Erkek ve kadının birbirlerine bakışını, zihniyetini, kimliğini, şiddeti ve de şiddeti kanıksayan tutumunu değiştiremediğiniz bir toplumun, dilini değiştirmek sizce sonucu değiştirir mi?
1980’li yılların Türkiye’si… Nikâhsız yaşayan bir kadına dört erkeğin tecavüz davasında sanıklar, kadının “fahişe” olduğunu, bu nedenle cezalarının mevcut yasaya göre indirilmesini talep etti. Mahkeme Başkanı, 1923’den kalma bu yasanın Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu hatırlatarak, maddenin iptalini istedi. Anayasa Mahkemesi’nin 11 erkek üyesinden 4’ü maddenin iptali konusunda evet oyu verdi. 7 erkek üye ise “İffetli kadınla iffetsiz kadına tecavüz aynı şey değildir” gerekçesiyle hayır dedi
1986’da Kadıköy’de “hayat kadınlarına tecavüze ceza indirimi”ni düzenleyen yasayı protesto etmek için büyük bir eylem gerçekleştirildi. Demokratik kitle örgütleri o gün ayağa kalktı. Kitlesel tepkiler yasanın değişmesinde etkili oldu, ama yargının ve sokaktaki adamın kadına bakışı aslında hiç
Bir insan neden hiç tanımadığı insanları öldürmek ister? Dili, dini, inancı, cinsiyeti, rengi farklı diye nefret etmek! Bu nefreti besleyen hastalıklı yapıları ortaya çıkarmadıkça nefret suçları medyanın haber konusu olmaya devam edecek
ABD, Minneapolis kentinde bir polis memurunun sokak ortasında ensesine diziyle baskı yaparak öldürdüğü George Floyd isimli siyahi vatandaşı için ayakta. Kovid-19 salgınına rağmen ülkenin neredeyse bütün eyaletlerinde ırkçılığa karşı barışçıl ya da şiddet yanlısı gösteriler düzenleniyor. Bu gösteriler başka ülkelere de sıçradı. Gösterinin en önemli sloganı “Nefes alamıyorum!” Bu slogan 2014’te New York’ta çok benzer şekilde öldürülen Eric Garner’dan bu yana, siyahi vatandaşların üzerindeki polis baskısını tanımlamak için kullanılıyor. Ve artık yalnız da değiller. Gösterilere beyazlar da katılarak destek veriyor.
Bundan birkaç ay önce Almanya’da, Hanau’daki ırkçı terör saldırısında dokuz kişinin hunharca katledildiği
Virüsü fırsatçılığa çevirenlerin doğayı talan etmesi ve “tek kullanımlık poşet” alışkanlığının geri dönmesi, salgının doğa ve çevre açısından çok da olumlu bir sürece yol açmayacağını ortaya koyuyor
Koronavirüs salgınının baş göstermesi üzerine, sokağa çıkma yasakları, uçuşların durdurulması, bazı fabrikaların üretime ara vermesi, şehirlere giriş çıkışların yasaklanması gibi birçok önlem hava kirliliğinin azalması yönünde bir etki yarattı. Öyle ki; sadece İstanbul’da hava kalitesinin 1-12 Nisan 2020 tarihleri arasında yüzde 28.6 oranında iyileşme göstermesi, “Virüse karşı alınan önlemler hava kirliliğini sorun olmaktan çıkarıyor mu?” sorusunu da beraberinde getirdi.
Uzmanlar, sadece hava kirliliğinin azalmasına bakılarak alınan önlemlerin doğaya iyi geldiği yönünde bir değerlendirme yapılamayacağı görüşünde.
Örneğin Ekoloji Birliği, koronavirüs (Kovid-19) günlerinde ülkenin dört bir yanına yayılan inşaat, enerji, maden gibi projelerin “Evde
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu “Kovid-19 salgınıyla ilgili aşırı bilgi bombardımanına maruz bırakıldık. Medya korkuyu tetikleyen spekülasyonların kullanımından kaçınmalı” diyor.
Dünya genelinde yeni tip koronavirüs (Kovid-19) vaka sayısı 5 milyonu geçerken, can kaybı 318 bine ulaştı. Salgından en fazla etkilenen ABD oldu. Avrupa başta olmak üzere birçok ülkenin sağlık sistemi çöktü. 55 ülkeye tıbbi malzeme yardımı ulaştıran Türkiye’deki tablo ise önlemlerin sürmesi halinde normale dönülmesi bakımından umut verici görünüyor.
Buna karşın her gün virüse dair ortaya atılan, ancak doğruluğu kanıtlanmamış yığınla bilgi ve insanların neye karşı savaş verdiğini bilmiyor olması korku ve panik yaratmakta. Virüsün kendisinden daha bulaşıcı olan bu korku ve paniği besleyen ne?
