Futbolun sıkıntıdan eğlenceye döndüğü anlar da varmış.
Beşiktaş herkese hatırlattı… Önce hayatın zor, mutsuz, keyifsiz görüntülerini sundu ilk yarıda…
Sonra coştu… Oyunsa oyun… Skorsa skor… Golse gol yani… Hem de aşçının “bol kepçe”si gibi. Doyurucu bir servis yaptı. Peş peşe attı, keyifle çaktı.
İsviçre’deki ilk maçta 3-1’den 3-3’e takılan Beşiktaş, benim gibi o günleri görenler için Avrupa’da hayal kırıklığı serisini yaşayanlara yine “acaba mı” dedirtti. Rövanşı bekleyene kadar kötü olasılıklar da katıldı hesaba. Yine de umutlu itirazlar vardı: “Olur mu? Son yılların en iyi, en keskin, en üretken, en ezici takımı bu… Tarihin de susacağı zamanlar vardır. Yeni sayfalar yazılır.”
Lugano karşısında hepsi de iyi oynadı. Gevşemeden, koşarak, işlerini ciddiye alarak. İkili mücadelede, alan boşaltmada ya da kapatmada ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar.
Peki gecenin gösterisi hangisiydi?
Söyleyelim: İlk yarıda (7. dakikadaki Immobile
İngiliz besteci Tony Britten’in 1992’de Handle’ın Rahip Zadok eserinden esinlenerek yaptığı çok özel Şampiyonlar Ligi bestesi, popüler müzikte adeta “hit”oldu. Şampiyonlar Ligi, hayallerin, umutların, iddiaların ve statüko anlatan ortamın sembolüne dönüştü.
Galatasaray, cezalı Okan Buruk’un iki maçı da tribünden izlemek zorunda kaldığı bu son sınavda büyük taktik hatalarla inanılmazı başardı, büyük organizasyonun dışında kaldı. Oyuna çift santrforla başlayıp hamle oyuncusu Batshuayi’yi baştan harcamak, Mertens’in büyük katkı yapabileceği oyuna ancak 75. dakikada katılabilip hiç bir şey yapamaması. Futbolcuların, uzun boylu rakip takıma karşı top sürme ve çabuk pas zahmetinden kaçıp havadan yararsız ve isabetsiz uzun pas hastalığına yakalanması.
Muslera gibi “kült” bir kaleci efsanesinin, yediği golden sonra rakip oyuncuya arkadan tekme atmak gibi ayıbı.
Yeter yani!.. Bu kadar yanlışı bir araya toplarsanız, elde edeceğiniz tek doğru, skor tabelasında yazılan yenilginizdir.
Neyse… UEFA Avrupa
Dört Büyükler’in bir çok deplasmanında konuk taraftar grupları biletlerini en uygun biçimde aldıklar halde havaalanlarından, ya da oto yollardan statlara ulaşmaya çalışırken “kontrol” aramasına tabi tutuluyor. Kimlikler, biletler kontrol edildikten sonra otobüslerin içinde bekletiliyorlar. Bu kötü muameleye karşı o sırada çaresizler. Hiçbir alternatifleri yok. Kendilerini “tutuklu” hissedip depresyona girenler oluyor.
Her neyse… Sonunda statlara ulaşıp giriş kapılarına yöneliyorlar. Kapıların çoğu kapalı. Dört kapıdan ikisi, bazen sadece biri açılıyor. Doğal olarak yığın ve kuyruk oluşuyor. İhtiyaçlarını gideremeyen, giriş yapamayan öfkeli gruplarla ev sahibi kulüp yönetici ve çalışanları sert tartışmalara giriyorlar. O arada polis kendini gösteriyor.
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, durumu öğrendikten sonra doğal olarak “müdahil” oluyor. Maç sürerken sahaya girip kale arkasındaki taraftar grubuna ulaşmaya çalışıyor.İşte tam da o sırada, Ali Koç, görevli
Skor tabelası kenarda dursun. Orada sayılar var. Önce sayılamayanları, ama hissedilenleri, düşündürenleri, güven ve endişe verenlere bakalım.
Süper Lig’de geçen sezon dökülen haliyle taraftarları karamsarlığa ve kuşkuya düşüren Beşiktaş, kendini yenilemiş… Ruhunu tazelemiş. Aktif, dinamik, canlı ve heyecanlı kimliğiyle kuşkuyu coşkuya çevirmiş.
Temel nedenler var tabii…
Çok koşuyorlar. Yardımlaşıyorlar. Oyun alanını küçülterek, takım boyunu kısaltarak oynuyorlar. Savunmanın santra yuvarlağına kadar çıkması, yenilenmenin en somut göstergesi.
Elbette çabuk oyunda arızalar çıkıyor. Topu kaptırıyorlar... Ama kaybettikleri topu çok çabuk geri kazanıyorlar.
Savunmada zaman zaman pozisyon yanlışları yaparak açık veriyorlar. Antalyaspor, Samudio ile iki golü böyle attı.
