Avrupa Futbol Şampiyonası, Euro 24, ileride spor tarihini yazanlar tarafından “hayal kırıklığı” ile “zafer” sahnelerinin birbirini izlediği sonu bilinmeyen bir macera filmi gibi izlendiği yazılacak. Orada ev sahibi Almanya’nın çöküşünü, Portekiz’in teslimiyetini; İtalya, Belçika ve İsviçre’nin erkenden yol ayrımına geldiğini de anlatacaklar.
O hayal kırıklıkları ile yarış dışı kalanlar tamam da... Asıl kıyameti koparanların, hiç beklenmedik ve umulmadık biçimde Almanya’ya gelip peş peşe darbeler indirdikleri rakiplerini eve gönderenlerin de Türkler olduğunu öğrenince bu defa okuyanlar şaşıracaktır.
Berlin Olimpiyat Stadı’nda ilk olimpiyat şampiyonumuzun adı yazılı hala. 1951’de Almanya’yı yenen futbolcularımızın anılarını anlatıyoruz genç kuşaklara. Aylar önce, 72 yıl sonra Almanya’yı yenen çocuklarımızın öyküsü de bugünün kuşaklarına değerli bir armağan olarak sunulacaktır.
Bunları düşünürken başladı Hollanda maçı... Doğrusu Euro 24 serisindeki en ciddi rakibimiz onlardı.
İlk on
Çeyrek finalde karşımızda Hollanda var. Her şeyden önce söyleyelim ki bu maçta kahraman ararsak fena halde yanarız. Kahramandan çok takım oyununa ihtiyacımız var. Montella ve yardımcılarının çok iyi bir taktik tutarlılıkla milli takımı bilgiyle donatması ve çok iyi oynatması gerekiyor. Şu rakama dikkatinizi çekerim. Avusturya bizim ceza alanımızda 69 kez topla buluştu, bunların 31’i kaleye 11 metre mesafede penaltı noktası civarındaydı. Orada bekledikleri golleri attırmadık bu bir başarı.
Hollanda, Romanya maçında rakip ceza alanına 58 defa girdi. Bunların 50’si penaltı noktası civarındaydı.
Rakibe bu kadar giriş fırsatı verirsek, cezayı keserler. Milli takımın savunmayı topu kaybettiği noktadan başlatması, orta alanda yoğunlaştırması ve bizim ceza alanımıza girmelerine fırsat vermeden topu geri kazanması gerekiyor.
Bu maçta İsmail ve Orkun cezalı. Hakan daha yaratıcı bir rolle oynayabilir. Kaan’ın çapa rolüne ortaklık edecek ikinci futbolcunun dikkatle seçilmesini bekliyoruz. Barış Alper’in santrfor gibi oynaması sadece yordu. Kendi yerinde sağ kanatta oynaması, verim
Sadece ilk yarı için notlara baktığımızda, günün gerçeğine en uygun maçımızı dün Avusturya karşısında oynadığımızı söyleyebiliriz…
Merih’in daha birinci dakika dolmadan ceza alanı içinde kornerden gelen topun yarattığı karambolde oldukça sakin ve akıllı vuruşuyla golü atması… Hayallerimizden öte bir başlangıçtı.
Topa sahip olmada dengeli bir durum vardı: Avusturya 52, Türkiye 48… Ama asıl fark faullerdeydi. Onlar 8 kez, biz 3 kez faul yapmak zorunda kaldık. Tam da Avusturya’yı ele veren bir tablo.. Baş edemedikleri zaman basıyorlar faulü…Genel oyun anlayışlarının bir parçası bu. Eh bu da Milli Takım’a istediği rahatlığı getirdi.
Bu arada… Montella yönetiminin en akıllı, en tedbirli, en başarılı oyununu oynuyordu çocuklar. Üçlüye dönen defansta Merih ve Abdülkerim sadece stoper değil, aynı zamanda oyun kurucu olarak da döktürüyorlardı. Sağbek Mert Müldür, solbek Ferdi Kadıoğlu kanatlardan anormal top taşıdılar, pozisyon oluşturdular, hücumda çoğalmamızı sağladılar.
Gü
Hırvatistan 27,7 yaş ortalamasıyla yaşlı sayılan bir takım... Hocası 7 yıldır iş başında... Kaptanı da 38 yaşında... Böylece eskimiş ve yorgun bir takım görüntüsü veriyorlar. İlk bakış böyle tabii... Ama hayatın gerçekleri var. O da tecrübe denen bilgi birikimi... Dün 26.6 yaş ortalamasıyla rakibinden daha genç olan İtalya, 65 yaşındaki Spalletti’nin elinde öldü öldü dirildi. İtalyan Milli Takımı’nın 1942’den sonra bir türlü yenemediği Hırvatistan karşısında zaman zaman gülünç durumlara düştüğünü gördük. Maçın sonunda gülen taraf İtalya oldu.
Akıl almaz bir sonuç... Topun 100’de 60’tan fazlasını ayağında tutan, şutlarda, kornerlerde rakibinden daha üstün bir görüntü veren Hırvatlar, İtalyanlar karşısında önce takım disiplini, sonra dayanışma, en sonunda da yorgun kaptan Luka Modric ile gecenin en saygıdeğer topluluğunu oluşturdular. Spalletti’nin İtalyası topları çabuk kaybeden, ceza alanına girip şut atamayan, kazandığı kornerlerde etkili olamayan, ne kadar da
Euro 2024’e korkunç ama mutlu bir macerayla başladık. Montella’nın, önceki Şampiyona’da başımıza gelenleri bir yere not ettiğini, önlemi elden bırakmadığını gördük. Doğrusu, Milli Takım da o kötü anıları tekrar yaşamak istemiyordu. Zaten yeni oyuncuların varlığı, böyle bir tehlikeyi önlemekteydi.
