Amerika’da, bir perakende aracısı mobilya firmasının çocuk ticareti yaptığı iddiası, internetin kullanımı ve güvenlik açığı gibi sorunları çarpıcı bir biçimde tekrar gündeme getirdi. Çünkü hem şirket yönetimi hem de ulaşılan bazı çocuklar ve aileleri iddiaları reddediyorlardı
Amerika’yı 2016 yılında ayağa kaldıran “PizzaGate” skandalını hatırlar mısınız? Başkanlık seçimi öncesinde, sosyal medyada başta Hillary Clinton ve John Podesta olmak üzere çok sayıda siyasetçi bürokrat ve iş insanı, “Comet Ping Pong” restoranı aracılığıyla “Çocuklara cinsel istismarda bulundukları” iddiasıyla suçlandı. Suçlamaların internette yayılmasından hemen sonra, bir kişi restorana silahlı baskın düzenleyince, seçmenlerin olaya ilişkin düşünceleri, pek çok araştırmanın da konusu oldu. Örneğin The Ekonomist/YouGov tarafından seçmenlere, “Clinton kampanyasından sızdırılmış e-postaların içeriğinin pedofili ve insan kaçakçılığı hakkında” olduğuna inanıp
Dünyanın birçok ülkesinde heykeller, ırkçılığa, sömürgeciliğe ve köleliğe karşı eylem ve gösterilerin aracı haline geldi. Geçmişin mirası heykellere zarar vermek, bir tarihin sorgulanması mı yoksa vandallık mı?
Yıl 2004... Venezuela’da bir grup gösterici, tarih kitaplarında adı “Amerika’yı keşfeden kâşif” olarak geçen Kristof Kolomb’un heykelinin üzerine çıkarak, sanal bir mahkeme kurdu. 500 yıl önce Venezuela’yı işgal eden ve ülkeye İspanya bayrağını diken Kolomb’u soykırım yapmakla suçladılar. Heykeli devirerek meydana kadar sürüklediler. Boynuna ip geçirip bir ağaca astılar ve heykelin kaidesine de “Kolomb=Bush” yazdılar. Bu olaydan 13 yıl sonra bu kez Amerika’da göstericiler, köleliği savunan güneylilerin komutanı General Lee’nin heykelini yıkmakla kalmadı, kâşif Kristof Kolomb’un da 225 yıllık heykelini baltayla parçaladı. “Kolomb, Avrupa kapitalizminin istilasının sembolüdür. Asırlarca süren terör, cinayet, soykırım, tecavüz,
Minareleri, mihrapları, minberleri, çinileri, taş ve ahşap oymaları, halıları, süslemeleriyle Anadolu’nun en eşsiz kültürünü bünyesinde barındıran camilerin restorasyonları oldukça tartışmalı
Türkiye tarihi geçmişi en zengin ülkelerden biri. Ancak kültürel mirasını korumak bakımından iyi sınav vermiyor. Sadece geçmişten miras 118 ulu caminin tarihi bile nasıl zengin bir hazineye sahip olduğumuzun bir göstergesi. Buna karşın minareleri, mihrapları, minberleri, çinileri, taş ve ahşap oymaları, halıları, süslemeleriyle Anadolu’nun en eşsiz kültürünü bünyesinde barındıran bu camilerin restorasyonları oldukça tartışmalı. Bugün bu tartışmaların odağına son olarak Kastamonu’da 1506 yılında inşa edilen Nasrullah Camisi’nin restorasyonu oturdu.
Türkiye’de arkeoloji haberciliği alanında oldukça önemli işlere imza atan Arkeofili internet sitesinin kurucularından Erman Ertuğrul, iki yıl süren restorasyon çalışmaları sonucunda yeniden ibadete açılan 514 yıllık caminin eski ile yeni fotoğraflarını
Son 35 gün içerisinde Ağrı’da beş, Mardin’de dört ve Diyarbakır’da iki kadının şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği ve hepsinin kayıtlara “intihar” olarak geçtiği yönündeki iddialar, Meclis’in gündemine taşındı. Bakanlık can güvenliği tehlikesi yüksek olan mağdurları zamanında tespit etmeyi amaçlıyor.
Ceylan Akpolat… 25 yaşında. 7 yıllık evli. 5 Mayıs’ta eşinin ailesi tarafından şiddete maruz bırakıldığı gerekçesiyle İlçe Jandarma Karakolu’na başvurdu. Olaydan üç gün sonra 8 Mayıs’ta evinde asılı halde bulundu. Ölümü kayıtlara “intihar” olarak geçti.
Pakize Öztaş… 23 yaşında. İki çocuk annesi. 19 Mayıs’ta eşiyle yaşadığı tartışmanın ardından hayatını kaybetti. Eşinin kendisine şiddet uyguladığı, şiddeti kimseye anlatmaması için telefonuna el koyduğu iddia edildi. Ölümü kayıtlara “intihar” olarak geçti.
