Dün sabah gazetemizin sahibi Erdoğan Demirören’i kaybettik.
Acı haberi aldığımızda, tam 10 yıl önce Erdoğan Bey’le ilk tanıştığım günü hatırladım.
O zaman ben henüz İstanbul Life dergisinin yayın yönetmeniydim ve Milliyet’te de haftada bir yazı yazmaya yeni başlamıştım.
Erdoğan Bey, yayıncı olduğumu duyunca kâğıt gramajından baskı giderlerine, birçok konuda beni terletmişti.
Ben o zamanlar harika bir içerik yapmanın yayıncılıkta yeterli olduğunu düşünürken, kendisi sadece birkaç cümleyle benim gözlerimi açmıştı, işin diğer boyutunu da görmemi sağlayarak.
Milliyet’i henüz almamıştı o zaman, ama Hürriyet’in Erol Simavi döneminde yönetiminde yer aldığı için basına her zaman ilgiliydi ve yayıncılık konusunda sanılandan çok daha bilgiliydi.
Daha sonra Milliyet’i aldığında, çok az sohbet etme fırsatımız oldu, ama her konuştuğumuzda, artık gençlerin çok daha fazla çalışması ve çok yönlü olması gerektiğini söyledi.
Başarılı bir iş insanı olabilmenin sırrı, aynı olaya birden çok bakış açısıyla yaklaşabilmekten geçiyor belki de.
1997’de ABD’de üniversiteye başladığım yıl tanıdım Kate Spade markasını.
Bir moda editörünün New York’ta Çin mahallesinde küçük bir atölye kurup kendi çantalarını üretmesi de, Christian Louboutin’in ayakkabı tabanlarını kırmızıya boyaması gibi çantaların içinde yer alan etiketi son anda çantaların ön yüzüne dikmeye karar vermesi de ilgimi çekmişti.
Ama asıl ilgi çekici olan, o zamanlar bırakın Amerika’yı, dünyanın hiçbir yerinde ‘Affordable luxury’ modası daha başlamamıştı ve adını çantalara özellikle küçük harflerle yazan Kate Spade, ulaşılabilir lüks markalar akımının öncüsüydü.
Önce genç kızların kendilerini yetişkin gibi hissetmek istemelerine aracı oldu çantalarıyla, daha sonra çantaların fiyatları her ne kadar hızla yükselse de...
Ev aksesuarlarından kıyafete her alana girdi, eşi Andy ile birlikte kurduğu markasını çok büyüttü, 2006’da 124 milyon dolara Liz Claiborne’a sattı.
Çok kısa bir sürede milyar dolarlık bir şirket haline geldi marka, 2017’de Coach’ın da sahibi olan Tapestry grubuna 2.4 milyar dolara satıldı.
Daha sonra kendi adını bile değiştirdi Kate Spade, Kate Valentine yaptı, sattığı markasıyla mesafeyi biraz açmak, kızının adıyla yeni kurduğu Frances
Futbolla ilgilenen ilgilenmeyen, anlayan anlamayan herkes bu seçimi heyecanla bekledi.
Fenerbahçe kongre üyeleri işlerini güçlerini, seyahatlerini bu seçim tarihine göre ayarladı, tanıdıklar arasında sırf oyunu kullanabilmek için programını değiştirenler de oldu.
Sonuca, Fenerbahçe taraftarları kadar, Beşiktaş ve Galatasaray taraftarları da kendi takımlarına istedikleri başkan yeni seçilmiş kadar sevindi.
Sadece 20 yılın yorgunluğu, bıkkınlığı değildi bu değişime bu kadar sevindiren.
Sadece sevilen sayılan büyük bir ailenin bir ferdinin başkan olması da değildi...
Asıl herkesi bu kadar etkileyen, başkalarına atıp tutmadan, saygı göstererek de, kibarlıktan ödün vermeden de kazanılabileceğini görmekti.
İşte Fenerbahçe seçimlerinde bizi en çok sevindiren bu üsluptu.
Bu sezon Bodrum’dan Hisarönü’ne birçok yazlık yerde yeni oteller, restoranlar ve beach club‘lar açılıyor. İşte en yeniler...
71 yaşında Amerikalı bir işadamı Ian Schrager. Dünyada butik otelciliğin öncüsü olarak tanınıyor. Oysa adını ilk Stüdyo 54’ün kurucularından olmasıyla duyurdu.
1977’de ortağı Steve Rubell ile New York’ta açtıkları Stüdyo 54, kitaplara ve filmlere bile konu olan bir efsane haline geldi. Andy Warhol’dan Diane von Furstenberg’e birçok isim burada tematik partilerde eğlendi. Bir gece içinde defalarca dekor değiştiriyorlardı. 1980’de vergi sorunları nedeniyle hapse girdi ve Stüdyo 54’ü 4.75 milyon dolara sattılar. 1 yıllık hapis cezasından sonra yeni bir gece kulübü Palladium’u kurdular. Tanınmış Japon mimar Arata Isozaki eski bir müzik salonunu gece kulübüne dönüştürdü. Böylece ilk defa bir gece kulübü sanat odaklı oldu. Francesco Clemente, Jean-Michel Basquiat, Julian Schnabel, Kenny Scharf ve Keith Haring gibi sanatçıların eserleri burada sergilendi.
