UEFA Avrupa Ligi için “Tam da boyumuza göre….” diyerek erken bir tanı koymuştuk. Daha maçlar oynanmadan “Kim bilir, belki de iki tarafı da İstanbul çıkışlı bir Türk finali oynanır, biz de memleketçe alkışlarız” diye sıcak rüyalar görüyorduk. Bu rüyaları Galatasaray ve Fenerbahçe de besleyince, ister istemez Beşiktaş’tan da bir güzellik bekledik Ajax karşısında...
Güzellik mi? Yok öyle bir şey… Hayal kırmanın da bir sınırı olmalı…
Hadi güzellik bulamadık, en azından bir beraberlik, ya da ne bileyim, tek farklı bir yenilgi filan… Gerçi eleme müsabakası olmadığı için farkın, ya da az farkın o kadar önemi yoktu ama, olsun… Yenilelim, ama ayıp olmasın.
Johann Cruyff Arena’da dün oynanan maç hem çirkin, hem ayıplı, hem de sportif açıdan utanç vericiydi.
Ajax önünde bazı dostların uçarak “favori” tabelası yapıştırdığı Beşiktaş, skor tabelasında battıkça battı. Ajax attıkça atarken, bizimkilere düşen batmaktı elbet.
şen batmaktı
Sonunda bu da oldu… Yurt içinde 60 yılı aşan şampiyonluk rekabeti, inişli-çıkışlı heyecanıyla, coşkusu ve hayal kırıklığıyla Avrupa’ya da taşındı. Evet, Üç Büyükler dediğimiz futbolumuzun anlı-şanlı “ekabir”leri, şimdi UEFA Avrupa Ligi’nde birlikte mücadele edecekler. Fikstürdeki 8’er maç tamamlandıktan sonra eleme aşamasına gelindiğinde, o aşamada ilerledikçe birbirlerinden ya kopacaklar, ya da finalde “kenetlenerek” bir Türk yılı yaşatacaklar. Olur mu? Olur. Yeni statü buna uygun hale getirildi.
Takımlar 8’er maç yapacak. Tek devreli lig usulü… Rövanş karşılaşması yok.
Avrupa organizasyonlarını dikkatle izleyen arkadaşlarımın anlattığına göre dişli ve güçlü takımların yanı sıra dişe göre, güç tartısında eşit statüde daha çok takım var. Özellikle bizimkilerin boyuna ve kadro derinliğine göre bu hesabı yaptığımızda 36 takımlı başlangıç pozisyonundan sonra 12 takım elenerek evine dönerken, son 16 için bildiğimiz play-off sistemine yakın bir uygulamaya
Gerçekten çok özel bir derbi izledik. Oyunu sahneye koyan Okan Buruk’tu. Oynayan takım Galatasaray oldu. Haliyle oynayan da kazandı.
Mourinho mu? Çok mutsuz ve asabi bir maç izledi. İlk yarım saat dolmadan 2-0 yenik duruma düşen takımı için maçı çevirecek hamleler yaptı mı? Hayır. Ama kenardan sürekli hakem kararlarına söylendi… Sonrasında yaşadığı ve yaşattığı hayal kırıklığı karşısında içine kapandı, devre arasında futbolcularına anlatacaklarını düşünmeye başladı.
Okan Buruk, takımını daha yerleşik bir oyun kültürüyle getirdi Kadıköy’e. Ezeli rekabetin ne olduğunu bilmeyen ya da bilip de yaşamayan oyuncularına anlaşılan o ki sadece uygulayacağı taktiği anlattı. Yani nasıl oynanıyorsa, öyle!
Galatasaray’ın peş peşe gollerini izledik. Torreira ve Mertens takımlarını coşturdular. Fenerbahçe karşısında büyük bir şok dalgası oluşturdular. İlk gol, direkten dönen topun sırtına çarpıp ağlara takılmasıyla Livakoviç’e (kk) yazıldı ama ben çeteleye Torreira diye yazdım. Sonra Osimhen’in Mertens’e
Çok Özel Bir Derbi İzleyeceğiz. Bu derbiye “Çok Özel” kavramının nereden ve kimden kaynaklandığını biliyorsunuz: Jose Mourinho! Bugün Jose Mourinho ile çok özel derbiye ev sahipliği yapacak Fenerbahçe’de patron sadece Mourinho da değildir. İnanılmaz transfer hamleleri ile karlı alım-satım kararları ile sürekli yenilenen sarı-lacivertli forma, 10 yıllık hasretini bitirmek üzere işbaşı yapıyor. Malum ya, bu şampiyonlukların göbeği derbilerde kesilir. Galatasaray tarafından bakarsak, kimse itiraz etmesin, onlar da çok özel ve “bizden” bir hocanın yönetiminde futbol düellosuna çıkacak. Şu anda Okan Buruk Hoca’nın elinde hücum ustalarından oluşan bir “Taarruz Timi” var. Ancak savunmada Muslera dahil, hepsinin şaşılacak hataları dikkat çekiyor. Yine de Galatasaray Galatasaray’dır. Hele ki (yetişirse) Icardi, Batshuayi ve Osimhen geceyi bir varyete şova dönüştürebilirler. Aksi olursa da şaşırmam. Fenerbahçe, çok başarılı bir transfer hamlesi ile Ferdi’yi satarak büyük para kazandı. Ancak,
Türk sporunun batıya açılan penceresi Galatasaray’da, kulübe ve kültüre hiç uymayan yanlışlar gözlüyorum. Çoğu kısa sürede düzeltilecek yanlış ve noksanlar. Bunlar her camiada olabilir.