Kübra Taşdemir… 21 yaşında. Bir yıllık evli! 11 Haziran’da kaldıkları yayla çadırında asılı bulundu. Ailesi
Dünya “Bilim insanı ırkçı olabilir mi?” sorusuna yanıt vermediği sürece bugün sokağa taşan ırkçılığa karşı eylemler daima olacak
Bugün ABD, İngiltere ve Avrupa’nın birçok ülkesinde ırkçılığa karşı gösteriler sürüyor. Siyahilerin özellikle polis şiddetine maruz kalması, uğradıkları haksızlık ve orantısız şiddet tartışılıyor.
Oysa demokrasinin beşiği sayılan bu coğrafyada yaşayan insanların; doğulu ya da siyahilerin uğradığı ayrımcılık sadece şiddet üzerinden şekillenmiyor. Ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, hangi ülkeden geldikleri, renkleri, ırkı, cinsiyeti de bilim çevrelerinde, üniversitelerde bir sorun olarak karşılarına çıkıyor. Açıkça uğradıkları tehditten daha da tehlikeli olan gizli ayrımcılığı üniversitelerde, bilim çevrelerinde yaşıyorlar.
Geçen yıl The Guardian ve Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu ırkçılık üzerine iki ayrı araştırmayla bunu manşetine taşıdı. Öyle ki; bazı üniversitelerin sorunun çözülmesine karşı “direnç” gösterdiği, sadece
Erkek ve kadının birbirlerine bakışını, zihniyetini, kimliğini, şiddeti ve de şiddeti kanıksayan tutumunu değiştiremediğiniz bir toplumun, dilini değiştirmek sizce sonucu değiştirir mi?
1980’li yılların Türkiye’si… Nikâhsız yaşayan bir kadına dört erkeğin tecavüz davasında sanıklar, kadının “fahişe” olduğunu, bu nedenle cezalarının mevcut yasaya göre indirilmesini talep etti. Mahkeme Başkanı, 1923’den kalma bu yasanın Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu hatırlatarak, maddenin iptalini istedi. Anayasa Mahkemesi’nin 11 erkek üyesinden 4’ü maddenin iptali konusunda evet oyu verdi. 7 erkek üye ise “İffetli kadınla iffetsiz kadına tecavüz aynı şey değildir” gerekçesiyle hayır dedi
1986’da Kadıköy’de “hayat kadınlarına tecavüze ceza indirimi”ni düzenleyen yasayı protesto etmek için büyük bir eylem gerçekleştirildi. Demokratik kitle örgütleri o gün ayağa kalktı. Kitlesel tepkiler yasanın değişmesinde etkili oldu, ama yargının ve sokaktaki adamın kadına bakışı aslında hiç
Bir insan neden hiç tanımadığı insanları öldürmek ister? Dili, dini, inancı, cinsiyeti, rengi farklı diye nefret etmek! Bu nefreti besleyen hastalıklı yapıları ortaya çıkarmadıkça nefret suçları medyanın haber konusu olmaya devam edecek
ABD, Minneapolis kentinde bir polis memurunun sokak ortasında ensesine diziyle baskı yaparak öldürdüğü George Floyd isimli siyahi vatandaşı için ayakta. Kovid-19 salgınına rağmen ülkenin neredeyse bütün eyaletlerinde ırkçılığa karşı barışçıl ya da şiddet yanlısı gösteriler düzenleniyor. Bu gösteriler başka ülkelere de sıçradı. Gösterinin en önemli sloganı “Nefes alamıyorum!” Bu slogan 2014’te New York’ta çok benzer şekilde öldürülen Eric Garner’dan bu yana, siyahi vatandaşların üzerindeki polis baskısını tanımlamak için kullanılıyor. Ve artık yalnız da değiller. Gösterilere beyazlar da katılarak destek veriyor.
Bundan birkaç ay önce Almanya’da, Hanau’daki ırkçı terör saldırısında dokuz kişinin hunharca katledildiği
Virüsü fırsatçılığa çevirenlerin doğayı talan etmesi ve “tek kullanımlık poşet” alışkanlığının geri dönmesi, salgının doğa ve çevre açısından çok da olumlu bir sürece yol açmayacağını ortaya koyuyor
Koronavirüs salgınının baş göstermesi üzerine, sokağa çıkma yasakları, uçuşların durdurulması, bazı fabrikaların üretime ara vermesi, şehirlere giriş çıkışların yasaklanması gibi birçok önlem hava kirliliğinin azalması yönünde bir etki yarattı. Öyle ki; sadece İstanbul’da hava kalitesinin 1-12 Nisan 2020 tarihleri arasında yüzde 28.6 oranında iyileşme göstermesi, “Virüse karşı alınan önlemler hava kirliliğini sorun olmaktan çıkarıyor mu?” sorusunu da beraberinde getirdi.
Uzmanlar, sadece hava kirliliğinin azalmasına bakılarak alınan önlemlerin doğaya iyi geldiği yönünde bir değerlendirme yapılamayacağı görüşünde.
Örneğin Ekoloji Birliği, koronavirüs (Kovid-19) günlerinde ülkenin dört bir yanına yayılan inşaat, enerji, maden gibi projelerin “Evde