Sahaya çıkan on bire bakacak olursak… Arda ile başlayınca Montella’nın tercihlerinin hepsinin de doğru olduğuna dair ortak bir kanı oluşmuştu adeta. Ancak oyun başladıktan sonra görüldü ki sahaya çıkan on birde İtalyanların ”punta” dediği klasik bir dokuz numaramız yoktu. Olsun, futbol böyle de oynanabilirdi. Anlayışlı olmaya çalıştık. Hele orta alandan topu kapıp yeniden set oyununa döndükçe Milli Takım’da motorların ısınmakta olduğunu gördük.
Oyun doğru oynanıyordu. Rakip ceza alanına umduğumuzun üzerinde kalabalık oyuncuyla girişimiz umut vericiydi. Duran toplar ve beklediğimiz kornerler de geliyordu. Ne var ki rakip ceza alanına doldurulan, oraya ortalanan toplar sürekli rakip savunmalar tarafından kesiliyordu. Yine
Skor tabelası, maçın sonucu, gol mol bir tarafa...
Dün gurur veren, göğüs kabartan, heyecandan kalp çatlatan, akıllı, kararlı bir oyun çıkardı Milli Takım.
On ikinci dakikada 1-0 geriye düşen ekip, hiç sarsılmadan, moralini ve iradesini kaybetmeden aynı yardımlaşma duygusu, dayanışma ve disiplinle mücadelesini sürdürdü. Öyle bölümler oldu ki, Milli Takım 60’a 40 topun sahibiydi.. Hayır, kendi savunma bölgemizle ikinci bölge arasında milyon kez tekrarlanan saçma sapan pas oyunuyla değil. Topu sürekli rakip ceza alanına taşıyarak, orada inanılmaz hücum setleri oluşturarak oynadı milliler. En az yarım düzine gol kaçırdılar. Pozisyonlara girdiler. Kazandıkları kornerler de rakip takımdan fazlaydı. Baskılı oynadığımız bölümlerde Kerem, İrfan Can, Orkun, kaptan Hakan golle baş başa fırsat kaçırdılar. Canları sağolsun.
2021’in pandemiyle belimizi kıran ertelemeli Avrupa Şampiyonası bizim için utanç verici, öfke yaratan, ezik kaldığımız maçlarla defterimizin kara sayfasına yazıldı. Ama dün resmi
Ne yalan söyleyelim? Pandemi sonrası katıldığımız Avrupa Şampiyonası, bizim için “gitmesek daha iyiydi” diyebileceğimiz skandal oyunlar ve sonuçlarla bitmişti. Avrupa Şampiyonası’nın travmatik etkilerinin tekrarlanmasından kuşkuluydum. Evet, pırıl pırıl, yepyeni bir kadromuz, göz kamaştıran genç yıldız adaylarımız vardı ama yine de endişeliydik işte. Her neyse… Memnuniyetle belirtelim ki bizi utandıran ezik bir oyun ve ağır bir skorla karşılaşmadık.
Milli Takım Avrupa Şampiyonası’nın geriye sayma günlerindeki son ciddi hazırlık maçlarından birini, ciddiye alınması gereken İtalya ile yapıyordu.
İlk kırkbeşte rakip takımın bir kafa vuruşu direkten döndü, o kadar. Bizim Çocuklar da pekala oyuna ortak oldular. Özellikle 2 bekimiz Zeki ve Mert, fazlasını oynamaya çalıştılar. Hakan Çalhanoğlu ile Kaan Ayhan arkadaşlarını oynatmak, pozisyona sokmak için çok gayretlilerdi. Milli takımda fiziksel çatışma, temaslı oyun konusunda da sıkıntı yoktu. Bol bol faul de kazandılar, gerektiğinde faul de yaptılar.
Santrforsuz oynamamıza rağmen gol fırsatları yakaladık. Ancak
Jose Mourinho, Avrupa kupalarına bakıldığında “önemli” ve “başarılı” bir teknik direktördür.. Ancak sicilindeki başarılar eskidi… Portekizli hoca kendini yenileyemedi. O nedenle Fenerbahçe ile Morinho’nun imza töreni, tam da tarafların birbirine en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda gerçekleşti.
Mourinho’nun, çalıştırdığı son dört takımda baharı görmeden “gönderilmesi” hocada ister istemez bir travma yarattı. Fenerbahçe, ona bu travmadan çıkış olanağı verebilir. Fenerbahçe açısından bakarsak… Sezonu hiç de “ayıp” bir başarısızlıkla bitirmediler. Topladıkları puan, maratonu tek yenilgi ile tamamlamaları, Şampiyon’a ikinci yenilgiyi, deplasmanda yaşatmaları başarıdır. Yine de hüzün veren bu ikinciliğin iyi analiz edilmesi gerekir. En başta uzun süren sakatlıklar… 50’ye yakın sakatlık önemli bir “sorun” olarak ele alınamadı. Jose Mouerinho’nun bu tabloya müdahale edeceğini sanıyorum.
Kale önüne otobüs çekmesi gibi defansif