1984’te ilk otelleri Morgans’ı açtılar ve ilk butik otel konseptini yarattılar. İşin sırrı, lobiyi sosyalleşme alanı olarak kullanmalarıydı. Schrager’ın ortağı AIDS yüzünden hayatını kaybedince, kendisi otelciliğe
Şimdiye kadar ilk defa yabancı misafirlerimizi yurt dışında ağırlamaktan gurur duyacağımız, kendi mutfağımızın hakkını veren ama bunu harika bir atmosferde yapan bir restoranımız oldu.
Bu cümleyi bu hafta Londra’da sık sık duydum, kendim de sık sık tekrarladım Türkiye’den karşılaştığım tanıdıklara ve tabii Londralılara.
Londra’nın Mayfair’deki ikonik oteli Grosvenor House’da bu hafta açılan Rüya Londra’dan bahsediyorum.
Umut Özkanca’nın Dubai’deki Anadolu mutfağı restoranı Rüya, önce pop-up’ıyla Madrid’e minik bir çıkarma yaptı, sonra D-Maris ile Türkiye’ye geldi ve şimdi de bu hafta itibarıyla Londra’da.
Açılışı 4 Haziran Pazartesi akşamı gerçekleşecek, ama restoran daha açılmadan yeni restoran keşfetmek isteyen hem Türkiye’den hem Londra’dan birçok yeme-içme meraklısının radarına girdi.
Şimdiden yer bulmak için araya tanıdıklar bile sokuldu.
Restoran, Rüya Dubai’den daha farklı, Londra ruhuna daha uygun.
Bir kadın gazeteci Daily Beast adlı haber sitesinde Elon Musk’ı eleştirmenin artık mümkün olmadığını, çünkü en küçük eleştiride bile milyonlarca takipçisini kadın gazetecilere karşı kışkırtmak ve kadın gazetecilere ve bilime saygısızlıkla suçladı.
Elon Musk, iddiaları gülünç bulduğunu söylese de başta takipçilerini kadın gazeteciye yağdırdıkları küfürler ve hakaretler konusunda uyarmadı.
Ta ki annesi Maye Musk, “Ben seni bilim kadınları arasında, bilime ve kadınlara saygılı yetiştirdim, bu yalan haberlerin kadınlara düşmanlık meselesi haline getirilmesinden utanç duyulmalı” diye bir tweet atana kadar.
Daha sonra Elon Musk da takipçilerini kendisini eleştirenlere hakarette bulunmamaları konusunda uyardı ama doğrusu artık çok geçti, takipçileri ona toz kondurmamakta kararlıydı.
Malum, Elon Musk, Tesla ve SpaceX ile hepimizi kendisine bağlamayı başardı.
Tabii, Anıtkabir’den paylaştığı fotoğrafın da kalbimizde ayrı bir yeri var.
70 yaşındaki annesi Maye’in geç gelen süper modelliğinden erkek kardeşi Kimbal’ın Nextdoor Eatery ve The Kitchen ile gıda konusundaki sosyal yardım çalışmalarına, kız kardeşi Tosca’nın Netflix’e rakip Passionflix’ine Musk ailesinin her bireyini tek tek
Norman Foster, David Chipperfield, Ai Weiwei gibi yıldız isimlerle dolu Venedik’ten sonra soluğu Fethiye’de alıyorum.
Karşımda İngiltere’nin önde gelen sinema kuruluşu British Film Institute’un (BFI) iki temsilcisi var. Biri ‘contemporary fiction’ filmlerin küratörü Will Massa, diğeri ise BFI’ın Fethiye’de gerçekleştirdiği yaz gösterimlerinin mimarı Matt Brown.
Dünyanın en büyük film arşivine sahip BFI, ilk kez bir tatil yerinde, Fethiye’de film gösterimleri düzenliyor.
Malum, Hillside Beach Club açıldığı günden beri birçok alanda öncü.
Fikir, Hillside ekibinden çıkmış, BFI da memnuniyetle kabul etmiş.
Londra’dan direkt uçakla Dalaman’la gelip de Fethiye’nin akvaryum gibi denizini ve güneşini gördükten sonra da eminim daha sık gelmek isterler.
Dünyanın en iyi restoranı seçilen Osteria Francescana’nın şefi Massimo Bottura ile Londra’da Hayata Sarıl’ın İngiltere versiyonu Refettorio Felix’te bir araya geliyorum. Gıda israfı ile mücadele eden “Yemeğe Saygı” hareketini kendisinden dinliyorum.
Son zamanların en popüler restoran listesi ‘En İyi 50’de birinci seçilen Modena’daki Osteria Francescana’nın şefi Massimo Bottura’yla Londra’dayız. Refettorio Felix’te bir araya geldiğimiz Bottura, Grundig’in başlattığı gıda israfıyla mücadele veren “Yemeğe Saygı” hareketinin de marka elçisi. “Yemeğe Saygı”, Mehmet Gürs’ün “Ruhun Doysun” ile Türkiye’de yaptığı çalışmaların global versiyonu. Bottura, “Food For Soul” ile hem gıda israfı üzerine projeler geliştiriyor hem de kaynak sağlıyor.
Refettorio Felix, Londra’da St. Cuthberts Centre’da Bottura öncülüğünde, Grundig’in desteğiyle kurulan ve ihtiyaç sahiplerine yönelik bir lokanta. Bizdeki Hayata Sarıl’ın daha büyük ölçekli olanı. The Felix Project’in sağladığı fazla gıdalarla her gün ünlü bir şef mutfağa giriyor, hem ihtiyaç sahiplerinin her öğlen gelip güzel yemeklerle karnını doyurması sağlanıyor hem de akşamları yardım amaçlı ücretli yemekler düzenleniyor. Massimo Bottura ile