Dünyanın en eski tapınağı Şanlıurfa’da bulunan Göbeklitepe.
Tam 7 yıldır Türkiye’nin UNESCO’daki Geçici Miras Listesi’nde yer alıyordu.
Bu yıl ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun yoğun çabaları sonucunda UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kabul edildi.
Böylece Türkiye’de Dünya Miras Listesi tescilli alanların sayısı 18’e yükseldi.
Bunun üzerine Hıncal Uluç bir yazdı yazdı, “Göbeklitepe, Ece Vahapoğlu’dur” diye ve doğrusu çoğumuzu kızdırdı.
Peki ama neden kızdık bu başlığa?
Ece’nin Göbeklitepe’nin tanıtımı için ne kadar çalıştığını biliyorum ve doğrusu takdir ediyorum.
Göbeklitepe’ye Ece’yle de, Demet Sabancı Çetindoğan ve Çiğdem Simavi önderliğinde Ortak Nesiller Entegrasyonu (ONE) Derneği’nin üyeleriyle de gitme şansım oldu.
Şef Ebru Baybara Demir, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 100 bin euro ödüllü ‘Basque Culinary World Prize’da ilk 10 aday arasına girmeyi başardı.
İki yıl önce San Sebastian’daki Gastronomika’ya katıldığımda metrekareye en çok Michelin yıldızı düşen şehir San Sebastian’dan bildirmiştim.
Küçücük şehrin tam 16 Michelin yıldızı var.
Dünyanın en büyük gastronomi organizasyonlarından Gastronomika da burada yapılıyor.
5 kıtadan 40 şef bir araya geliyor ve deneyimlerini izleyicilerle paylaşıyor, bazen konuşarak, bazen sahnede canlı yemek pişirme şovlarıyla.
Bask bölgesi gastronomi turizmi ve ekonomisini canlı tutmak ve gastronomiye katkısını dünyaya duyurmak için önemli çalışmalar yapıyor.
‘Basque Culinary World Prize’ da bu çalışmalardan biri.
Böyle önemli bir ödülde ilk 10 aday arasına girmek büyük başarı.
Habertürk gazetesinin kapanacağı, yayın hayatına dijitalde devam edeceği haberini, her gazeteci gibi, büyük üzüntüyle öğrendim.
Gazetelerin, dergilerin yaşaması sadece biz gazeteciler için değil, hepimiz için çok önemli.
Evet, yazılı basın sadece Türkiye’de değil, dünyada da zamanın değişimiyle, dijital çağla mücadele ediyor.
Ama unutmamak lazım, dünyada son derece başarılı örnekler de var.
Geçen yıl Wallpaper dergisi genel yayın yönetmeni Tony Chambers ve Wallpaper ve Monocle dergilerinin yaratıcısı Tyler Brule ile peş peşe birer röportaj yapmıştım.
İkisinin de yazılı basının geleceğiyle ilgili söyleyecekleri her gazeteci için olduğu gibi benim için de çok önemliydi.
“Dergicilik de yayıncılık da düşünüldüğünden daha uzun süreli olacak.
Yazılı basın öldü deniliyordu beş yıl önce ama hâlâ yaşıyor ve yaşayacak.
Alaçatı’nın dokusuna sahip çıkmak önemli, işte bu yüzden #Alaçatı75desibel sonsuz desteği hak ediyor.
Eskiden İzmirlilerin sayfiyesiydi Çeşme. Bir de rüzgarı sayesinde sörfçüler biliyordu değerini. Babylon Alaçatı’nın açılışıyla İstanbullular da Çeşme’yi keşfetti. Babylon, Alaçatı’dan Aya Yorgi’ye taşındı ama İstanbullular Alaçatı’dan vazgeçmedi. Emre Ergani’den Metin Fadıllıoğlu’na İstanbul’un tanınmış işletmecileri de Çeşme’de mekan açtı. Güler Sabancı’dan Erol Tabanca’ya iş dünyasından birçok isim de Çeşme’ye otel yatırımı yaptı. Yine de turizmciler hep dertliydi, “Çeşme zor bir bölge, çünkü yabancı turist gelmiyor” diye. Gerçekten de öyleydi, Bodrum’a, Antalya’ya, Fethiye’ye yabancı turistler akın ederken Çeşme’de sadece yerli turistler vardı.
İşte bu yüzden Çeşme’nin New York Times’ın 2016’da gezilecek görülecek 52 yer listesine girmesi çok önemliydi. Zeytin, sakız, enginar gibi yerel lezzetlerin ve üzüm bağlarının, Noma’dan ilham alan Alancha’dan, İstanbul ve İzmir’den transfer olan restoranların etkisinden bahsetmişti New York Times. “Gastronominin öne çıktığı bir Ege kıyısı” diye özetlemişti Çeşme’yi. Derken, Çeşme’nin en sevilen yeri Alaçatı yerli turistlerin akınına
Dünyanın en önemli müzik festivallerinden Montreux Caz Festivali dün itibarıyla, İstanbul Caz Festivali ise 26 Haziran itibarıyla başladı.
