamininin uzun süre yüksek dozda alındığı
Çarpıntı kalbin hızlı çarptığına dair bir histir. Normal şartlarda istirahat halindeyken kalp atışı dakikada 60 ile 100 arasında değişir. Nabız olarak da adlandırılan bu atış dakikada 100’ ün üzerine çıktığında kişi bunu çarpıntı olarak hisseder. Bu tarifi kalp ile ilgili şikâyetler arasında çok sık duyarız. Kimi zaman hastada çarpıntı şikâyeti olduğu halde o anda nabzını saydığımızda normal sınırlarda olduğunu saptayabiliriz. Yani nabız sayısı normal olduğu halde ve hastada taşikardi olmadığı halde bu hissi yaşıyor olabilir.
Holterle kontrol
Tedavide kullanılan ilaçlar kalbi yavaşlatan ilaçlar olduğu için bu konu çok önemlidir. Mutlaka çarpıntının belgelenmesi gerekir. Bu da ya tam çarpıntı anında çekilen EKG ile ya da ritm holter dediğimiz kalp ritmi kaydıyla olur. Bu kayıtlar 24 saat ya da birkaç gün boyunca göğüs bölgesine yapıştırılmış birkaç elektrot ve küçük bir cihaz ile alınır. Hasta bu süre içinde normal günlük yaşantısına devam eder. Çarpıntı hissettiği zaman da
Enfeksiyon denince aklımıza bakteri veya virüs gelir. Birbirine benzer hastalıklar yapan bu iki mikrobu iyi ayırt etmek gerekir. Zira benzer belirtilere sebep olsalar da tedavileri ve sebep oldukları hastalıkların seyri tamamen farklıdır. Bakteriler virüslere göre nispeten daha halim selim mikroplardır. Eğer yanlış kullanım nedeniyle direnç gelişmediyse antibiyotiklerle genelde kolayca iyileşir. Hatta bazıları bizimle beraber dostça yaşar. Bağışıklık sistemimize hizmet eder. Mikrobiyota olarak adlandırılan bu bakteriler çok işimize yarar. Oysa virüsler hakikaten korkutucudur. Bakterilere göre çok daha küçüktür. Kendi başlarına yaşayamazlar. Mutlaka bir canlının hücresinde parazit gibi yaşamak zorundadırlar. Bu şekilde hücreyi kullanıp hızla çoğalarak hastalığı oluştururlar. Bağışıklık sistemimiz bir kez bu virüsle karşılaştığında onu tanır. Virüse karşı özel antikorlarını oluşturur ve tekrar aynı virüsle hastalık gerçekleşmesini önler. Ancak bu uyanık mikroplar aynı zamanda kolayca kılık değiştirirler. Bu sayede tanınmayıp bağışıklık sistemimizi gafil