Beşiktaş’ın öne çıkan karakteri savunma değil elbet. Onlar kendi tarihlerini hücumla yazmışlar. Dün inadına hücum oynadılar. Antalyaspor’un attığı goller de onları buna zorladı. Burada ayrıca kutlanması gereken,
Hiç beklemediğimiz, şakadan sürpriz olarak bile konuşamayacağımız olayı Paris’te yaşadık. 54 kadın, 47 erkek sporcumuzla katıldığımız olimpiyat oyunlarında altın madalya kürsüsüne çıkamadık... İstiklal Marşımız’ı çaldıramadık. Bayrağımızı en yüksek göndere çektiremedik. Onca gayrete, hazırlığa, çalışmaya ve umuda rağmen sonuç: Hayal kırıklığı!
Altınsız olimpiyat oyunları bizim tarihimizde rastlanmamış bir şey değil. 1972, 1976, 1980, 1984 bizim altına hasret kaldığımız yıllardı. Sonrasında Naim ve Halil gibi haltercilerle, Hamza Yerlikaya gibi ‘asrın güreşçisi’ ile madalyalara döndük. Cakamız da, iddiamız da arttı. Sonra 2012 Londra Olimpiyatları’nda voleybolcu ve basketbolcu kadınlarımızla takım sporlarında da kendimizi gösterdik. Türkiye güreşçi ve haltercilerinden sonra Tokyo’da okçuluk ve kadınlar boksta kazandığı pırıl pırıl altınlarla toplamda (13) rekor madalya kazanırken, Paris’e dönük umutlarımız da arttı. Şimdi Paris’e dürüstçe bakmanın zamanıdır... İş başındaki en başarılı, en
Kötü bir gece yaşadık. Voleybolda yıllardan beri özenle büyüttüğümüz “Sultan ilan ettiğimiz”, evlat ve melek yerine koyduğumuz Kadın Milli Takımımız, Olimpiyat Şampiyonluğuna giden yolda tökezledi. Şimdi iş üçüncülük maçına kaldı.
Madalya alırlar ya da almazlar... Ne olursa olsun, canları sağ olsun... Cumhuriyetin yüz yıllık tarihinde ilk defa takım oyunlarında saygı duyulan, klası ve gücü kabul edilen bir ekibimiz oldu.
Onlar dün gece çok üzgün yattılar, uyuyamayanlar da olmuştur. Ama ben böyle bir takımımız olduğu için gurur duymaya devam ediyorum.
Biz Egonu’yu durduramadık. Arka alanımız sürekli boş kaldı. İki kez uzun ralli kazandık, sonrasında apışıp kaldık. Melissa Vargas, Ebrar Karakurt, “tek ayaklı” kaptanımız Eda Erdem daha etkili ve verimli olabilirlerdi. Ancak geçen sezon uzun deplasmanlar, üst üste zor maçlar, yorgunluklar ve antrenmanlarla geçen yoğun günlerden sonra sanırım iyi dinlenemediler. Bu arada şu güzelim takımı sürekli çekiştirerek sosyal medyadan
Merve Dinçel Kavurat, Çinli rakibi karşısında iki raundu kaybederek tatamiden yenik ayrıldı. Dünya Şampiyonumuz, birkaç ay önce eşi Ferhat Kavurat’ın 16 yaşındaki kızkardeşi Sıla Kavurat’ın trafik kazasında ölümü nedeniyle büyük bir travma yaşadı. Dün görüldü ki, müsabakanın içine giremeyen, hamlelerinde geç kalan Merve, travmayı henüz atlatamamış.
Bu durum, Merve’nin bu olimpiyattaki şansını ve enerjisini bitirdi. Bunu gördük biz...
2023 Dünya Şampiyonu olan Merve Kavurat henüz 24 yaşında... Olimpiyat Şampiyonu idealini, Tekvando Federasyonu Başkanı Prof. Metin Şahin’e göre 4 yıl ertelemiş oldu.
Şahin’e göre, tekvandoda madalya şansımız devam ediyor. Bugün tatamiye çıkacak Hatice Kübra İlgün ile Hakan Reçber’den umudu büyük Tekvando Federasyonu Başkanı’nın... “Tabii ki altın bekliyoruz ama bunun sözünü vermek zor... Buna rağmen sürpriz bir altın çıkabilir” diye konuşuyor Metin Şahin...
Müsabakanın diğer ilginç yanı da,
Yüzüncü yılını dolduran olimpiyat tarihimizin, “ilk takım başarısı” voleybolcu kadınlarımız tarafından yazıldı. Çin ile karşılaştıkları çeyrek finalde 5 setlik inanılmaz bir maceranın kahramanları oldular.
Karşılıklı denge içerisinde geçen maçın ilk setini 25-23 Çin kazandı. İkinci sette (25-21) toparlanarak müthiş bir güç gösterisi sergiledi oyuncularımız. Vargas, bir torpido gibi hemen her atışında Çin’i adeta dağıtarak hem takımın moralini yükseltti, hem de maça inanılmaz bir keyif kattı. 3. set (26-24) Vargas ile Ebrar’ın ağırlıklarını koyduğu baskılı bir oyun ile kazanıldı. 4. sette (25-21) Çinliler, bütün enerjileri ile yüklenerek, milli takımın hem fizik hem de moral olarak yorgun düşmesine neden oldu. Ayrıca Hande Baladın ve Gizem Örge’nin gözyaşı dökerek sakatlıklarına rağmen verdikleri mücadele takdir kazandı.
Santarelli, Çin karşısında rakibin beklemediği iki taktik hamle yaptı. Derya Cebecioğlu ve Meliha Diken’i oyuna sürerek Çin’in oyun akışını engelledi. Korku,