Montreux Caz Festivali bu yıl 52. yılını kutluyor, İstanbul Caz Festivali ise 25. yılını...
Birçok müzisyen Montreux’de çalabilmek için can atıyor, festival programında yer almayı bir prestij unsuru olarak görüyor.
Ahmet Ertegün etkisi
Dünyanın her yanından müzikle ilgilenenler temmuz ayında Montreux’ye koşuyor.
Festivalin Türkiye’yle güçlü bir bağı var, “Bugün burada olmayı, bu festivalin gerçekleşmesini Ahmet Ertegün’e borçluyuz” diyor festival komitesinde yer alan Peter G. Rebeiz.
Festivalin çıkış noktasını anlatıyor: “Her şey bir kutu çikolatayla başladı. Müzisyenlerle dostluğuyla ve çılgın partileriyle bilinen Claude Nobs bundan tam 52 yıl önce Ahmet Ertegün’ün müzik şirketi Atlantic Records’ın kapısını çalıyor, “Patrona İsviçre’den çikolata getirdim” diye.
Randevusuz kabul edilmiyor ama o kadar uzun bekliyor ki sonunda Ertegün’e ulaşıyor ve Montreux Caz Festivali için istediği desteği alıyor.
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici belgesellerden biriydi, ‘McQueen’.
Belgesel büyük bir ustalıkla hazırlandığı için ve film harika olduğu için değil, tamamen ana karakter Alexander McQueen’in yeteneğini sergilediği için.
Ian Bonhôte ve Peter Ettedgui, ‘McQueen’ belgeselini yapmaya karar verdikleri zaman önce yakınları tarafından Lee diye bilinen Alexander McQueen’in ailesinden yardım istiyor ve acıları 8 yıl sonra hâlâ çok taze olduğu için ‘Hayır’ cevabını alıyor.
Daha sonra bugün hâlâ büyük modaevleri arasında yer alan Alexander McQueen markası yönetiminden yardım istiyorlar, markanın artık geçmişe takılı kalmak yerine geleceğe odaklanması gereken yöneticileri de ‘Hayır’ cevabını veriyor tabii.
Sonuçta, McQueen ile yapılacak bir belgeselde gey kulüpleri, uyuşturucu, vs gibi özel hayatının belli bir bölümünün öne çıkarılacağından ve yeteneğine, işine yeterince saygı duyulmayacağından korkuyorlar.
Yine de Ian Bonhôte ve Peter Ettedgui yılmıyor, onların fikri McQueen’i ve bütün değerli moda tasarımcılarını sürekli strese sokan moda haftaları defileleri üzerinden anlatmak.
Bu fikir sayesinde belgesele daha ortada hiçbir şey yokken üç gün içinde beklentilerinin üstünde
Bir Türk trombonist İsviçre’de çok önemli bir müzik okulunun sınavına gider.
Fransızcası yoktur, İngilizcesi Tarzancadan hallicedir.
Çok iyi çalar, çok beğenilir.
Gelin görün ki sınavın bir de mülakat bölümü vardır.
İsviçreli akademisyenlerden biri ona köşedeki dönerciyi gösterir.
“Ondan rica et, yarınki sınava gelip bize tercüme yapsın” der.
Bizim trombonist koşa koşa dönerciye gider, durumu anlatır.
“Abi yarın sabah 9’da sınava gelir misin benimle?”
Bugünkü gündem malum. Bizden çok uzakta, ABD’de geçen seçimlerin kaderini değiştiren soruşturmayı başlatan FBI eski Başkanı James Comey’yi izleme şansım oldu bu hafta. Bakın “A Higher Loyalty” (Daha Yüksek Sadakat) adlı kitabı ona yazdıran süreçle ilgili neler anlatıyor?
Melania Trump’ın “I really don’t care, do you?” yazılı asker parkasıyla mülteci çocuklarının yanına uçtuğunu gördüğümüz günün akşamı, benim de FBI eski Başkanı James Comey’le randevum var. Melania Trump, basın sözcüsünün açıkladığı gibi mesaj vermeden sadece bir ceket mi giymiş, yoksa eşi Başkan Donald Trump’ın açıkladığı gibi “yalancı basına mesaj” vermek için mi bu kıyafeti seçmiş, yoksa sadece basit bir kadınsal güdüyle eşine “Seni vezir de ederim, rezil de…” mesajı mı vermiş, orasını tam olarak bilmiyoruz. Kuvvetle muhtemel, mesaj Başkan Trump’a… Gelelim Trump, Obama, Clinton ve Bush olmak üzere tam dört ABD başkanı döneminde ABD tarihinde önemli rollerde görev alan James Comey’le olan randevuma…
Hayır, teke tek bir randevu değil bu. Londra’da Barbican Center’da, Intelligence Squared’in düzenlediği, BBC’nin ekran yüzü Emily Maitlis’in James Comey ile gerçekleştirdiği dev tartışma. Comey’nin “A Higher Loyalty”