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, özellikle küresel medyanın bireylerin direncini psikolojik olarak zayıflatmak için, kullandıkları korkutma taktiklerinin ürkütücü boyuta vardırıldığını belirterek, şöyle diyor: “Bu yaratılan korkunun neden
Herhangi bir bilgiye sanal yoldan ulaşmak çok kolaylaştı ama bazen, herkesi yanıltabilecek sonuçlar da doğurabiliyor. O yüzden, sanal ortamdaki bilginin ulaşılabilecek ve kanıt gösterilebilecek bir kaynağı olmalı
Bu çağın teknolojisi bize sadece sanal bir dünya yaratmadı. Kolay yoldan bilgiye ulaşırken, yaşamın bizzat kendisini de sanal hale getirdi… Öyle ki, ortalığa yayılan bilgi kirliliği yüzünden artık hangi söz kime ait, bilmek mümkün olmayabiliyor.
Mesela “Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, aşk sanıyorsunuz!” sözleri… Sizce bu sözler kime ait? Google’la yazınca 0.44 saniyede karşınıza 11 bin 600 sonuç çıkıyor. Üstelik neredeyse tamamı William Shakespeare’e atfedilen ya da “Otello”da geçen bir cümle olarak kayıt edilmiş. Shakespeare’in “Othello”su sadece bir tiyatro oyunu değil. Verdi’nin bestelediği operanın yanı sıra sessiz sinema dönemi de dahil olmak üzere değişik tarihlerde birçok filme konu olmuş bir eser.
Bu ifadeleri ben dahil birçok köşe yazarı
Araştırmalara göre; kamuoyu, bilimsel olmaktan uzak yorum yapan popüler isimlerin yerini, artık gerçek uzmanlara bırakmasından yana
Sosyal medya insanlara herhangi bir konuda kendi düşüncelerini açıklama imkânı tanıyor. Buna kimsenin itirazı yok. Ancak kamuoyunu ilgilendiren bir konuda; bir haberi, bir projeyi, bir programı desteklemek ya da tartışmaya açmak için genellikle “uzman” görüşlere ihtiyaç duyulur. Bunun için diploma sahibi olmanız yeterli değildir. O unvana sahip olmak için, o mesleği ayrıca icra ediyor olmanız gerekir. Üstelik her mesleğin kendi içinde ayrı bir uzmanlık alanının olması, doğru soruyu, doğru insana sormak ve bilgiye ulaşmak bakımından da son derece önemlidir.
Buna rağmen milyonlarca insanın hayatını, geleceğini ilgilendiren bir meselede bazı insanların uzman olmadığı halde görüş bildirmesi ya da uzman olmayan kişilerin görüşüne başvurulması, en az şüpheli bir bilgiyi paylaşmak kadar tehlikeli sonuçlara neden olabiliyor.
MEB eleştirileri dikkate aldı
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Eğitim Bilişim
Türkiye Cumhuriyeti’nin 97 yıllık serüveni içerisinde, 70 yıl, o kurumun önemini ortaya koyması bakımından hayli önemli bir zaman dilimi. Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmenimiz Mete Belovacıklı, Milliyet’in tarihini kaleme almamı istediğinde endişelendim, çünkü gazetenin 70 yılını özetlemek, aslında Türkiye’yi özetlemek demekti. Yine de Milliyet tarihini üç açıdan incelemek mümkün. Birincisi: toplumsal dönüşüme bizzat katkı sağlayan Milliyet. İkincisi: ilkeleriyle, ilkleriyle, haberleriyle, yazarlarıyla efsane yaratan Milliyet. Üçüncüsü: yeni dünya düzeninin paradigmalarını doğru okumak için geleneksel olanı yeni medyayla buluşturarak köklü geçmişini geleceğe taşıyan Milliyet.
Sorumluluk aldı
Dolayısıyla Milliyet’i anlatmak için, Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği, gazetenin de yayın hayatına başladığı 1950’li yıllardan başlamak gerekir. Çünkü o yıllarda Milliyet, ülkede yaşananların sadece siyasal, ekonomik ve toplumsal
Sevdiğiniz insanları hastane kapılarında beklerken, kurtarılacağına dair hep bir umudunuz vardır. Oysa umut etmek, bazen çok tehlikeli bir duygudur
Geçen yıl kardeşimi kanserden kaybettiğimde, bıçak kesiği gibi insanı delip geçen bir acı, içimde inanılmaz bir öfke patlamasına dönüştüğünde, o an, o hastanenin camını, çerçevesini aşağı indirmek istedim; bütün doktorlardan, hemşirelerden, hastaneden nefret ettim, etrafımda o an benim yaşadıklarımı hissedebilecek ne bir doktor ne bir hemşire ne de bir psikolog vardı. Zihnimde hiç yanıt bulmamış yüzlerce soru ve “Aslında isteseler kurtarılabilirdi” düşüncesiyle öylece kalakaldım…
Doktorlar beni hastamın hastalığı konusunda, önceden bilgilendirmemiş, hastanenin çabası beni bu olası sonucu metanetle karşılamam için yeterince hazırlamamış olsaydı o travmayla nasıl başa çıkardım bilemiyorum. Ama artık biliyorum ki, tıp her şeyin çaresi olamıyor.
Bu şiddetin kaynağı da belli
Sorun şu ki o gün benim yaşadığım bu acıyı şiddete, eyleme döken binlerce cahil, eğitimsiz hasta