Ama, Cenk Ergün’ün istifası, böyle bir olay değil.
Cenk Ergün Roma’nın Polonyalı sol kanat oyuncusu Zalewski’nin transferi için İtalya’nın başkentine uçtu. Özel uçak hava alanında bekliyordu. Beklentiler yoğunlaştı. Taraftarlar İstanbul’da havaalanına koşup, coşkulu bir karşılama yapmak için organize olmaya başladılar. Galatasaray ile Roma kulübü 22 yaşındaki futbolcu için anlaşmaya vardılar.
Özel uçak motorlarını çalıştırıp pist başında bekleyedursun, Cenk Ergün’ün başından aşağı kaynar sular döküldü. Hayır, Zalewski gelmiyordu! Böyle bakınca bütün tuhaflığa rağmen, bir futbolcunun son anda karar değiştirip “Hayır, gelmiyorum!” demesi rastlanmamış olay değildi. Hem futbolumuzda yıldız olarak bildiğimiz oyuncular, hem de Türkiye’ye gelmeyi kabul etmiş
İtalyan Hoca’nın Milli Takım’da aldığı sonuçlar, doğal karşılanmalı: 15 maçta 7 galibiyet, 3 beraberlik, 5 yenilgi. Avrupa Şampiyonası eleme grubunda Hırvatistan’ı kendi sahasında yenerek liderliği yakalaması, Avrupa Şampiyonası kur’a çekimine grup lideri statüsüyle gitmesi başarıdır. 24 takımlı şampiyonada çeyrek final oynamak da başarıdır.
Avrupa Şampiyonası’ndan sonraki görüntüye bakarsak… Hayır, Milli Takım yerinde saymıyor. Aksine kendine güvenen, maçın önemine göre motive olan uyumlu bir takımımız var. Galler maçında iyi bir futbol sergileyemedik, temaslı oyundan kaçındık, fizik gücü harcayarak yorgun düşmemeyi tercih ettik, eyvallah.
İzlanda karşısında çok daha iyi oynayan, üretken, fazlasıyla pozisyona giren, savunmasında çok az hata yapan bir takımımız vardı. Zor oyun bir ara eğlenceye dönüştü. Öte yandan Galler ve İzlanda maçlarını 180 dakikalık oyun olarak değerlendirirken futbolcularının fizik kapasitesine uygun planlar yaptı Montella... Galler maçındaki tek puan, yeni bir hocanın
Montella’nın inat haline getirdiği yerleştirmeye ısrar ettiği bir anlayışı var: Santforsuz oyun... Elbette hocanın bu tercihine saygı duymalıyız. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda denemeye çalıştığı, Uluslar Ligi’nde ise daha kesin uygulamalarla yerleştirmek istediği bu yeni oyun biçimi bizi oldukça uğraştıracak. Dünkü oyuna baktığımızda Barış Alper Yılmaz gibi bir kıymetin sahte 9 rolüyle adeta ezberini kaybettiğini gördük. Vurucu, şutör oyuncularda da hayat belirtileri yoktu. Montella, maçın 62. dakikasında Hakan Çalhanoğlu’nu oyuna sokarken hesapta olmayan bir darbe de yedik. Barış Alper Yılmaz ikinci sarı ile kırmızıyı gördü ve oyun dışında kaldı.
Dostça söyleyeyim, Barış Alper’i dün hiç beğenmedim. Hakemle diyalogları, anlamsız itiraz ve isyan halleri, salla pati oyun anlayışı kendisine hiç yakışmıyordu. Katkıda bulunayım derken takımın 10 kişi kalmasına, oyun bakımından da kalite kaybına neden oldu.
Montella’nın geç uyanışını hayretle izledik. Milli Takımın maça başlayan “zorunlu” kadrosu “sorunlu” bir
Tam da fırsat transferi. Futbolda piyasanın kapanmasına saatler kala, performansı, kalitesi, şöhreti ve fiyatıyla transferini hayal bile edemeyeceğiniz Nijeryalı golcü Victor Osimhen gökten zembille inercesine Galatasaraylı oldu.
Bu transferin gerçekleşmesi için “olmayacak” işlerin gerçekleşmesi gerekiyordu.Napoli’nin yeni teknik direktörü Antonio Conte, Osimhen’i düşünmüyordu.
Geçen yıl 25 maçta 15 gol atıp 3 asist yapan ve önceki yıl (2022-23) Napoli’nin şampiyonluğuna katkı sağlayan Nijeryalı, Avrupa’daki endüstriyel liglerden herhangi bir kulüple anlaşamadı. Arap kulüpleriyle pazarlıkta ortalık karışınca oraya gitme olasılığı da kalmadı.
Sonunda dar zamanda büyük çabukluk, beceri ve işbirliği ile göz açıp kapayana kadar İstanbul’a geldi, Galatasaray’la el sıkıştı, sezon sonuna kadar 11 milyon euroluk ücretle -belki de bir rekor kırarak- sarı-kırmızılı kadroya geçiverdi.
Kuşkusuz bu hızlı gelişmede Mauro Icardi’nin sakatlığı da etkileyici oldu. Arjantinli golcünün yaklaşık 6 haftalık